Bantmag

GLASGOW, 1978. BOBBY GILLESPIE 16 YAŞINDAYKEN THE DRAINS İSİMLİ BİR GRUBA KATILIYOR. HENÜZ ORTADA İSMİ BİLE OLMAYAN PRIMAL SCREAM’İN TOHUMLARI DA BU GRUPTA ATILIYOR...

 

Zira The Drains dağılıp grubun iki üyesi olan Andrew Innes ve Alan McGee Londra'ya taşındıktan sonra yolları tekrar Gillespie'ninki ile kesişecek. Ancak Gillespie'nin Glasgow'a biraz daha bekçilik etmesi lâzım. O da akşamları vakit geçsin diye kendi kafasındaki Jim Beattie'yi bulup adını bir psikoterapi yönteminden alan bir grup kuruyor. Tarih 1982.  Bir fuzz gitar ve perküsyonlar, Velvet Underground ve Byrds yorumları. Primal Scream kendi yağında kavruladursun, o dönem The Jesus and the Mary Chain'in bas gitaristi olan dostu Douglas Hart'ın teklifi ile ek mesaiye girişiyor Gillespie. The Jesus and the Mary Chain'in 1985 tarihli klasiği Psychocandy’i bir de bu kulakla dinlemek lazım, zira davullar Gillespie'ye emanet. Kendi dükkânında ise tadilat var, kadro genişliyor ve Primal Scream az önce ismini andığımız ve prodüktör/yazar olarak bildiğimiz Alan McGee'nin sahibi olduğu Creation Records'dan "All Fall Down" isimli ilk single'ını yayınlıyor. Naif melodileri ve cangıl cungul gitarları ile dönemin twee akımına yakın duran bir şarkı.

 

Gillespie bu single sonrası bir seçim yapmak durumunda kalıyor ve el evinde davul dövmektense kendi çöplüğünü seçiyor. 1986'da "Crystal Crescent" isimli bir single daha yayınlanıyor ancak esas iz bırakan B-yüzünde bulunan ve NME dergisinin o sene kotardığı indie pop toplaması C86’i açan "Velocity Girl" şarkısı. Bu dönemki söyleşilerine baktığımızda Gillespie'nin twee akımıyla özdeşleşmekten memnuniyetsiz olduğu aşikâr. Lakin 1987 tarihli Sonic Flower Groove isimli ilk uzunçalar açılışındaki "Gentle Tuesday"in gitar tonlarından belli olduğu üzere yine aynı damarı deşen bir iş. Satışlar vasat, eleştiriler orta şekerli. Warner Bros'un alt etiketi Elevation'dan yayınlanan albüm bir büyük şirket ölçeğinde başarısızlık olarak görülebilecek nitelikte lakin Primal Scream açısından bir lütuf bu belki de. Zira bu albüm sonrası Beattie gruptan ayrılıyor, gitarist Andrew Innes geliyor ve bas gitarda Robert Young'ın bulunduğu üçlü şapkalarını tekrar önlerine koyuyor. Sonuç kendi adlarını taşıyan ve "Ivy, Ivy, Ivy" single'ının işaret ettiği daha sert bir gitar tınısına sahip nurtopu gibi bir başarısızlık. Yeni yaklaşım yeni dinleyici çekemediği gibi, eskileri de gruba yabancılaştırıyor.

 

BEKLENMEDİK PATLAMALAR, BEKLENMEDİK SÖNÜMLENMELER

Onca laf anlattık ama Primal Scream hâlâ bocalıyor. Grubun hikâyesi biraz da bu zaten, bocalama dönemi sonrası gelen beklenmedik patlamalardan ibaret Primal Scream külliyatı. İlk patlamanın kökü ise 80'lerin sonunda Britanya'yı etkisi altına alan acid house türünde. Ufak ufak rave'lere gitmeye başlayan grup üyeleri o dönem henüz DJ'lik kariyerinin başında olan meşhur prodüktör Andrew Weatherhall ile tanışıyor. Weatherhall bir önceki albümdeki "I'm Losing More Than I'll Ever Have"i alıyor, evirip çeviriyor ve ortaya Primal Scream'in ilk hiti olan "Loaded" çıkıyor. Bu yeni ilhamla stüdyoya kapanan grup bir klasiğe, 1991 tarihli Screamadelica’ya imza atıyor. Her sene kim alacak diye meraklandığımız Mercury Ödülü'nün ilk sahibi de dans müziği ve rock’n’roll arasında köprüler kuran bu albüm. Doğru zamanda doğru yerde bulunmak ve bu fırsatı değerlendirmek için bildiklerini unutmaktan korkmamakla bağıntılı bir başarı bu.

 

Primal Scream, beklenmedik patlamaları kadar beklenmedik sönümlenmeleriyle de bilinen bir grup. Bir numune 1994 tarihli The Stone Roses çakması Give Out But Don't Give Up albümü. NME'nin tâbiri ile dans müziğine ihanet. Biraz uyuşturucu etkisi, biraz da grup içi problemlerden dolayı o dönem dağılmanın eşiğine gelen Primal Scream ufak bir aradan sonra, ne tesadüftür ki, dağılan The Stone Roses'ın bas gitaristi Mani'nin bulunduğu yeni bir kadroylabir araya geliyor. Bu kadronun ilk ürünü olan 1997 tarihli Vanishing Point Primal Scream külliyatının gizli mücevheri. Polisten kaçan bir anti-kahramana odaklanan 1971 tarihli klostrofobik bir yol filminden ilham alan albüm dans ve dub temelini koruyup ambient ve krautrock etkileriyle karanlıklaşan bir iş.

 

XTRMNTR: PRIMAL SCREAM KÜLLİYATININ HER ANLAMDA YÜZ AKI

Yine bir yol kesişmesi, yine bir Primal Scream klasiği. Bu sefer My Bloody Valentine'ı askıya almış olan Kevin Shields misafir. Gruba turda eşlik eden Shields, Chemical Brothers ve New Order'dan Bernard Summer gibi isimlerle 1999 tarihli XTRMNTR albümüne katkıda bulunuyor. O güne kadar etliye sütlüye pek bulaşmamış Primal Scream için radikal bir değişiklik zira XTRMNTR bir albüm olduğu kadar bir politik metin aynı zamanda. İlk single "Swastika Eyes" hedefine ABD'nin yoğurduğu uluslararası terörizmi ve demokrasi sanrısını koyarken, belki iddialı olacak, ama 2000'lere damgasını vuran siyasi iklimin de ipucunu verdi. Sözler kadar müzik de ağır ve "Accelerator"ın kesif gitar bulutunda Shields'ın etkisi belli. XTRMNTR, Primal Scream külliyatının her anlamda yüz akı.

 

XTRMNTR’IN VASAT KARDEŞİ EVIL HEAT VE YERDE İKİ SEKSEN YATAN PRIMAL SCREAM

Philip K. Dick'e göndermelerde bulunan ve adı önce "Bomb The Pentagon" olup 11 Eylül saldırıları sonrası "Rise"a dönüşen bir şarkıyı içeren Evil Heat, bir duraklama noktası Primal Scream için; XTRMNTR’ın vasat kardeşi. Bu noktada Primal Scream için bir tespitte daha bulunmakta fayda var: Ne zaman elektronik sesleri bırakıp sırf gitarlara yoğunlaşsa iki seksen yatan bir grup Primal Scream. 2006 tarihli Riot City Blues da istisna değil. Belki "Country Girl" grubun İngiltere listelerinde en yükseğe tırmanan single'ı olabilir ama muteber bir kaynağın değişiyle sanki birkaç sene önce XTRMNTR gibi bir albüme imza atan kendileri değilmiş gibi "blues'u yeni keşfeden toy üniversite öğrencileri gibi" çalıyorlar. Bu esnada The Stone Roses birleşince Mani gruptan ayrılıyor, Young da kafa iznine çıkıyor. 2008 tarihli Beautiful Feature, aramızda yalan yok, ilhamdan yoksun ve sıkıcı bir arena pop albümü. 

 

KÖLELEŞTİRİLMİŞ HAYATLARIMIZ, İÇİMİZE EKİLMİŞ KORKU TOHUMLARI, PARAYA KURBAN EDİLEN İTİRAZLAR VE YENİDEN MACERAPEREST BİR PRIMAL SCREAM

2013'e geldiğimizde durum bu minvalde. Primal Scream, modern müzik tarihinin en iyi albümlerinden ikisine imza atmış, 30 yıl içinde kendilerini yenileyebilmiş ama bazen de vasata tamah etmiş bir grup. Grubun onuncu stüdyo albümü More Light’ın haberi geldiğinde beklentilerimiz ölçülüydü ama ne olursa olsun elimizdeki yeni bir Primal Scream albümüydü. İlk olarak albümü açan "2013"ü duyduk. Sözel içerik açısından XTRMNTR günlerini anımsatan şarkı, köleleştirilmiş hayatlarımızdan, içimize ekilmiş korku tohumlarından ve itirazın paraya kurban edilmesinden bahsediyor. Thatcher sonrası İngiltere'nin içine düşürüldüğü pislik çukurundaki debelenişi. Ancak güneşli gitarlar ve oyunlu borazanlarla bir kan uyuşmazlığı söz konusu. Arkasından kapanıştaki "It's All Right, It's OK" geldi, daha baştan kötü bir fikirdi zira geleceğe bakmaya odaklanması gereken bir grubun 20 sene önce yayınladığı "Moving On Up"ı ters yüz edip tekrar servis etmesi nereden baksan tuhaftı. Primal Scream'in kötücüllüğü ve tekinsizliğini sevenler yine avuçlarını yalayacak diye düşünürken albümün tamamına eriştik. Ve gördük ki grubu bu albümle keşfedecek yeni nesiller için talihsizlik niteliğindeki iki single'ın arasına doluşmuş birçok güzellik barındırıyor More Light. Mesela akustik gitar cümleleriyle başlayıp ortasındaki özgür caz sekansı ile kendini baştan yaratan "River Of Pain". "Culturecide"ın punk damarı. "Tenement Kid" ve Robert Plant'in vokallerinin sızdığı "Elimination Blues"da daha önce defalarca düşülmüş blues tuzağından kaçılabilmiş olması.

 

"Relativity"nin fenafillah kreşendosu. More Light psikedeliye, gospel'e, soul'a ve hattâ bossa nova'ya bile göz kırpan ve çatısını rock'n’roll'dan bina eden bir albüm. Klasikleşmiş Primal Scream albümlerinin tersine elektronik altyapıyı biraz bastıran, pirinç üflemeliler ve yaylı partisyonları ile katman katman akustik gürültü yoğuran bir deneme. Deneme kelimesi önemli zira Primal Scream uzun zamandan sonra tekrar maceraperest. Grubun çeşnili külliyatının bir nevi temize çekildiği ancak bir özetten de ibaret olmayan, her deneydeki gibi yer yer hedefi ıskalayıp, yer yer on ikiden vuran bir albüm. Bu açıdan XTRMNTR’dan beri dinlediğimiz en iyi Primal Scream üretimi. Primal Scream her zaman etkilendiği müzikal akımları şatafatlı prizmalardan yansıtan bir oluşumdu. Grubun son tezahürü ise sanki distopik bir geleceğin sokak bandosu.