Bantmag

GEÇTİĞİMİZ AY BROOKLYN VAPURU VESİLESİYLE AĞIRLADIĞIMIZ TV ON THE RADIO’CU TUNDE ADEBIMPE VESİLESİYLE TANIŞIP, TANIŞTIĞIMIZA ÇOK MEMNUN OLDUĞUMUZ DOMITILLE COLLARDEY’E İÇİNİ DÖKTÜRDÜK.

 

New York’ta yerleşik Parisli sanatçı Domitille Collardey’nin maceralarını öğrenmeye çalışırken, esprili işlerinin arkasında yatanlar, kara mizah anlayışı, ölü adamlardan aldığı ilham ve neden geçmişe takılı olup eskiye yönelik estetik anlayışını idealize etmenin sakıncalı olduğu konusunda güldüren, güldürürken de düşündüren yanıtlar aldık.

 

Paris'te mi doğup büyüdün? Bize biraz geçmişinden söz edebilir misin?

Paris'in biraz dışında doğdum ve 14 yaşıma kadar burada yaşadım. Tüm evlerin tıpatıp birbirine benzediği, herkesin kiliseye gittiği, güzel bir araba ve bir köpek sahibi olduğu bir yerde büyüdüm. Buraları bana son derece depresif ve sığ gözükürdü o zamanlarda. Her şeyi yargılayan bir ergendim! Büyürken istediğim her şeyi kolayca elde edebiliyordum ve buna rağmen kimseye bir minnettarlık da duymuyordum. Annemle babam çok çalışıyorlardı ama ben başka bir şeylerin hayalini kuruyordum. Sonrasında ailem Normandiya'da orta büyüklükte bir şehre yerleşti, Le Havre diye... Burada şehrin tam merkezinde bir apartmanda yaşıyorduk. Okula yürüyerek gidebiliyordum, yolumun üzerindeki kafede takılabiliyordum. Bazen de okulu kırıp sahile veya müzeye giderdim ve akşamları da şehrin güzel sanatlar okulunda benden yaşça büyük öğrencilerle birlikte derslere katılırdım. Sonunda kendime ait bir hayatım olduğunu hissetmeye başlamıştım. Sanat eğitimi almak için tekrar Paris'e taşındım ama orada da okula gitmektense bir punk grubunda çalarak vakit geçiriyordum.


Çizgi romanlarla ve çizimle ilişkin nasıl başladı?

Çizgi roman benim için hiçbir zaman bir hedef olmadı. Okuldan mezun olduktan sonra tesadüfen ortaya çıktı gibi ama esas yapmak istediğim (ki hala istiyorum!) animasyon işine girmekti. Anlatmak istediğim hikâyeler vardı ve çizim yapabiliyordum. Bu bakımdan çizgi romanlar benim için bir hikâye anlatmanın ve bunu yayınlamanın en kolay yolu oldu. Çizgi roman işine girişmem ise üç arkadaşımla birlikte “Chicou-Chicou” adlı internet üzerinden yayınlanan hikâye ile başladı. Üç yıl boyunca iş çıkışında bunu yapmaya devam ettim (ben o sıralarda web tasarımcılığı yapıyordum) ve harika bir yayıncı bize bu hikayeleri bir kitapta toplamayı teklif etti. İlk kez bir eserimin yayınlanması böyle gerçekleşti. İnternetin bana çok yararı oldu. 

Paris'ten Brooklyn'e ne zaman taşındın? Brooklyn'e seni çeken ne oldu?

Brooklyn'e üç sene önce taşındım. Oraya yerleşmemin sebebi ise erkek arkadaşımın -şimdi kocam kendisi- da orada yaşıyor olmasıydı. Onu Brooklyn'e bağlayan daha çok şey var çünkü kendisi beş müzisyenle birlikte burada bir grupta çalıyor. Bense tek başıma çalışıyorum. O yüzden hayatındaki esas büyük hamleyi yapan ben oldum. New York illüstrasyonla uğraşan biri için en harika şehirlerden birisi. Yayımcılık dünyası giderek genişliyor ve dergiler de hâlâ illüstratörlerle birlikte çalışmaya devam ediyor. Bu nedenle, kişisel sebepler dışında mesleki açıdan da buraya yerleşmenin iyi bir karar olacağını hissettim. The New Yorker illüstratörleri her zaman favorilerim arasında yer almıştır: Saul Steinberg, Chas Addams, Peter Arno, Gluyas Williams - hiçbiri hayatta değil artık. Tüm bunların bulunduğu yerin merkezine yerleşme fikrini bayağı benimsemiştim. Dünyanın bazı heyecan verici illüstratörleri burada çalışıyor ve yaşıyor. Birkaç isim verecek olursak, Jillian Tamaki, Lisa Hanawalt, Chris Silas Neal ve Jonny Negron mesela...

 

Oyunun bir sonraki bölümüne geçmem gerekiyordu benim de! Buraya yerleşmemin de bu açıdan harika sonuçları oldu. Hiç düşünmediğim bir şekilde, çok gurur duyduğum işler yaptım burada.

 

Birçok farklı yayınla birlikte çalışıyorsun. Günlük çalışma düzenini nasıl oluşturuyorsun?

Düzenli çalışma saatleri oluşturuyorum kendime ve her gün en az 6 saat çalışıyorum. Bazen pek bir şey üretemiyorum ama disiplinli olmam gerekiyor! En üretken olduğum vakitler ise gece saatleri... O yüzden çalışma saatlerim sabah 11'den gece 9'a ve daha sonrasına uzanıyor. Kocam için de aynı şey geçerli, bu açıdan senkronize haldeyiz. Sabahları istediğimiz kadar oyalanıyoruz ama akşamları da geç saatlere kadar çalışıyoruz. Bizim evde "Akşam yemeği için saat 8'de evde ol hayatım!" gibi muhabbetler dönmüyor. New York bizim gibi hayat tarzı dağınık saatlerden oluşanlar için büyük kolaylıklar sunuyor. Günün hangi saatinde olursa olsun istediğinizi bulabiliyorsunuz. Bu şehir kötü alışkanlıklar için bir sürü olanak sunuyor!


Çalışmalarını pek çok farklı stilde ve teknikte devam ettiriyorsun. Bazen son derece yoğun, bazense daha skeç tarzında ya da oldukça düzgün... Bazen de tamamen organik bir şekilde... Bir fikri en iyi şekilde sunmanın nasıl olacağını karar vermende neler etkili oluyor?

Bu soruyu hâlâ soruyorum kendime. Her projede içgüdülerimle hareket ediyorum gerçekten. Bazen uzun zamandır denemeyi düşündüğüm bir tekniği uyguluyorum ama çoğu zaman o anda nasıl hissediyorsam öyle ilerliyorum. Ne yapacağını kafasında önceden planlayan bir sanatçı değilim. Kafamda belirli bir konseptin oluşmasını ama onu tam olarak nasıl hayata geçireceğimi bilememe halini seviyorum. Yaptığım işi sürekli heyecanlı kılıyor. Diğer yandan, bu yöntem sık sık hata yapacağım anlamına da geliyor. Çok sık kendimi çıkmazda buluyorum. Ben bir de ayrıca, kendisini tanıtmayı becerebilen sanatçılardan da değilim. Ticari açıdan bunun pek bir işime yaradığı söylenemez ama bende durum böyle. Sanırım işimde sadece tek bir konuya odaklanıp "yazarlarınkiyle dalga geçen sanatçı" olabilirim belki de ama sadece tek bir konuya kafa yorup onunla uğraşan biri olmak istemiyorum.

Mizah anlayışını oluştururken nelerden etkileniyorsun? Ne tür mizahi konular sana ilham veriyor? Film, arkadaşlar, ne olursa?

Bu çok zor bir soru. Gerçekten bilmiyorum. Buraya yerleştiğimden beri, çok iyi İngilizce biliyor olsam da, farklı bir mizah anlayışı edindim. Buradaki insanların mizah açısından referanslarını çok iyi tanımadığım için yapılan mizahi yorumların pek çoğunu anlamıyorum o yüzden ben de klasikleşmiş yazarların söyledikleri üzerinden, eskiye dayanan bir mizah geliştirdim. Dünyanın her yanında insanlar popoların komik olduğunu düşünüyor. Bir iPhone ya da bir Star-Trek figürü ya da belki de değil...

Komediyle daha çok ilgilenmeye başladım çünkü burada komediye çok önem veriliyor ve arkadaşlarım arasında kulüplerde ya da gece şovlarında stand-up gösterileri yapanlar var. Bir espiriyi kurgulama biçimlerini çok seviyorum. Etkileyici bir hal alana kadar buldukları bir espirinin üzerinde defalarca çalışıyorlar ve kahkaha üzerine bir nevi teknik geliştirmiş olmaları beni büyülüyor. Ben genelde kara mizahı tercih ediyorum. Bence biraz hüzünle karışık olunca her şey daha da komik bir hal alıyor. Addams Ailesi'nin yaratıcısı Chass Addams bu işin ustasıdır. Edward Gorey'i tanıyor musunuz? Benim en sevdiğim yazar ve illüstratörlerden biridir. Ayrıca Roald Dahl'ın da yetişkinler için yazdığı olağanüstü ve son derece zalim kısa hikayeleri vardır. Sanırım ben en çok bu ölü adamlardan ilham alıyorum. En iyisini onlar yaptı. Hayır, bu doğru değil. Aslında insanların bu tür şeyler söylemesinden nefret ediyorum. İçinde bulunduğun çağın farkında olmak ve bunu yaşamak çok önemli. İnsanlar eski günlerin estetik anlayışını idealize ediyor ama benim için o günler ayrıca gey olmanın bir suç olduğu ve ırklar arası evliliğin yasaklandığı dönemi temsil ediyor bir yandan da. Bana sorduğun bu değildi aslında ama neyse...

Poposu açık adamları yaratırken akılında nasıl bir fikir vardı?

Buna verebilecek tam bir cevabım yok, sadece o fikri yapmak ve üzerinde fazla düşünmemek istedim. Erotik, güçlü ya da güzel olduğu için insan vücudu pek çok kez yüceltilmiştir ama ben çoğu zaman bunun biraz komik olduğunu düşünürüm. Demek istediğim, bizler tüysüz hayvanlarız ve her bir tarafımızdan eklemler, parmaklar çıkıyor. Vücudumuz gerçekten garip. Benim çizimlerim nasıl algılanıyor bilmiyorum ama görenlerin çoğu sadece gülüyor ya da bunların "garip" olduğunu söylüyor. Yaptığım erkeklere karşı biraz acımasızca bence ama onlar da her daim kadınları abzürd ve gerçekçi olmayan bir şekilde sundular. O yüzden bu benim kendimce bir intikamım olabilir. Muhtemelen çok da etkileyici olmayacak. 

Sanat dünyası içerisindeki rekabet hakkında ne düşünüyorsun?

Bence illüstrasyon alanındaki rekabet oldukça sağlıklı. Herkes kendi anlatımını yaratabilmek için çok çalışıyor ve kendilerine ait bir ses yaratabildikleri için işe alınıyorlar. O yüzden herkesin aynı fırsatlar içerisinde rekabet ettiği söylenemez. Art direktörleri, işe en uygun olduğunu düşündükleri kişiyi alacaklardır, bu sizin kontrolünüz dışında... Sizin kontrolünüz dahilinde olan ise, elinizden gelenin en iyisini yapmak ve kendi sesinizi bulmak... Ayrıca illüstrasyon "sanat dünyası"ndan ayrı bir yerde durmaktadır çünkü sanat dünyasında daha çok fazla para ve daha ünlü isimler söz konusu... Güzel sanatlarla ya da performansla uğraşan sanatçılar kişilik olarak kendini daha çok ortaya koyan karakterler... İllüstratörler ise geri planda kalmaya meyilliler. Onların işleri kendilerinden daha ön planda oluyor. Arkadaşlarım büyük işlere imza attığında çok seviniyorum çünkü bu onları hedeflerini büyütmeleri için motive ediyor. Diğer yandan eğer kendini diğerleriyle kıyaslamaya başlarsan bitmişsin demektir!

Kendi çalışma etiğin açısından sana gurur veren neler var?

20'li yaşlarımdayken, kendimi ait hissetmediğim pek çok işte çalışarak zamanımı tükettim. O yüzden telafi etmem gereken çok fazla harcanmış zamanım var. Gelişmek ve daha iyisini yapmak için büyük bir açlık duyuyorum. Sorunu cevaplamak çok zor çünkü şimdikinden çok daha iyisini yapabileceğimi hissediyorum. Ayrıca, "sürekli çalışıyor olmak" pek de gurur duyduğum bir şey değil. Az zamanda işini yapıp sonra gece dışarı çıkan, tatile gidebilen ve genel olarak hayatını yaşayabilen insanlara hayranım!

Yayımladığın zinleri merak ediyoruz. Bize biraz onlardan bahsedebilir misin?

“What Had Happened Was” adlı üç sayılık bir zin yayınladım. Genelde bunlardan 500 adet basıyorum ve sanat gösterilerinde ya da festivallerde satıyorum. Neredeyse tüm baskılar tükendi. Çizimlerimden oluşan basit bir koleksiyon aslında, nasıl da her daim farklı şeyler denediğimin bir kanıtı niteliğinde ve tabii ki dönüp baktığımda bana korkunç gözüküyorlar. İlk yaptığım koleksiyonda Fransızca yazdığım ve sonra buraya gelince çevirdiğim çizgi hikâyeler bulunuyordu. İkincisinde de mizahi açıdan karanlık serileri toplamıştım. Üçüncüsü ise çok büyük, katlanılabilir bir haritadan oluşuyordu ama tabii ki bildiğimiz anlamda bir haritayla alakası yoktu. O sene yaptığım tüm çizimlerden oluşan bir kolajdı aslında. Benim zihnimdekilerin bir haritası sayılabilir bir nevi. 


Şu aralar ne üzerinde çalışıyorsun?

“Wreckhall Abbey” adında, internet üzerinden yayınladığım, Robinson Crusoe hakkında biraz saçma bir çizgi romana başladım. Kitapta yer almayan (elbette!) ve adada geçirdiği hayatından kesitler sunan hikayeler anlatıyorum. Bence Robinson Crusoe, kolonileştirme ve ırkçılığı ihtişamlı bir şekilde sunan bir roman ve benim şu hayatta en sevdiğim şeylerden biri de hıyar Robinson ile dalga geçmek. Tam bir hıyar!

 

Peki, şu aralarda duyduğun en iyi müzik neydi sence?

Daha bu sabah, bir kafede kahvaltı ederken, önceden hiç dinlememiş olduğum harika bir soul parçası duydum. Hani şu şarkıyı dinlettiğinizde size adını söyleyen bir iPhone uygulaması var ya (harika bir şey değil mi?) oradan arattığımda şarkının Mitty Collier'den "My Babe" olduğunu öğrendim. Çok güzeldi. Mitty'e büyük bir orkestra eşlik ediyor. Yine bugün dinleyip öğrendiğim bir şarkı da Ivory Joe Hunter'dan "Since I Met You Baby".

 

İleride Bant Mag. sayfalarında yer alması için bize hangi isimleri önerirsin?

Bence şu isimleri sevebilirsiniz: Michael Deforge, Jonny Negron, Lisa Hanawalt, Jon Han, Jillian Tamaki... Aslında daha başkaları da var ama bu iyi bir başlangıç olabilir.