CHARLES EMİR RICHARDS
Direnişe hangi ânında dâhil oldun? Daha önce böylesine büyük bir toplumsal olayı fotoğraflamış mıydın?
Böylesine büyük toplumsal bir olayı fotoğraflamayı bırak görmedim bile. Ben 31 Mayıs gecesi fotoğraf çekmeye çıktım. O gece garip bir şekilde bireyler Taksim Meydanı’na çıkabiliyordu ama herhangi bir gruplaşma olduğunda geri püskürtülüyordu. Gezi protestolarına ilk polisin arkasından tanık oldum. Biber gazı tüfekleriyle uzaktan, Tarlabaşı’ndaki protestoculara ateş ediyorlardı. Bazı polislerle konuşup ne olup bittiğini öğrenebiliyordum bazıları da küfür edip yanından kovuyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde de Harbiye’ye döndüm ve protestocuların yanında fotoğraf çekmeye devam ettim. Ertesi sabah televizyon ve gazetelere baktığım zaman geceyle ilgili hiçbir haber yoktu. O an fark ettim ki birilerinin gidip, olayları yerinde belgelemesi gerekiyordu.
İçinde yer aldığın olayları düşünecek olursan, sence direnişin en büyük ânı hangisiydi?
Şahsen benim için direnişin zirve noktası 2 Haziran gecesi, Akaretler’di. İnanılmaz bir birlik, beraberlik, yardımlaşma ve garip bir şekilde romantik bir hava vardı. 1 Haziran akşamı Dolmabahçe’de fotoğrafçı olarak yaşadığım tecrübeler beni 2 Haziran’a daha hazırlıklı kıldı. O yüzden olaylara biraz daha sakin ve objektif yaklaşabildim.
Polis müdahalesi bu derece yoğunken, fotoğrafçı olarak nasıl zorluklar yaşadın? Fotoğrafın “can güvenliği” endişesine üstün geldiği anlardaki hislerin nelerdi?
İlk alışmam gereken şey uyku düzenimin altüst olmasıydı. Sabah 5 ya da 7’den önce uyuduğumu hatırlamıyorum. Fazla sayıda taş yedim, 4 kere gaz fişeği ile vuruldum, 2 kere polis tarafından tutulup bırakıldım, 1 kere polis tarafından yere fırlatıldım. Tabiî herkes gibi TOMA’ya da yakalandım. Sayısızca hem polisle hem protestocularla fotoğraf çekebilirsin çekemezsin tartışması yaşadım. Ama çok şanslıyım ki hiç plastik mermi tarafından vurulmadım. Özellikle 16 Haziran gecesi etrafımda sayısız plastik mermi atıldı, uzun süre başka bir ses hatırlamıyorum. Neyse ki mucize şekilde bana isabet etmedi. Hiçbir zaman can güvenliği korkum olmadı. Plastik mermi ve tutuklanma ile ilgili endişelerim vardı. Evde hazırlanırken inanılmaz stres oluyordum ama garip şekilde çatışma sırasında sakin ve rahat kalabiliyordum.
Binlerce insanın dayanışmasının yanısıra sürekli bir çatışmanın da yaşandığı günlerden geçiyoruz. Bir fotoğrafçı olarak, bu günlere dair deneyimin ne şekilde oldu, fotoğrafı algılayışını nasıl değiştirdi?
Dürüstçe her şeyi değiştirdi. Gezi olaylarından önce son yaptığım fotoğraf çekimleri Vogue dergisi ve Volkswagen içindi. Onları yaparken inanılmaz önemli olduklarını düşünüyordum, şimdi ise böyle şeylerle, hayatımın son 15 senesi için boş yere stres yaptığımı anlıyorum. Hayatımda ilk defa bu tarz fotoğraf çektim ve gerçek olayların ne kadar güçlü ve yerine hiçbir şeyin konmayacağını anladım. Protesto fotoğraflarım gazete, dergi ve televizyonda, 6 kıtada paylaşıldı. Kimse dönüp bana ne anlatmak istiyorsun demedi. Hayatımda ilk defa kendimi büyük bir oluşumun parçası olarak hissettim. Şahsen, fotoğrafın ne kadar güçlü olabileceğine ilk defa tanıklık ettim.
Dayanışma ya da çatışma anlarından unutamadığın veya “keşke fotoğrafını çekebilseydim” dediğin an hangisi?
2 Haziran gecesi benim için çok özeldi. Orada bana çok yardımcı olan ve kollayan tanımadığım insanlar vardı. Keşke hatıra olarak o insanların fotoğrafını çekseydim diyorum kendi kendime. Hepsi değil ama bazıları sosyal medyadan bana ulaştı ve beni inanılmaz sevindirdi.
Müdahalelerin en şiddetli olduğu ânlarda bile çekilmiş fotoğraflar var. Bu tür anlarda kameranı korumaya ve çekim yapmaya nasıl devam edebildin? Bu süreç içerisinde edindiğin yeni yöntemler, yeni alışkanlıklar var mı? Neler öğrendim bu dönemde?
31 Mayıs ve 1 Haziran’da başıma kötü bir şey gelmediği için kendimi kurşun geçirmez zannediyordum. Sürekli kafamı yukarıda tutup, TOMA’nın başını ve gaz fişeklerinin nereye isabet edeceğini izliyordum. Bu şekilde akıllılık ettiğimi düşünüp başıma bir şey gelmez diyordum. Sürekli şort ve tişörtle gezdiğim için insanlar bunun tehlikeli olabileceği konusunda beni uyarıyordu. 2 Haziran’da yarım saat içinde, hem kolumdan hem de dizimden gaz fişeği ile vuruldum. Ondan sonra hep uzun pantolon, gömlek ve bisiklet kaskı ile çıktım fotoğraf çekmeye. Pillerimi, cep telefonumu ve hafıza kartlarımı plastik poşet içinde tuttum. TOMA’lara karşı da kameramı korumak için sürekli cebimde bir poşet vardı. Objektiflerimi korumak için filtre aldım ama sonuçta hiç kullanmadım, lenslerin bütünlüğünü korumanın daha önemli olduğunu düşündüm.