Bantmag

GEZİ PARKI’NDA BAŞLAYAN SÜREÇLE BİRLİKTE, SÜREGELMİŞ ALIŞKANLIKLARIN DEĞİŞİMİNİ DENEYİMLERKEN, ÇOĞU ŞEYİN FARKLI GÖZÜKÜP, FARKLI HİSSEDİLİR OLDUĞUNUN FARKINDALIĞI ANİDEN BELİRGİNLEŞİVERDİ. KASEDİ GERİ SARIP BAZI ÂNLARI TEKRAR YAŞAMAK İSTEMEK GİBİ, BAZI KİTAPLARI DA DÖNÜP BAŞTAN OKUMAK İSTEMEK HİSSİ MUHABBETLERDE GÜNDEME GELDİ. KONUKLARIMIZ BU SAYFALARDA PARK GÜNLERİNDE “HANGİ KİTAPLARI DÖNÜP BAŞTAN OKUMAK İSTEDİKLERİNİ” CEVAPLIYOR... PARKLARDA OKUYUNUZ. DAHA ÖNCE OKUDUYSANIZ DA, DÖNÜP BAŞTAN, BİR DAHA OKUYUNUZ.

 

HAKAN BIÇAKÇI (Yazar)

Erich Fromm – Sevginin ve Şiddetin Kaynağı

Yaşananlar insanın zihninde sayısız filmi ve kitabı tetikliyor. Hangi kitap diye düşünmeye başlayınca bir sürü örnek hücum ediyor aklıma. Birini seçmem gerekirse, olaylara ince göndermeler yapanları geçip işin kaynağına inen temel bir kitabı seçerim: Sevginin ve Şiddetin Kaynağı.

 

Yazarı Frankfurt Okulu düşünürlerinden, ömrünü Marxizm ile Freudçuluğu bütünleştirme adamış, Erich Fromm. Kitapta kendini üstün görmenin alçaklığı bilimsel bir perspektiften anlatılıyor. Bireyi ve toplumu yaşam yerine ölüme yaklaştıran, kana susatan Narsisizm illeti, başta Hitler Almanya’sı olmak üzere dünyadan örneklerle inceleniyor.

 

Erich Fromm şematik anlatısında bir uca “gelişme belirtisi”ni, diğer uca da “çürüme belirtisi”ni koyuyor. Gelişmeye giden yolda yaşam sevgisi, komşuları/yabancıları sevme, doğa, bağımsızlık ve özgürlük var. Çürümeye giden yoldaysa ölüm sevgisi, narsisizm, aile ve “bizden olanlar” saplantısı... Yaşananlar bu şema üzerinden değerlendirilince ne tarafın gelişmeye doğru ilerleme, ne tarafın çürümeye doğru gerileme olduğu netleşiyor. Kalbin derinlerinde hissedilen haklılık duygusu bu bilimsel arka planla akla da yatmış oluyor.

 

MİRAÇ ZEYNEP ÖZKARTAL (Gazeteci)

Franz Kafka – Dönüşüm

"Gregor Samsa, bir sabah, sıkıntılı rüyalar gördüğü uykusundan uyandığında, kendini yatağında ürkütücü dev bir böceğe dönüşmüş buldu". Yalnızca bu cümle için bile yeniden okumak isterim Kafka'nın Dönüşüm'ünü.

 

Bir sabah uyandık biz de. Bazılarına göre ürkütücü bir böceğe, bize göre insana dönüşmüştük.

 

Aslında biz hamam böceğinden insana dönüşmüştük. Tıpkı Gregor'un başına gelenler gibi, gittikçe uzaklaştı bizi ürkütücü bulanlar.  Ama dönüştük bir kere.

 

Bizi yalnız bırakmak isteyenlere, birbirimizin ellerini tutarak "ı-ıh" dedik.

Hey Franz, duy bizi. Artık böcek değiliz.

 

MERVE EROL (Gazeteci)

André Malraux – Umut

Gezi Direnişi pek çok kitaba, yazara yeniden dönmek ihtiyacını duyuruyor, öte yandan şiir de, şarkılar da üzerlerindeki ölü toprağını attı. Gezi'deki on gün, ütopya sanatını unutturdu. Benimse aklıma defalarca yarım bıraktığım André Malraux'nun Umut’u düşüp durdu. 20. yüzyılın ilk yarısındaki bazı devrimci mücadeleleri yerinde izleyip belgelemiş olan büyük romancının sonradan filmini de bizzat çekeceği kitabını Attilâ İlhan tercüme etmişti. İspanya İç Savaşı, Halk Cephesi General Franco'nun darbesine direniyor; ordunun ve faşistlerin topla tüfekle saldırdığı halk İspanya'da ortak bir varoluş mücadelesine koyulmuş… Dünyanın her yerinden özgürlükçü insanlar Avrupa'da faşizme karşı son kaleyi savunmak üzere yollara dökülmüş, okyanuslar aşmış… II. Dünya Savaşı'nı kıyısından da olsa görmüş, edebiyatı savaş yıllarında şekillenmiş Attilâ İlhan gayet hacimli Umut’u belki ilgiyle çevirmiş olabilirdi ama, o kadar da zorladım, bu uçsuz bucaksız savaş diyaloglarına, çatışma temposuna dalma çabam her defasında akamete uğradı. 1936'yla aynı değil belki, ama İstanbul'da ve Türkiye'nin neredeyse tamamında sivil halka polis marifetiyle saldıran devlet bir yandan, dünyanın en büyük dayanışmalarından birini sergileyen Gezi direnişçileri öte yandan, direniş komiteleri tarihimize, memlekette otuz yıldır süren savaşa rağmen ilk defa, sokaklarda, parkta dolanırken Umut’un evrenine okur olarak sıkılmadan, yadırgamadan süzülme iklimine herhâlde girmiş bulundum. 

 

Bendeki Aralık 1967 Ağaoğlu Yayınevi baskısını İrfan Ünver 5.9.1968 tarihinde almış ve şu notu düşmüş: "Bu kitap, piyasaya çıktığı günden kısa bir süre sonra A.P. iktidarınca toplatılmıştır." Bugünün muktedirlerinin, ecdadın beğenmedikleri halkasıyla ne çok ortak yönü var. 

 

MURAT ERTEL  (Müzisyen)

*Mondo 2000: A User’s Guide to the New Edge

*Julian Assange – Şifrepunk

İçinde kütüphane olan bir evde büyüdüm. İnternetin olmadığı dönemlerde taze bilgi kırıntıları çok önemliydi. Bazen bir plağın kapağının arkasında bir küçük not bazen de sevdiğimiz bir yazarın biyografisinde yer alan bir isim dünyamızı değiştirirdi.

 

1990’larda bizim kutsal kitabımız Mondo 2000 idi. Hayatımızı yönlendirdi ve geleceği görmemizi sağladı. Hâlâ tazeliğini koruyor. Nefis ve artık olmayan bir dergiden toplama yazılar aslında...

 

Yazarları Rudy Rucker, R.U. Sirius, Queen Mu gibi isimler idi; hacker’lar, teknoloji manyakları, porno yıldızları ve sanatçılardan oluşan fantastik bir kadro. Bu kitap sayesinde biz siberpunk, smart drugs veya Byron Gysin’in rüya makinesi gibi heyecan verici kavramlar ile tanışıp gelecek ile daha sağlam bağlar kurabildik.

 

Çok ilginç bir tesadüf bu şifrepunk terimini bulan kadın da bahsettiğim derginin en önemli yazarlarındanmış. Jude Milhonto önemli ve öncü hacker’lardan bir kadın ve şifre kelimesi ile siberpunk kavramını birleştirerek şifrepunk ismini bulmuş. Hacker ismi: Aziz Jude (St Jude). Kriptografi kullanan siberpunklardan bahsederken bulmuş bu ismi. Bizim interneti ve gezi parkını siper alan çapulculara da siperpunk ya da siperçapulcular ismini verebiliriz diye düşündüm ben de...

 

Gezi parkı inanılmaz bir başlangıç ve geleceği kavramamızın bu başlangıç aşamasında çok önemli olduğunu düşünmekteyim. Bunun için Mondo2000 dışında içlerinde Julian Assange’ın da yer aldığı birkaç ismin konuşmalarından oluşan Şifrepunk kitabını tavsiye ediyorum. Bir bilimkurgu gibi bize geleceği ve perde arkasındaki günümüzü fısıldıyor. Herkesin bilmesi gerektiğine inandığım Tor ve bunun gibi terimlerden, internette özgürleşmeden ve sansürden dem vuruyor.

 

Totaliter yönetimlere karşı siper almamız gerek. Verilerin (data) kitapta yer aldığı gibi kapitalist düzenlerde bile paranın önüne geçeceği bir gelecek öngörülüyorsa Facebook vs. üzerinde biraz daha düşünmek faydalı... Aynı ateş gibi yangın da çıkarır, önümüzü de aydınlatır. Şifrelerimizle araya barikat kuralım. Kendi yaşamımızı kurup onu korumalıyız, hem sanal hem gerçek hem de başka gerçeklik boyutlarında. Bugün kurulan ortak dil ve mizahı anlayamayanlar geride kalmış zaten ama benim esas sevindiğim zaten gerici olan gericilerin şifrelerinin kırılması ve gençliğin sonunda bunu görüp süratle becermesi oldu. Kitaptan bir alıntı ile bağlayayım, istihbarat ajanları işlerini şöyle tanımlıyorlarmış:

 

“İnsanların bir süreci anlama yeteneğini ellerinden alarak süreci yavaşlatmak.”

 

Peh...

 

Ne kadar gerici olup herkesi gerseniz bile başlayan süreci ancak yavaşlatabilirsiniz, diyalektik icabı bile böyle..

 

Büyük harf küçük harf rakam kombinasyonu, uzunluk, yazma bir yere de hatırla, değiştir en azından.

 

Oku oku ...

 

BAHAR ÇUHADAR (Gazeteci)

*Pınar Selek - Maskeler, Süvariler, Gacılar, İstiklal Kitabevi
*Ursula K. Le Guin - Mülksüzler

Gezi Direnişi’nin ilk alevleri parladığı günlerde, Esmeray ile Pınar Selek’e adadığı oyunu Bizim Atölye üzerine bir söyleşiye hazırlanıyordum. Selek’in Maskeler, Süvariler, Gacılar kitabını aldım elime, altını çizdiğim yerlerin üstünden geçtim. Kitap, bir “sürgün” öyküsüdür. 96’daki Ülker Sokak baskınlarını anlatır Selek, olayların birebir tanığı ve iyi bir sosyolog olarak. Mahalledeki transların sürülmesi, “kentsel dönüşüm” belasının ilk emarelerindendir; Emek Sineması’ndan, Gezi Parkı’ndan, Tarlabaşı’ndan, Sulukule’den ya da ne bileyim Beşiktaş’taki otobüs duraklarının yerinden edilmesinden ayrı düşünülemez. İşte Gezi’de ilk nöbetler başladığında; 17 yıl geriye gidip, transların şehrin kıymetli bir bölgesinden nasıl “sürüldüğünü”, o günlerde sokakta olanları, polis eliyle, kendilerine “ülkücü” diyen mahallelinin de desteğiyle yürütülen vahşeti ve tüm bunların sağlam bir analizini okumak iyi geldi bana.

 

Sonraki günlerde uzun süre elime tek kitap almadım. İşten sokaklara “direnmeye”; parkı “aldıktan” sonra ise Gezi’ye, yarattığımız o mucizevî dayanışma ve zekâ dolu direniş havasını solumaya gider olmuştum bir sürü insan gibi. Parkta kendimize hayal bile edemeyeceğimiz kadar bize ait bir hayat kurmuştuk. “Gezi’den Önce” (G.Ö.) ve “Gezi’den Sonra” olacak artık tüm düşünsel incelemeler. Ve bence G.Ö.’de yazılmış-çizilmiş pek az şey hakkını verebilecek tüm bu olan bitenin. Bant sorunca da aklıma tek bir kitap geldi: Zihninde kurduğu evrenlerle insanlık için hep birkaç adım ileride olan bir kadının, Ursula Le Guin’in kaleminden çıkan Mülksüzler. Bizim bu memlekete rağmen yarattığımız “Gezi”miz ancak Ursula’nın düşünce âlemine yakışır. Ne diyordu: “Bizi bir araya getiren şey acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir. (…) Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.”

 

YEŞİM TABAK (Sinema yazarı)

Ursula K. Le Guin – Mülksüzler

Madem ki her şerde bir hayır var, kabul edelim ki kapitalizm de tamamen hayırsız değil. Dünyanın orasındaki burasındaki insanları aşağı yukarı aynı şeylerden mağdur ederek, uzaylı işgaline gerek kalmaksızın bir “birlik” duygusu yaratmaya çok yaklaştı sistem. “Gezi ruhu” adını verdiğimiz şey, o çok yeni/çok tanıdık his, meşhur “Büyük Oyun”un -11 Eylül’de başlayan ve B-sınıfı bir Hollywood aksiyon filmine benzeyen- final sahnesi de tamamlandıktan sonra nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize dair sezgilerimizin toplamı. (Her şey, tanımadığı birinin yüzüne solüsyon sıkan ilk insanla başladı...) Şimdilik hâlâ şekilsiz ve hattâ zeminsiz görünen bu hayalin hatırladığım en yakın edebî karşılığı, Mülksüzler romanındaki anarşistler gezegeni Anarres. Ursula K. LeGuin’in “tam paylaşımcı”, lidersiz Anarres ile “full kapitalist” Urras gezegeni arasında yaptığı karşılaştırma, bugünden çok, kitabın yazıldığı 70’lerin iki kutuplu siyasî dünyasına ait elbet. Ama LeGuin’in derinlikli tasvirlerinde, her devrimden sonra içine düşülebilecek tuzaklarla ilgili çok fazla ipucu var. 

 

JANET BARIŞ  (Sinema Yazarı)

Michel Foucault-Noam Chomsky – İnsan Doğası: İktidara Karşı Adalet

İktidarın olduğu her yerde direniş de vardır diyen Foucault’un Chomsky ile olan sohbetinden oluşan İnsan Doğası: İktidara Karşı Adalet içinden bulunduğumuz direniş sürecinden geçerken, insanın dönüp yeniden bakmak istediği bir kitap. Chomsky ile Foucault devletin, adaletin, iktidar odaklarının kendilerine biçtikleri rol üzerine söyleşirken zaman zaman karşıtlığa da düşüyor. Bu karşıtlıkları, farklı görüşleri okumak devlet mekanizmaları üzerine yeniden ve yeniden düşünmeyi mümkün kılıyor. Kitapta Foucault’un “Toplumsal mücadeleyi ‘adalet’in terimleriyle düşünmektense, adaleti toplumsal mücadelenin terimleriyle vurgulamak gerekir” cümlesi de yine yaşadığımız süreci özetleyen türden.

 

LEYLA GEDİZ (Sanatçı)

Kadın Dedektif Julia’nın çizgiromanları

Gezi parkında çadırların kurulmasından bir gün önce arkadaşım Ali (Elmacı) ile Yeldeğirmeni’nde dolanıyorduk. Mahallede bir çizgi romancı keşfettik ve ben orada Kadın Dedektif Julia’nın iki ayrı yayınevinden çıkmış yepyeni ciltleriyle karşılaştım. Parka giderken Julia’lar çantamdaydı. Şimdi düşününce komik geliyor, çünkü Julia bir kriminolog, ve bütün olayı, cinayet mahallini inceleyip suçlunun profilini çıkarmak. Bu bağlamda Julia, uydurma şehir Garden City’nin polis teşkilatıyla birlikte çalışıyor. Gerilim boyutu polisiye edebiyatını sollamakla beraber, Gezi Direnişi’nin en popüler sorusu da “Suçlu kim?” idi. Bir taraf yurt çapında Gezi direnişçilerinin profiline vakıf olmaya çabalarken, diğer taraf başta Başbakan olmak üzere, hükumet sözcülerinin psikolojik tahlilleri üzerine yoğunlaştı. Zayıf halkalar, iflaslar, hasta ruhlar arandı. Julia’larda şaşmayan şey, suçlu er geç adalete teslim oluyor. Bizdeyse gerilim daha uzun süre devam edeceğe benziyor!

 

NİL KURAL  (Sinema yazarı)

İtalo Calvino – Görünmez Kentler

Emek Sineması'nda yaşanan dehşet verici süreçten sonra kentim İstanbul'la ilgili birşeyler düşünmek bile benim için hayal kırıklığı ve kalp kırıklığı anlamına

geliyordu. Artık bu değişti.

 

İsyanda yaşananların, hayal gücü, mizah ve umudun kitabı Görünmez Kentler’le çok örtüştüğünü düşünüyorum. Ama bunların hepsinden daha önemli bir neden kitabın finali: "İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek." Şimdi Görünmez Kentler’i Türkiye'nin dört bir yanında sokağa çıkan, isyan eden milyonlarca insanın onlara yaşatılan cehenneme rağmen ikinci yolu seçtiğini bilmenin huzuruyla yeniden okumak lâzım.