DOÇ. DR. BUKET TÜRKMEN'e (Galatasaray Ünİversİtesİ Sosyolojİ Bölümü) sorduk
HER DAİM “APOLİTİK” OLMAKLA, “BİLGİSAYAR BAŞINDA ZAMAN ÖLDÜRMEK”LE ELEŞTİRİLEN GÜNÜMÜZ GENÇLERİ GEZİ PARKI DİRENİŞİNİN EN ÖNEMLİ AKTÖRLERİ OLDU. SİZCE BU KİTLEYİ SOKAĞA DÖKEN SEBEPLER NELER? GEZİ PARKI İLE BAŞLAYAN HAREKETİN DİNAMİĞİNİ VE BU HAREKETE DÂHİL OLAN KİTLEYİ NE ŞEKİLDE İNCELEMEK GEREK?
Gezi Parkı eylemleri birçok kişiyi, tam da toplumun özellikle genç kitlesinin apolitikleştiğinin düşünüldüğü bir süreçte, beklenmeyen bir kitlesel katılım ile sonuçlanmasıyla şaşırttı. Eylemler daha önceki toplumsal hareketlerden hem katılan aktörlerin profilleri, hem eylem biçimleri, hem de eyleme katılım sebepleri ve hareketin onlar için anlamı çerçevesinde farklılaşıyor. Bu sebeple de bu hareketler, daha önceki toplumsal hareket açıklama şemaları, siyasal analiz kavramlarımızla çok da anlayabileceğimiz hareketler değil. Ortada neredeyse bulutsu bir hareket var: örgüt yok, lider yok, karar mekanizmaları sabit değil, hiyerarşik şemalar yok, ama ortada sürekli geniş katılımlı eylemler, kendisini ve siyasal duruşunu bu ¨hareket¨e referansla tanımlayan aktörler var. Birçok siyasal aktör ve analist, katılımcıların büyük oranının gençler olmasına da dayanarak, hareketi geçmişteki gençlik hareketleri ile devamlılıkları ve kopuklukları üzerinden düşündüler, o hareketler ile karşılaştırmalar yapılarak bu aktörlerin farkı ve benzerlikleri anlaşılmaya çalışıldı.
Ben bu hareketi eski hareketlere göndermelerle değil, “yeni toplumsal hareketler” merceğinden düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Bu hareketin aktörleri bir örgüt çerçevesinde hareket etmedikleri gibi, herhangi bir örgütsel yapının ve liderin altında hareket etmeyi de reddeder görünüyorlar. Burada sabitlenmiş ve sınırları belirlenmiş bir siyasal kimlikten ziyade, eylemler çerçevesinde bir araya gelen bir hareketten söz etmek zorundayız. Eylemler sosyal medya üzerinden kararlaştırılıyor, yayılıyor. Eylemlerin hiyerarşik bir karar mercii yok. Taksim Dayanışması farklı eylemlerin koordine edildiği adres gibi görünse de, aslında eylemler bütün katılımcıların sosyal medya üzerinden inisiyatif alabilmesi ile daha önceki hareketlerden farklılaşıyor, ve bu eylemler kitlelere yine sosyal medya yoluyla yayılması ile gerçekleştiriliyor. Eylemler, genellikle dayanışma eylemleri görüntüsünde olsa da, aktörler kendilerini bir hareketin gereğine icabet etmek amacıyla evlerinden çıkarmıyorlar, daha ziyade bireysel kararların kolektif dayanışma içerisinde füzyonundan söz edebiliriz. Ama bu kararlar da hep “eylem” etrafında alınıyor: eylemler, hareketin bir araya gelmesini ve devamlılığını sağlayan tek sabit değişken gibi görünüyor.
Yapılan eylemlerin niteliği de, yürüyüş ve Taksim’de toplanma dışında bireyin bedeni ve kültürel sermayesi ile tekil olarak da yaptığında anlamlı olan, ama bu bireysel eylemlerin topluca da gerçekleştirildiği, mekânsal merkezîliği olmayan hareketler. Duranadam, kitap okuma eylemi, evde ve mahallede ya da o anda bulunulan yerde belirli bir saatte tencere-tava çalmak, yolda yürürken öldürülen direnişçiler için kendini yere atıp yatma, ve diğer örnekler burada verilebilir. Bu hareketin aktörleri, bir hareketin gereğine boyun eğen toplumsal piyonlar değil, öznelleşmesini eyleme katılım ile yaşayabilen bireyler olarak ortaya çıkıyorlar. Hareketin bu karakterinin birçok aktörü kendisine çektiğini düşünmemiz gerekir. Liberalizmin dayattığı eski “atomize bireyselliğin” yerini, “kolektif dayanışma olmadan birey olunamayacağını” vurgulayan yeni öznelleşme süreçleri alıyor. Bunun sadece Türkiye’deki Gezi Hareketi ile sınırlı olmadığını, diğer yeni toplumsal hareketlerde de görülen bir durum olduğunu belirtebiliriz. Occupy Wall Street ve İndignados bunun örneklerindendir. Bu kolektif dayanışma içerisinde özne olma mantığı, neoliberalizme büyük bir tehdit oluşturma potansiyeli taşıyan yeni bir toplum anlayışının yaygınlaşmasını getirebilir.
Bu hareketin bir diğer niteliği eylemler toplu gerçekleştirildiğinde emniyetin sert ve orantısız müdahalesi ile karşılaşılıyor, ama kendisine yönelen şiddetin aracını (silah veya aşağılama) geriye atma dışında herhangi bir şiddetli savunma yöntemi yok. Bu hareketin temel eylem mantığı, aktörlerin kendilerine yönelik damgalamaları karnavalesk bir yerinden etme çerçevesinde mizah ve eğlenceli oyunlarla bezeyerek, sahibine geri göndermek, aynı kendisine atılan gaz bombasını yerden alıp polise geri atmak gibi. Çapulcu ve ayyaş diye damgalanıyor, bu damgaları gönüllü sahiplenip, içeriğini yeniden tanımlıyor, kendi üzerine giyerek kendisini damgalayanı gülünç duruma düşürüyor. Otoriteyi ve hiyerarşiyi mizah ve performatif eylemlerle yerinden etme çabaları bu hareketin en ayrıştırıcı karakteri oldu. Bu da bu hareketin “yeni toplumsal hareket” çerçevesinde düşünülmesi gerektiğini bize söylüyor. Bu performanslar ve mizah, hareketin, daha önceki toplumsal hareketlerde gözlemlenemeyen yeni dilini oluşturuyor. Bu sebeple daha önceki siyasal ve toplumsal hareketlere destek vermeyen, hattâ çekingen davranan bireyleri kendine çekebiliyor ve “apolitik” sayılmış olan kitleleri eylemlere kilitleyebiliyor. Bu “apolitik”lerden “direnişçi” yaratabiliyor.
Buradaki eylemciler yüksek kültürel sermayelerinin kendilerine verdiği bir özgüven ile hareket ediyorlar. Ancak Gezi hareketinin en önemli özelliği, bu süreç içerisinde eylemcilerin kendi “sınıfsal-kültürel” kibirleri ile yüzleşmeye, özeleştiriye gitmeye başlamaları oldu. En başta iktidar ve ona destek verenleri cahillikle suçlayan dışlayıcı hâkim söylemler, yerini “bu kibir halktan uzaklaştırıyor bizi, yapamayız” özeleştirisine dönüştü. Burada aslında eski Batılılaşmacı merkez - Müslüman çevre ikiliği üzerinden Türk modernleşmesi okumasının gelinen süreçte dikkate alması gereken, merkezden dışlananların ve yeni hegemonik aktörlerin yer değiştirmesinin sonuçlarını görmekteyiz. Batılılaşmış/kültürlüleşmiş eski merkezî aktörlerin yeni süreçte merkezden dışlanmasının sonuçlarıyla ilk kez bu hareket çerçevesinde yüzleştiğini görüyoruz. Eski hâkim aktörler, bu hareket içerisinde emniyet güçlerinin yıllarca doğuda sıkıyönetim içerisinde uygulanan şiddet pratiklerinin kendilerine uygulanması sonucunda ilk kez “yeni madunlar” oldukları gerçeğiyle yüzleştiler. Bu da onlara diğer madunlarla, Kürtler, Ermeniler, LGBT grupları, bazı Müslüman grupları, Aleviler ile omuz omuza mücadele etmeleri gereğini dayattı.
Bunun sonucunda eski hâkim aktörlerin kibrinin yerini, etnik, dinî ve cinsiyete dayalı azınlıklar ile daha empatik bir yanyanalığa evrilen bir bilincin almaya başladığını, bu özeleştirel bilincin Gezi Parkı sonrasında kurulan Halk meclisi formlarına hâkim olan yeni bir söylemi oluşturduğunu görüyoruz. Bu yeni söylem, yeni aktörlerin sivilleştiğini de gösteriyor: arkasını orduya veya başka silahlı güçlere dayamadan toplumsal mücadelesini sürdürme mantığı ile hareket etmek zorunda kalan bu yeni hareketin aktörleri, yalnızca kendisine ve kendi halkına güvenerek eyleme geçerek yoluna devam etmek zorunda kaldığı bilinciyle yüzleşme yaşıyor. Bu anlamda bu yaşanan sürecin Türkiye’de toplumsal mücadeleler tarihinde çok önemli bir milat çizgisi olacağını da düşünmemiz gerekir.
Sonuç olarak Gezi Hareketi ve ona katılan aktörleri “yeni toplumsal hareketler”in gönderme yaptığı ve küresel anlamda yaygınlaşmaya başlayan, kolektif dayanışma içerisinde birey ve özne olma kavrayışı içerisinde değerlendirmek ve önemini bu çerçevede anlamak gerekir.