Bantmag

Daft Punk – Random Access Memories / Columbia
Her ne kadar 2010’da izleme fırsatı bulduğumuz Tron efsanesinin ikinci filmi olan Tron Legacy ‘nin müzikleri arasında “Derezzed”, “Sea of Simulation” ve “End Titles” gibi hakkını vermemiz gereken parçalar bulunsa da en son dinlediğimiz “gerçek” Daft Punk albümünün 2005’te yayınlanan Human After All olduğunu söylersek pek de ayıp etmiş sayılmayız. Neyse ki bu uzun bekleyiş sona erdi ve French House efsanesi Daft Punk, hayranları Coachella videosu senin, Saturday Night Live reklamı benim şeklinde sörf yaparken önce “Get Lucky” single’ını yayınladı, daha sonra ise 21 Mayıs’ta yayınlanması beklenen albümü 17’sinde iTunes store üzerinden dinlenebilir yaparak RAM konusunda en az bizler kadar sabırsız olduğunu gösterdi.
Fransız ikilinin daha önce yayınladığı albümlerle birtakım farklılıklar gösterse de genel olarak daha olgun ve organik olarak nitelendirebileeğimiz RAM, sadece grubun önceki albümlerinde bulunan giriş parçalarıyla değil bugüne kadar yayınlanan tüm albümlerin giriş parçalarıyla karşılaştırıldığında bir numara olmaya aday “Give Life Back to Music” parçasıyla başlıyor. Giorgio Moroder’ın sesinden “Sound of The Future” hikayesini dinledikten sonra enstrümental bir ziyafet çektiğimiz “Giorgio by Moroder” albümün en içten parçası. Bu ziyafetin hemen ardından “Julian Casablancas + Vocoder = Instant Crush” denklemini çözmemizin ödülünü Pharrell Williams tarafından dans pistine davet olarak alıyoruz. Yorulup durulmamızla beraber “Touch” ile teknolojiye gönderme yapıyor, Todd Edwards’ın sesinden albümde yer alan en funky parça “Fragments of Time”ı dinliyoruz. Animal Collective’in en sevdiğimiz hayvanı Panda Bear ile her şeyi doğru yaptığımızdan emin olmamızın ardından, DJ FALCON ile güçlerini birleştiren robotlarımızın bizler için hazırladığı Contact  parçasıyla unutamayacağımız bir albüm olan RAM’e unutmayacağımız bir veda ediyoruz. (A.A.)
Daft Punk - Get Lucky

Shannon and the Clams – Dream in the Rat House / Hardly Art
Geçmişe hoşgeldiniz! Shannon and the Clams, 60'ların aşılmaz ve bir o kadar da optimistik garipliğine bandırılmış, lo-fi'dan ve garage rock'tan da nasibini almış bir dinletiyle karşımızda. Shannon Shaw'nın yırtınan vokalleri ve Cody Blanchard'ın bir o kadar tatlı gelen sesi birbirinin içine geçiyor, kısa ve tatlı şarkılarını yinelemeler veya nostaljinin ötesine taşıyor. Shaw, Shangri-La's üyelerinin torunu sanki, birazcık daha sert, ama bir o kadar romantik. Gitarlar güneşte parıldıyor, surf rock kokuyor, şarkılar motown'a ve doo-wop armonilerine göz kırpıyor, arada da beklenmedik bir sertlikle rock 'n' roll'un hakkını veriyor. Sesini açıp hepberaber biraz tepinelim, ne dersiniz? (L.A.)
Shannon and the Clams – Into a Dream

Bibio – Silver Wilkinson / Warp
Bahar esintisi tadında, detaylı ve ince folk-elektronun baş isimlerinden Bibio, istikrarlı bir şekilde kendi yolunda ilerlemeye devam ediyor. Yedinci albümü Silver Wilkinson, sakinleştirici bir deneyim, tatmin edici, şekerleme gibi. Albümün çoğu akustik ağırlıklı, daire çizen gitarlarla ilerliyor, fakat tam ortasındaki “A Tout A L'Heure”a gelene kadar biraz takılı kalmış gibi – arabayı cruise'a aldığınız bir yolculuk gibi. Ama yarıdan sonrası biraz daha karışık, biraz daha düzensiz, biraz daha beklenmedik. “Business Park”ın hızı ve sürpriz synthleri, kapanışı yapan “You Won't Remember” şaşırtan efkarlı güzelliği Stephen Wilkinson'u diğerlerinden ayıran o kibar dokunuşu yeniden buluyor. (L.A.)
Bibio – You Won't Remember

CocoRosie – Tales of a Grass Widow / City Slang
Sierra ve Bianca Casady'nin hala kafa karıştıran ses karışımları ve sanat anlayışlarının altıncı atılımı Tales of a Grass Widow, kırık bir dünyayı kucaklıyor. Grubun tüm tanımlayıcı unsurları, hip-hop ritimleri, organik ve mekanik arasında seyreden sesleri, sıradışı enstrümanları bu şarkılarda mevcut ve yazdıkları korkunç hikayeler grubun doğal iyimserliğine karışıyor. Karşımıza çıkan karakterler bu sefer yabancı dünyalardan, efsanelerden değil, bize yanıbaşımızdan sesleniyor. Tales of a Grass Widow, şu ana kadar grubu bağrına basmamış olanların fikrini değiştirmeyecek gibi, ama iki kardeş yaptıklarının doruğunda, her zamankinden daha odaklı, geleneksel pop müziğine yaklaşan anlar bile sunuyor. CocoRosie burada kendi dünyalarını bizimkiyle birleştiriyor, gerçeklere bakmaya zorlarken, dinleyene beklenmedik bir umut aşılıyor. Albümün sonundaki hidden track ve Antony'nin misafirliği de albümün en aydınlık anlarını hediye ediyor. (L.A.)
CocoRosie – Villain

Dirty Beaches – Drifters, Love Is The Devil / Zoo Music
Yaşayan en üretken müzisyenlerden biri olan Tayvan asıllı Kanadalı isim Alex Zhang Hungtai, kirli distortion’lı ve bol reverb’lü gitarların üzerine eklenen atmosferik çınlamalar ve uğuldamalara karışan sesiyle şehrin karanlık yüzünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermeye devam ediyor. Albümün Drifters kısmı sanatçının son albümü Badlands ile karşılaştırıldığında bir adım geride kalsa da “Night Walk” ve “I Dream In Neon” gibi parçaları göz ardı etmek mümkün değil. Love Is The Devil kısmına geldiğimizde ise sular duruluyor. Kendimizi yaylı çalgılar ve synthlerin dört bir yanımızı sardığı depresif ve deneysel bir dünyanın tam ortasında buluyoruz. Alex’in de röportajlarında belirttiği üzere, “Drifters / Love Is The Devil” tıpkı bir Bukowski romanı gibi.” (A.A.)
Dirty Beaches - Night Walk

Scout Niblett - It's Up To Emma / Drag City Records
Cat Power'ın yaklaşık on kat daha çığırtkanı; Courtney Love'ın az daha yerli yerindesi; ve konu pervasızlık ya da içtenlik olursa Soko filan giderken dönüyor olan... Scout Niblett, 2010'daki The Calcination of Scout Niblett'ın ardından, geçtiğimiz ay yedinci albümü It's Up To Emma'yla muhteşem bir dönüş yaptı. Albümün ilk şarkısı “Gun”la, ayrılık sonrası aklına gelen her şeyi kusarcasına söyleyen yakın arkadaşın öfkesini paylaşıyoruz, arkasından “Can't Fool Me Now” ile aklını başına toplama moduna geçiyoruz ama hala yatışmadık-albüm boyunca yatışmayacağız da zaten; üçüncü parça “My Man” ve devamında ise ancak Scout Niblett'ın ayarlayabileceği kadar özgün dozda bir depresyona eviriyoruz içimizdekileri. Şimdiye kadarki her Scout Niblett albümü gibi, 90'lara bağlılık ve saygı sözleri veren ama zamanın ötesinde veya gerisinde değil zamanın dışında seyreden bir öykü kitabı It's Up To Emma. Albüm adının, kendi gerçek adını içermesi de sıcacık bir bağlantı. (T.B.)

Tricky – False Idols / Fals Idols
Tricky'nın karanlık ve tehlikeli atmosferine kendimizi bırakalı artık yıllar oluyor ve False Idols, Tricky'nın onuncu stüdyo albümü, uzun zamandır darbe yiyen hayranlarının umudunu tazeliyor. Patti Smith'e göz kırparak başlayan albüm, beklenilen korkunç fısıltılar, pürüzsüz konuk vokaller ve tedirgin edici sesler eşliğinde, kararlı bir doğrultuda ilerliyor. Fakat bu gölgelere dalan yolculukta araya sızan sürprizler, “Valentine”ın Chet Baker loop'u, “Chinese Interlude”un kafa karıştıran hafifliği albümü tekdüzelikten çıkarıp geçmişi tekrarlamadan, o eski heyecanı yeniden ateşliyor. Uzun zamandır Tricky'den sessizce dilediklerimiz False Idols'da gerçek oluyor. Bu tanıdık, karamsar sesler uzun zamandır bu kadar huzur vermemişti.(L.A.)
Tricky – Passion of the Christ

La Femme - Psycho Tropical Berlin / Born Bad Records
La Femme, biraz mistik kokulu, politik yansımalı, fazlasıyla Avrupai ama her şey bir yana deli gibi eğlenceli bir albüm Psycho Tropical'la karşımızda. 2011'de Le Podium adlı dört parçadan oluşan bir EP yayınlayan grup, ilk uzun soluklu çalışmasında surf rock'tan new wave ve kraut'a uzanan bir koşturmacaya girişiyor. Stereolab ve The Cure bağıran müziğe zaman zaman gotik detaylar eşlik ediyor. Birkaç sene önceye kadar ortalıkta gezinen Soho Dolls diye bir grup vardı hatırlayanınız varsa; onların daha bir sofistike ve duyarlısını çağrıştırıyor La Femme, hoş geldi. (T.B.)

The National - Trouble Will Find Me / 4AD
Indie rock’un efendi çocukları, biz belaya bulaşmayız bela gelir bizi bulur diyor. Trouble Will Find Me sakin ve ılıman bir albüm olmuş. Güneşin batışını izlerken dinlenebilir mesela. Kanepede uyuklarken de dinlenebilir. Ama sabah koşusu yaparken dinlemeyin. Trouble Will Find Me huzurların efendisi… (S.U.)

Baths - Obsidian / Anticon Records
Will Wiesenfield'ın 2010'da yayınladığı çıkış albümü Cerulean'la kalplerimizi fethetmesi çok uzun sürmemişti. “Animals”, “Heart”, “Maximalist” gibi parçaları kısa sürede beklenmeyecek kadar populer olmuştu. Tüm başarısını olduğu gibi hak ettiği şüphesiz olan Baths, Mart ayında ikinci LP'nin yakın olduğunu duyurup albümden parçalar yayınlamaya başlamıştı. Obsidian, nihayet çıktı. Albümün görücüye çıkan ilk parçaları “Ironworks” ve “Miasma Sky”, albümün Cerulean'a oranla daha durgun ve melankolik bir çizgide yürüyeceğini düşündürüyordu, fakat tam olarak öyle olmamış. Geri vokallerine, beklenmedik enstrüman denemelerine, aksayan ritimlerine bayıldığımız Baths, ilk albümünde tutturduğu leziz kıvamı ikinci albümüne taşımış. Not: "Baths pop yapsa neye benzerdi?" sorusu geçerse içinizden, albümdeki “No Eyes” parçası sanırım sorunuza cevap vermeye yaklaşabilir. (T.B.)

Helldorado - Bones in the Closet / Checkpoint Charlie Audio Production
Norveçli olduğuna bir türlü inansımızın gelmediği sıcak esintili grup Helldorado, yeni albümüyle yine Meksika ateşini yakıyor, çili biberlerini mangala diziyor, barbekü soslarını boca ediyor. Bones in the Closet tehlikeli bir arbedenin ardından mezarlıkta yaşananları anlatıyor. Tekila usulüyle... Enerjisi, suç oranı, heyecanı yüksek bir albüm. Ben şahsen Helldorado kültürünü seviyorum. Onun için bu adamlar sadece gitar tıngırdatsalar da bana uyar. (S.U.)

The Knife - Shaking the Habitual / Rabid
Soğuk diyarların maskesever soğuk ikilisi The Knife, dördüncü albümü Shaking the Habitual’ı yayınladı. Biz onları karların üstünde arz-ı endam ederken görmeye alışık olsak da Shaking the Habitual’ın bahar enerjisi güzel. Fakat hala tuhaf. Shaking the Habitual, gece yarısı pencerenize yansıyan alacalı ışık oyunlarının albüm hali. Karin Dreijer Andersson’ın insanı büyüleyen, üzen ve karamsarlaştıran karga vokaliyle... (S.U.)

Small Black – Limits of Desire / JAGJAGUWAR
“Free at Dawn” parçasının girişinden itibaren dinleyiciyle oldukça sağlam bir duygusal temas kurup “No Stranger” ile “her şey güzel olacak” hissiyatı yaratan, “Sophie” ile Jack Tatum’a selam çakan, “Shook Loves” ile derin düşüncelere sürüklenip “Outskirts” tarafından üflemeli çalgılar ve teflerle uğurlandığımız Limits of Desire hiç şüphesiz grubun drum machine kullanmayı bırakıp organik davullara geçmekle isabetli bir karar aldığını ve potansiyelinin birçok farklı tarzla bağlantı kurabilecek, kokteyl şarkılar yapacak düzeyde olduğunu rahatça fark etmemizi sağlayan, duygu yüklü bir albüm. (A.A.)
Small Black - No Stranger

Primal Scream – More Light / Ignition Records
Primal Scream kariyerinin en psychedelic çalışmasıyla geri döndü. Eskisinden daha karanlık ve daha sert bir şekilde karşımıza çıkan grup, tarzlarında radikal bir değişikliğe gitmiş gibi gözüküyor. More Light’ı dinlemeye başladığınız ilk an Jim Morrison günümüzde hâlâ müzik yapsaydı nasıl olurdu sorusuna cevap bulacaksınız. Primal Scream son yıllarda ihtiyaç duyulan 60’lar ruhunu yeniden ortaya çıkaracak gibi duruyor. (K.D.)

Little Boots – Nocturnes / On Repeat
2009 yılından itibaren diskoların yeni kraliçesi olarak kabul edilen Little Boots, yeni albümü Nocturnes ile raflarda. 3 yıllık süreçte daha özgün bir albüm hazırlayan Victoria Christina Hesketh yeni albüm ile plak şirketlerinin dayatmalarından uzaklaşmış gibi gözüküyor. 80’lerin house müziğini günümüze taşıyan Hesketh ve ekibi, Nocturnes ile yaz aylarının hakkını vereceğe benziyor. (K.D.)

Thee Oh Sees – Floating Coffin / Castle Face Records
Yeni bir albümü takınca ne beklersiniz? Sizi gerçeklere yaklaştırmasını mı? Yoksa onlardan uzaklaştırmasını mı? Ben dağdan daha yeni geldim. Dağda plastik kılıcımla böceklerle ve karıncalarla savaştım. Güneş’e ve Ay’a baktım... Bulutlarda şekiller buldum. Bir süreliğine kendi kabilemi kurdum... Üstelik yaptığım tek şey kulaklarımı kafama geçirmek oldu. Thee Oh Sees bu yeni albümü bizi hiptonize etmek için çıkarttı. Bir süreliğine dünyada hiçbir şey olmuyormuş gibi hissedebilelim diye. Dinleyiniz. (Y.D.)