Bantmag

NIKO ROZA DANILOVA İLK İSTANBUL KONSERİ ÖNCESİ TAŞIDIĞI SORUMLULUKLARI, NEDEN GİTARLARDAN HOŞLANMADIĞINI VE “ZOLA JESUS” İSMİYLE İLGİLİ NELER HİSSETTİĞİNİ ANLATTI.

 

 

10 yaşında opera eğitimine başlamasının ardından Zola Jesus (Nika Roza’nın sahne adı), 22 gibi körpe bir yaşta indie/elektronik türünün tepelerine yükseldi. Wisconsin’de yetişmiş kasaba kızı Danilova’nın son birkaç senesi, üç albüm ve üç EP yayınlaması, Fever Ray ve The xx gibi isimlerle turnelemesi ve bir şekilde lisans eğitimine de tamamlamaya vakit bulabilmesiyle çılgın gibi geçti. Çalışma ahlakının da şüphesiz yardımı dokunmuştur, ama haklı olarak topladığı gözü dönmüş şekilde iyi eleştirilerin asıl sebebi post-endüstriyel tınılarıyla yakaladığı ruh hâli ve insana komuta eden vokalleri. Son albümü Conatus şerefine çıktığı Avrupa turnesinin arifesinde, 15 Kasım’da Babylon’da gerçekleştirdiği konserden önce Danilova'yla konuştuk.

 

Yeni albümün Conatus son üç sene içinde yayınladığın altıncı şey. Bu kadar üretken olmayı nasıl sürdürüyorsun?

Birşeyler yayınlamayı seviyorum çünkü yaptığım hiçbir şeyle tam anlamıyla tatmin olmayacağım. O yüzden sürecin parçalarını yayınlamak iyi fikir.

           

Stüdyoya girdiğinde yapmaya çalıştığının ne olduğunu tam olarak biliyor muydun?

Çok belirsiz bir fikrim vardı. Ne istediğimi tam olarak biliyordum ama bu her şekli alabilirdi. Bunu nasıl iletebileceğimi bulmak uzun zamanımı aldı, ama onu hareketli bir yapıya çevirmenin yöntemini bulunca da her şey kolaylaşıverdi.

 

Müzikal gelişimin boyunca etkilendiğin isimler arasında Britney Spears’ı da Throbbing Gristle’ı da sayıyorsun. İkisi arasındaki noktaları nasıl birleştiriyorsun?

Bence ikisi de oldukça performans odaklı. Onları canlı gördüğünde her ikisi de birbirinden zıt uçlarda duran birer sanatsal performans. Bana birbirinden farklı şeyler veriyorlar. Büyürken hep radyo dinlerdim çünkü müzik anlamında dinlenebilecek başka bir şey yoktu. Ama The Residents ve Throbbing Gristle’ı ilk duyduğumda dünyada daha önce varlığından haberdar olmadığım bir yer olduğunu fark edip kendimi oraya gömmek istediğimi anladım.

 

Hiç şarkıcı / şarkı yazarı olarak bir keşfe çıkmak ilgini çekti mi?

Geleneksel folk müzikten çok hoşlanıyorum. Bir şarkının özünde güç olduğuna inanıyorum ama bence sadece gitarınla olmaktansa sesle neler yapabileceğine dair tüm sınırlarını zorlamak önemli. Gitar kullanmayı reddediyorum çünkü onların suiistimal edildiğini düşünüyorum. O yüzden gitar yerine kullanabileceğim başka şeyler arıyorum.

 

Küçük yaşta ilk müzikal girişimin opera oldu. Operada seni çeken neydi?

Müziği çok seviyordum o yüzden sürekli farklı enstrümanlar öğrenmeyi sürdürdüm. Ama bu enstrümanlar bana hiç doğal gelmedi, böylece devam etmek istediğim alanın şarkı söylemek olduğunu anladım. Bunu yapmanın yolu opera öğrenmekten geçiyordu. Klasik bir şarkıcı olmak için çalıştım. Sonraki 10 yıl içinde bir şekilde bu tutku tarafından bir çığ gibi yutuldum.

 

Operayı bırakmanın sebebi performans esnasında ciddî anlamda yaşadığın endişeydi. Bunu yendin mi?

Kesinlikle hâlâ bununla başa çıkmaya çalışıyorum. Daha iyiyim çünkü artık kendi şarkılarımı söylüyorum ve eğer batırırsam kendi şarkımı batırmış oluyorum. Bu yalnızca benim moralimi bozuyor ve bu başa çıkılabilecek bir şey.

 

Zola Jesus bir karakter mi?

Hayır, sadece projemi adlandırmak için seçtiğim bir isim. Bir persona ya da alter ego falan değil, çünkü bunun dürüst olmayacağına inanıyorum. Bazen kendi adımı koymuş olsaydım diyorum çünkü yaptığım şeye o şekilde bir sorumluluk yüklemek istiyorum. Ama bunun için artık biraz geç oldu.

 

Canlı performansların oldukça dramatik geçiyor. Bu senin için bir sahne şovu mu performans sanatı mı?

Benim kürsü konuşmam. Bir konuşma yapmak gibi çünkü kesinlikle sahnede farklı davranıyorum; bir kişiyi karşına alıp konuşmaktan çok daha fazla şey söylemenin sorumluluğunu taşıdığın bir şey.

 

Aldığın estetik kararlar çok bilinçli. Görselliğin ne kadar Zola Jesus için ne oranda önemli olduğunu düşünüyorsun?

Kesinlikle bir parçası. Özellikle yeni albümü hazırlarken onu öncelikle görsel olarak düşündüm. Aktarmaya ve sunmaya çalıştığım şey bütün ve geçişken bir evren. Var olmaya çalıştığım dünyanın idealleştirilmiş bir versiyonu.

 

Takma adının Zola olan yarısını, hayatın daha az gösterişli taraflarıyla ilgilenen Natüralist edebiyat hareketinin baş isimlerinden biri olan Fransız yazar Emile Zola’dan alıyorsun. Natüralizm sana ilham veren bir akım mı?

Bir anlamda. İki kelime arasında (Zola ve Jesus) önceden farkına varmadığım, sonradan düşününce anladığım çok fazla ikilik var. “Zola” yarısı ile Gerçekçilik, Natüralizm ve dürüstlüğe dair bir bağlantı var ve ben buna güçlü bir inancım var.

 

Okulda felsefe okudun. Bu seni nasıl etkiledi?

Felsefe okumamın sebebi kendimi daha iyi anlamaya, akrabalık kurabileceğim birini bulmaya olan ihtiyacımla ilgiliydi. En çok yaklaştığım kişi Schopenhauer gibi biri oldu. Felsefe okumuş olmak müziğimde ifade etmek istediğim şeyi yansıtıyor; sorular sormak ve insanları çevrelerindeki dünya ile ilgili düşünmeleri için zorlamak.

 

Ve büyük soru: büyük olan her sanat çekilen büyük acılardan mı gelir?

Öyle olmak zorunda değil, çünkü bu göz yumulan bir acı olabilir ve bence bu gerçekten pek dürüstçe olmaz. Eğer sanat uğruna acı çekiyorsan boşu boşuna çekiyorsun çünkü sanat büyük sevinçlerden de çıkabilir. Ancak öte yandan, acı çekmenin insana aydınlanma getirdiğine inanıyorum.