Bantmag

NE KADAR ÜNLÜ OLURSA OLSUN, İSMİNİ GOOGLE'LAYINCA KENDİSİYLE DEĞİL, BİR BAŞKA STEVE MCQUEEN'LE KARŞILAŞIYOR OLMAK YORUCU OLSA GEREK MCQUEEN İÇİN. BUNA RAĞMEN, ŞU ANA KADAR BECERDİĞİ İŞLERE BAKILIRSA, AYNI ADLI AMERİKALI EFSANE AKTÖRÜ SOLLAYABİLECEK BİR KARİYER DE YARATABİLİR KENDİSİNE ELBETTE.

 

Henüz ilk filmiyle başta Cannes'dan Altın Kamera olmak üzere, dünyanın pek çok ülkesinden onlarca ödül kazanmak, yabana atılacak iş değil. Henüz 43 yaşında olmasına rağmen, milyonlarca insanın tanıdığı, filmlerini izlediği, takip ettiği bir yönetmen o. Evet, adaşı bu yaştayken dünyanın en bilinen aktörlerinden biriydi ama bundan yedi yıl fazla yaşayıp, hayatını kaybetmişti. McQueen'in benzer bir talihsizlik yaşamaması hâlinde, kusursuz bir kariyere sahip, arkasında sayısız başyapıt bırakacak bir yönetmen olarak hayata gözlerini yumması da çok olası.

 

Her ne kadar ilk çıkışını Hunger'la Cannes'da kazandığı Altın Kamera ile yapsa da McQueen, bu filmin öncesinde de bilinen bir sanatçıydı. Doğup büyüdüğü İngiltere'de çeşitli sanat okullarını bitirdikten sonra New York Üniversitesi'nde güzel sanatlar dalında yüksek lisans yapıp, etkileyici bir eğitim hayatına sahip oldu. 90'lı yılların ilk yarısında tamamladığı eğitiminin ardından 1993'de çektiği ilk işi Bear'le dikkatleri çekti. Kendisinin de içinde ufak bir performansıyla yer aldığı bu video çalışmasını diğerleri takip etti ve kısa sürede McQueen, Turner ödüllü bir sanatçıya dönüştü. 90'lı yılların ikinci yarısını, Deadpan, Drumroll, White Elephant gibi, esin kaynakları arasında Yeni Dalga ve Andy Warhol olan, siyah-beyaz ve minimalist çalışmalarla geçiren McQueen'in adı, Tracey Emin gibi sanatçılarla birlikte anılmaya başladı.

 

2006'da Irak'a giderek, savaşın gölgelediklerine dair araştırmalar ve gözlemler yapan McQueen, buradaki çalışmalarını, Queen and Country isimli bir anı eserinde topladı. Savaşta ölen İngiliz askerlerine ait fotoğraf ve baskıların yer aldığı bu çalışmasının ardından, 2007 tarihli bir kısa film olan Gravesend'le, etkileyici işlerine bir yenisini daha ekledi. Çeşitli ödüller ve aldığı onlarca övgü dolu yorumun ardından McQueen nihayet ilk uzun metrajlı filmi için hazırlıklara da bu sıralarda başladı. 1980'lerin başında İrlanda'daki direniş hareketleri sırasında IRA'in öncüsü Bobby Sands ve onun başını çektiği açlık grevine odaklanan Hunger'la beyazperdeye geçiş yaptı ve daha önceki tecrübelerinin meyvelerini toplamaya başladı.

 

HUNGER (2008)

 

Hunger'ın yalnızca 2008'in değil, son on yılın en iyi filmleri arasında yerini alması uzun sürmedi. McQueen'in bir ilk filmden beklenmeyecek kadar olgun ve etkili bir işe imza atması bir yana, bu zamana dek yapılmış IRA filmleri arasında da meseleye bu kadar sert ve dolaysız yaklaşan nadir örneklerden biriydi Hunger. Yalnızca Bobby Sands ile direnişi durdurmak adına kendisiyle görüştürülen bir rahip arasındaki diyaloğa dayanan 17 dakikalık antolojik plan sekansıyla bile ne kadar marifetli bir yönetmen olduğunu kanıtlayıp, sonraki işlerine dair merak uyandıran McQueen, BAFTA, Independent Spirit derken dünyanın pek çok ülkesinde dolaşmaya ve ödüller toplamaya başladı. Hunger yalnızca McQueen'i dünyaya tanıtmakla kalmadı, o zamana dek bir şekilde görmezden gelinen Michael Fassbender'ı da parlatıp görünür kıldı. Sands'i canlandıran Fassbender'ın yeteneği, kendisiyle bu filmde tanışanları oldukça etkiledi ve oyuncunun kariyeri bu filmden sonra durmak bilmedi.

 

Kazandığı başarı ve bu parlak çıkışın ardından sırtına binen yükle McQueen ikinci filmini çekmek için bir süre bekledi, kapandı ve doğru fikri, doğru senaryoyu oluşturana dek çalışmalarını sürdürdü. Bir süre sonra McQueen'in bir kez daha Fassbender'la çalışacağı yeni filmi Shame'in kokuları yükselmeye başladı. Filmle ilgili çıkan her yeni haberle birlikte, McQueen'i takip edenler biraz daha heyecanlandı, meraklandı. Ha bitti, ha bitecek derken filmin tamamlanması üç yılı buldu ve Shame nihayet bu yılın sonbaharından itibaren seyirci karşısına çıkıp, festivalleri gezmeye başladı.

 

SHAME (2011)

 

McQueen'in senaryosunu, arkadaşı Abi Morgan'la birlikte kaleme aldığı Shame'in fikri en başta, ikilinin, günümüzde internetin insanı nasıl ele geçirdiği ve tüm dünyayı nasıl kuşattığına ilişkin konuşmalarından çıktı. İkili, bu durumla ilgili bir film yazma niyetiyle yola koyuldu. Zamanla bu internet film fikrinin içine internetin sonsuz pornografik kaynakları katıldı. Oradan da bir seks bağımlısını konu eden bir film yazma fikri çıktı ortaya. İkili, onlarca seks bağımlısıyla görüşüp konuştu, uzun süre araştırma yapıp bilgi topladı. Tanıştıkları diğer bağımlıların hikâyelerinden bir havuz oluşturma, hikâyenin çatısını oluşturan çatışmayı yaratma, senaryoyu kaleme alma sürecinin ardından, McQueen yeni filmini görmeye başlamıştı.

 

Shame, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali'ndeki hayranlık içeren yorumlara kadar, Hunger'la patlamış McQueen'in, neye benzeyeceği merak konusu olan mayınlı filmiydi pek çoklarına göre. Ya ilk filmiyle kendisine çok fazla kredi verilmiş, tek atımlık bir silah olduğunu gösterecek ya da kendisine ekilen umutları yeşerten, sağlam bir yönetmen olduğunu kanıtlayacaktı. Film, Türkiye'de, Filmekimi kapsamında yalnızca bir geceyarısı seansında seyirci karşısına çıktığında anladık ki ikincisi olmuştu. McQueen, Hunger vesilesiyle hepten artan beklentilerimizi karşılayan ve yığının üstüne yeni taşlar koyan, enfes bir ikinci filmle bizleri selamlıyordu.

 

New York'ta gökdelen hayatı yaşayan, bir plaza işi ve kendine ait bir daireye sahip, yorgun ve çaresiz bir adamı, seks bağımlısı Brandon'ı konu eden Shame, Brandon'ın yaşamından, en az kendisi kadar sorunlu kız kardeşinin ziyarete gelmesiyle başlayan döneme odaklanıyor. Gri ve mavi renklerin egemenliğinde, puslu bir New York resmeden McQueen, bu şehri de filmin karakterlerinden birine dönüştürüp, Brandon'ın çaresizliğiyle, tüm önyargı ve beklentilerin odağındaki bu metropolün kendisi arasındaki benzerlikler ve farklılıklara dikkat çekiyor Shame'de. Hikâyenin başından sonuna dek bir tedirginlik abidesi olarak karşımıza çıkan kız kardeşi canlandıran Carey Mulligan'ın, filmin önemli sahnelerinden birinde dudaklarından dökülen “New York, New York”un da, bu bağlamda ayrı bir önem taşıdığını belirtmek gerekiyor.

 

İçinde, Amerika'da bir filme verilen en yüksek yaş sınırı ve uyarıyla işaretlenmesine neden olacak kadar yüksek miktarda çıplaklık bulunmasına rağmen, erotizmin e'sinden bahsetmenin imkânsız olduğu Shame, tüm üyelerinin son derece istekli göründüğü bir grup seks sahnesinin bazı seyircileri ağlatabilecek kadar acıklı olabileceğini göstermesi açısından da ayrıca ilginç bir film. Seks bağımlılığını çaresi olmayan bir veba gibi resmederken, ucu enseste varan imalarla, meselenin ciddiyetine vurgu yapan McQueen, bir rahatsızlığın anatomisini çizerken, kahramanı Brandon'ın zaaf ve yoksunluklarına olanca özeni göstermeyi ve onu bir an bile yargılamamayı da başarıyor.

 

Geçtiğimiz ay açıklanan Bristish Independent adayları arasına toplam yedi adaylıkla yerleşen ve bu yılki ödül listesinin henüz başında olan Shame, Venedik'ten de erkek oyuncu ve FIPRESCI ödülleriyle ayrıldı. McQueen ise kendisine bağladığımız umutları boşa çıkarmadığı gibi şimdiden yeni filminin hazırlıklarına başladı bile. Twelve Years A Slave adını taşıyan ve aynı adlı romana dayanan yeni filmi için bir kez daha Fassbender'la işbirliği yapacak olan McQueen'in mevzubahis filminin oyuncu kadrosunda Brad Pitt ve Chiwetel Ejiofor gibi isimler de geçiyor... İkide iki giden McQueen'in bizi hayalkırıklığına uğratacak bir filmle karşımıza çıkma ihtimalini epey zayıflatan Shame, önümüzdeki günlerde –sansürsüz olarak– vizyon yüzü görebilirse de ne mutlu bize...