Bantmag

BURAYA KADARMIŞ MİLLET

YAZI: ALEX MAZONOWICZ

DÜNYANIN SONUNA YAKLAŞTIĞIMIZ BELLİ GİBİ. MAYALAR BUNDAN 2 BİN YIL ÖNCE BUNU ÖNGÖRDÜLER VE BU KADAR İLERİ BİR UYGARLIK NEDEN BAHSETTİĞİNİ BİLİYORDUR HERHÂLDE.

 

Üstelik tüm veriler bildiğimiz hayatın tamamen yok olacağına işaret ediyor: küresel ısınma, artan doğal felâketler, reality şovlar ve Stone Roses’ın yeniden bir araya gelişi…

 

Mahşerin dört atlısı nihayet kapıyı çaldığında hangi albümü dinleyeceğimi birkaç yıldır zihnimde kurguluyordum. Beatles’ın Abbey Road’u “The End” ile bitişiyle epey baştan çıkartıcıydı. Ama o albümde “Octopus’s Garden” da var ki, kıyamet günündeki kaçınılmaz inleme ve çığlıklara pek uymaz gibi geliyor. 

 

Arap dünyası ve Britanya’daki ayaklanmalar Sly and the Family Stone’un da iyi bir seçim olabileceğini düşündürtüyor, ama aşırı dozda kaliteli funk olayın vahametini gözden kaçırmaya sebebiyet verebilir. Slayer, Anthrax, ve tabiî Iron Maiden da bariz sebeplerden ötürü aklımdan geçti. Bir süre yanlış sularda dolanıp, nihayet sonumuz geldiğinde caz standartları dinlemek isteyebileceğimi de düşündüm. Yeryüzü alev alıp da deniz kanla dolduğunda Billie Holiday’in “These Foolish Things”ini dinlemenin Douglas Adams’varî dokunaklılığını görebiliyorum. Hella, Lighting Bolt, Marnie Stern, OOIOO… Bunların hepsi bildiğimiz fanî dünyanın son anlarında yer ve zaman kavramlarının dokusunun lime lime oluşunun ifadesi olabilir, ama onları hani olur da dünya sona ermeden önce doğal sebeplerle başıma bir şey gelirse diye cenaze listeme koydum.

 

Sonuçta, daima üstümde daima şarjlı olan iPod’umda tutmaya karar verdiğim albüm Sigur Rós’tan Takk oldu. İnsanın ruhunu okşayan bu semavî başyapıtta hayli sonul bir şey var. “Glósóli”nin piyano arpejleri binalar toza dönüşürken mükemmel giderdi. “Mílanó”’nun havada süzülen vokaliyse gökyüzünün hiçliğe evrilişiyle neredeyse eşanlamlı. İzlanda’nın post-rock müziği öyle mahşerî ki… Katılmıyor musunuz?