FIRAT YÜCEL'e (Altyazı aylık sİnema dergİsİ genel yayın yönetmenİ) sorduk
GEZİ PARKI OLAYLARI ÖNCESİNDE BAŞTA İSTANBUL ÖZELİNDE OLMAK ÜZERE PEK ÇOK KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ PROBLEMATİK BULUNDU, PROTESTOLAR VE DİRENİŞ EYLEMLERİ DÜZENLENDİ. SON DÖNEMDE İLK AKLA GELENLER ARASINDA ELBETTE TARLABAŞI VE EMEK VAR. SEN CERCLE D'ORİENT BİNASININ YIKIMI VE EMEK SİNEMASI’NI BİNANIN YERİNE YAPILACAK AVM'NİN ÜST KATINA "TAŞINMASINI" ÖNGÖREN PROJEYE KARŞI YÜRÜTÜLEN DİRENİŞ HAREKETİNDE VE EMEK BİZİM OLUŞUMUNDA AKTİF OLARAK ROL ALAN İSİMLERDEN BİRİSİN. GEZİ PARKI OLAYLARI ESNASINDA BU YIKIM BAŞLAMIŞTI NE YAZIK Kİ. ANCAK OLAYLAR SÜRECİNDE EMEK CEPHESİNDE NASIL GELİŞMELER OLDU ACABA? EMEK TAMAMEN KAYBEDİLDİ Mİ? BU AVM PROJESİNE KARŞI BİR DİRENİŞ SÜRDÜRMEK MÜMKÜN MÜ VE MÜMKÜNSE NASIL?
Emek Sineması’nın yıkımına sebep olan projeye açılan dava sonlanmış değil, hukukî süreç devam ediyor. Defalarca vurgulandığı üzere, Türkiye’nin de kabul ettiği uluslararası koruma ve yenileme sözleşmelerine aykırı olan bir projeden ve yıkım işleminden bahsediyoruz. Bu bakımdan, projeciler iktidarla el birliğiyle, dalavereyle hukukî zemini oluşturup AVM’yi yapsalar bile –başka örneklerde de görüldüğü üzere– bu AVM’nin sonradan yıkılması söz konusu olabilir, olmalıdır da. Projede, binanın tepesi için uygun gördükleri Emek Sineması kopyası, Demirören AVM’nin kaçak katlarından bile daha yüksekte konumlandırılmış. Kısacası, her bakımdan hukuksuz olan bu rant projesinin hayata geçirilmemesi için uğraşmayı dört yıldır sürdürdüğümüz mücadelenin azımsanmayacak bir devamı olarak görmek için fazlasıyla nedene sahibiz.
Bence Emek Sineması sürecinde asıl direnişi, sinemasına ve kentine sahip çıkanları “istemezükçüler” olarak yaftalayan zihniyete karşı gösterdik. “Siz de hiçbir şey yapılsın istemiyorsunuz” diyerek, iktidar partileri ve belediyelerin kültür değerlerini ve yaşam alanlarını, rant uğruna yok eden uygulamalarına meşruiyet kazandıran köşe yazarları, medya patronları ve PR şirketleri yüzünden bu noktaya gelmiş durumdayız: Düşünün, İstiklal Caddesi baştan aşağıya bir sinema mezarlığı hâline gelmiş durumda ve onlar bozuk plak gibi “Hiçbir şey istemiyorsunuz” diye bağırıp, geriye kalan az sayıda değerin savunuculuğunu yapanları aşağılayabildiler. Gezi Parkı sürecinde, hâkim medyanın suskunluğuna rağmen kazanılan görünürlük, en başta bu ucuz ezberleri yayanların “itibarını” zedeledi diye düşünüyorum. Artık “yıkmıyoruz, taşıyoruz” türünden yalanların Emek Sineması sürecindeki kadar pervasızca söylenmesi mümkün olmayacak. Çünkü Gezi direnişiyle birlikte, sermaye-iktidar-medya suç ortaklığı bütünüyle ifşa oldu: Gezi Parkı, kamusal alanların kaderinin iktidar tarafından, kamu iradesine söz hakkı tanınmaksızın belirlenmesine yönelik itirazın sembolü hâline geldi. Ve bugün, Emek Sineması için yürüyen binlerce insanı “onlar kamu değil” diyerek yok sayan Kamer İnşaat’ın ortağı Levent Eyüboğlu ile Gezi Parkı için sokaklara dökülen milyonları halktan, kamudan saymayan iktidar partisinin sözcüleri arasındaki benzerlik her zamankinden daha fazla görünür durumda. Kentlerin asıl sahiplerinin iradesini hiçe sayan bu dilin, demokrasiyle bir alâkası olmadığını kabul etmeyen kalmadı.
Ama bana kalırsa Gezi direnişinin daha da önemli kazanımları var. Alışveriş merkezi, otel ve rezidansların otoritenin “sınıfsal temizlik” operasyonlarına hizmet eden ayrıştırıcı yapılar olduğunu, bunların antitezini görünce daha iyi anladı insanlar. Gezi Parkı sürecinde, bugüne kadar birbiriyle temas etmemiş insanlar bir araya geldi ve büyük bir dayanışma örneği ortaya koydular. Hem sınıfsal aidiyet, hem de politik duruş açısından birbirinden oldukça farklı insanlar, parkta, sokaklarda ve forumlarda birbirinin sözünü dinledi, farklılıklara rağmen bir arada durmanın dilini geliştirdi, geliştiriyor. AVM dediğimiz şey, işte bunun tam aksi: Sadece belli ürünleri tüketme gücüne sahip insanların içine tıkıldığı, diğer sosyal sınıflardan ayrıştırıldığı, iletişimin alım-satıma tâbi olduğu mekânlar. Varlık sebepleri, belli tüketici modellerinin üretilmesine dayanıyor. Bunu şimdi gerçek anlamda biliyoruz çünkü antitezini deneyimledik. Gezi Parkı direnişinin işaret ettiği birliktelik ve dayanışma ihtimalleri, bize söz hakkı tanınmadan dönüştürülen şehirlerimizde ne kadar birbirinden kopuk yaşamaya alıştırıldığımızı görmemizi sağladı. Bence bu her şeyden değerli. Emek Sineması’nın da, böylesi bir sivil katılım, ortaklık ve dayanışma ile bulunduğu yerde hayatını sürdürmesini hayal etmiştik. Emek yıkılmış olabilir, ama bu hayal, aslında tam da bugün “sadece bir hayal” olmaktan çıktı. Gerçekliğin, havada soluyabileceğimiz, etrafımızda, insanların gözlerinde görebileceğimiz bir parçası oldu. Emek Sineması’nın ruhunu, nostaljisini satarak değil, sermayenin süs niyetine diktiği replikalarda anıları yâd ederek değil, sivil iradeyle hayata geçireceğimiz bağımsız sinemalarda canlı tutabiliriz. Direniş burada başlıyor.