Bantmag

BARBAROS KAYAN

Direnişe hangi ânında dahil oldun? Daha önce böylesine büyük bir toplumsal olayı fotoğraflamış mıydın?

 İmza kampanyasının başlatıldığı günden yani aylar öncesinden Gezi Parkı’ndaki gelişmeleri yakından takip ediyordum. Sabaha karşı çadırların yakıldığı gün, benim için bardağı taşıran son nokta oldu. Sonuçta bu korkunç bir inisiyatifin ve kontrolsüz öfkenin dışa yansımasıydı ve kimse bunu hak etmiyordu. Beni provoke eden olay tam olarak buydu, halkın yüzde kaçı benim gibi davrandı bilmiyorum ama boşuna kimse dış güçler aramasın. O günden sonra, ben de bir çok insan gibi aktif olarak direnişte yerimi aldım, aynı zamanda fotoğraf çekmeye de başladım. 

 

Toplumsal olaylara hassasiyetim hep vardı, daha önce kentsel dönüşüm bölgelerinden Ayazma ve Tarlabaşı'ndaki travestilerle ilgili belgesel nitelikli fotoğraf projeleri üretmiştim. Bunu yaparken toplum bu konulara ilgi gösteriyor diye toplumun bu konulara olan duyarlılığı artsın istediğim için fotoğrafladım. Gezi Parkı olayları bu konuda diğerlerinden farklı. Tüm dünyanın gözü Türkiye'de ve belki de bu yüzden fotoğraflar bir çok yerli yabancı basında paylaşıldı, bunun nedeni benim bir haber fotoğrafçısı olmam değil basının 3 maymunu oynamasıydı.

 

İçinde yer aldığın olayları düşünecek olursan, sence direnişin en büyük ânı hangisiydi?

1 Haziran günü Taksim'in ele geçirilmesi görülmeye değer bir olaydı. Hayatımda bir daha böyle bir olay yaşar mıyım bilemiyorum ama kitlesel hareketin bu denli azimli ve tek bir vücut gibi hareket ettiğine ilk defa tanık olmuştum. Mecidiyeköy'den Elmadağ'a kadar kilometrelerce uzunluğunda bir insan seli Taksim'i zorluyordu. Polis daha fazla dayanamadı ve Gezi Park'ındaki polis barikatları aşıldı. Yaşlısı, genci o an orada olan herkes polis barikatlarını yol yapım çalışmasının olduğu alana savuruyor bunu yaparken de kendi zaferini kutluyordu.

 

Polis müdahalesi bu derece yoğunken, fotoğrafçı olarak nasıl zorluklar yaşadın? Fotoğrafın “can güvenliği” endişesine üstün geldiği anlardaki hislerin nelerdi?

Direnişin ilk günlerinde gaz maskem ya da baretim yoktu, aslında lâzım olacağını pek düşünmemiştim bile. O yüzden özellikle ilk günlerde aşırı derecede gaza maruz kaldım ve zor ânlar yaşadım. Ön taraflarda fotoğraf çekmek istiyordum fakat birkaç dakika sonra atılan gaz yüzünden ne doğru düzgün görebiliyor ne de fotoğraf çekebiliyordum. Öte yandan İstiklal Caddesi'nde zaman zaman polis eylemcilere çok yaklaştı ve iki taraftan sıkıştırdı. İşte yine böyle bir anda art arda atılan gaz bombası kapsüllerinden sıyrılmayı başardım. Direk olarak üzerimize nişan alınmış ve çok hızlı bir şekilde beni ıskalamaktaydı. Direniş devam ettikçe ben de donanımı artırdım, bir yerden gaz maskesi buldum ve yıllardır kenarda bekleyen tırmanış kaskımı yanımdan ayırmadım. Bu benim biraz daha korkusuz olmamı ve ön taraflarda yer almamı sağladı. Zaten bir iki günün sonunda çatışmalar bana olağan gelmeye başladı ve çok fazla heyecanlanmadan çekimlere devam ettim.

 

Binlerce insanın dayanışmasının yanısıra sürekli bir çatışmanın da yaşandığı günlerden geçiyoruz. Bir fotoğrafçı olarak, bu günlere dair deneyimin ne şekilde oldu, fotoğrafı algılayışını nasıl değiştirdi? 

Yaşadığımız bu günler fotoğrafı algılayışıma muhakkak birşeyler katmıştır, zaten yaşanılan her tecrübe birşeyler katıyor size, hâliyle fotoğraflarınızın konuştuğu dilde bundan etkilenebiliyor ama benim çizgimde bir değişim olmadı. Daha önce denemediğim bir şeyi uygulamak istemedim ya da daha önce hissetmediğim bir şeyi hissetmedim, sadece farklı mekân ve olaylara maruz kalarak bunu gerçekleştirdim. Fakat fotoğraf çekmediğim ânlarda polisin üzerimize attığı gaz bombası kapsüllerini, geldiği yere doğru tekmelemek bu sayede daha az insanın gazdan etkilenmesini sağlamak hoş bir histi. Fotoğrafçı tarafsız değildi onun bir tarafı vardı ve ben direnen insanların tarafındaydım, öyle de kalacağım.

 

Dayanışma ya da çatışma anlarından unutamadığın veya “keşke fotoğrafını çekebilseydim” dediğin ân hangisi?

Aslında böyle bir ân olmadı diyebilirim, ne istediysem fotoğrafladım direnişe dair. Ancak bir video kurgulamak istiyorum ve elimde yeterince video kaydı olduğuna dair şüphelerim var.

 

Müdahalelerin en şiddetli olduğu ânlarda bile çekilmiş fotoğrafların var. Bu tür anlarda kameranı korumaya ve çekim yapmaya nasıl devam edebildin? Bu süreç içerisinde edindiğin yeni yöntemler, yeni alışkanlıklar var mı? Neler öğrendin bu dönemde?

Sanırım ekipmanlarıma ve bana bir zarar gelmemesinin en önemli faktörü şans. Onun dışında müdahale alanlarında fotoğraf çekerken oldukça sakin davranmaya çalıştım. Polis ve ön taraftaki protestocuların tam ortasında olduğum ve benden başka fotoğraf çeken birilerinin olmadığı ânlar vardı, oldukça tehlikeli bir bölgede olduğumu hissedebiliyordum. Zira basın mensupları da polisin arkasına sığınmış dar açılı büyük objektiflerle görüntü yakalamaya çalışıyorlardı. Fakat bazen mekân size öyle bir enerji verir ki ayaklarınız kendiliğinden hareket eder, beden diliniz tüm farklı frekansların yakalayabildiği bir dilden konuşur. 11 Haziran’da çektiğim fotoğraflarda bu his beni esir almıştı, tehlike pek umrumda değildi. Müzikte ''groove'' denilen bir tâbir vardır, tam anlamıyla ona benzetebilirim bu hissi. Bu bana bazen olur ama ilk defa bir çatışma içerisindeyken  yaşadım.

 

Bu direniş sürecini senin için anlamlı kılan neler oldu?

Bir uyanışın parçası olmak benim için zaten yeterince anlamlı, insanların istedikleri zaman neleri başarabileceğini görmek, apolitik olarak tanımlanan 90 kuşağının alanlardaki varlığı, orantısız zekâ, farklı etnik kökenlerden gelen insanların ilk defa bir amaç uğruna birleşmeleri, beni destekleyen annem ve babam bu direnişi benim için oldukça anlamlı kıldı.