Bantmag

THE FLIGHT OF THE CONCORDS İKİLİSİ, KALABALIK METROPOL YAŞANTISININ YARATTIĞI HAYAL KIRIKLIKLARIYLA DALGA GEÇERKEN PET SHOP BOYS ŞARKILARINDAN BİR SEÇMECE HAZIRLAMIŞTI...

 

Peki, bu İngiliz elektropop tanrılarının müziğini 1980’li yılların kültürel manzarasıyla bütünleştiren neydi? Neden hâlâ böylesine sadık bir şekilde takip ediliyorlar? Ve neden hâlâ, büyük kent yaşantısı ile aşk acısına dair anlattıkları, bu kadar güçlü bir şekilde yankılanmaya devam ediyor?

 

“‘New York City Boy’ şarkısındakinden farklı değil. Gece vakti şehre çıkıp hayatın zorluklarından kaçmakla ilgili...” Neil Tennant, 2003’teki PopArt röportajında “West End Girls” şarkısından bahsederken...

 

The Kinks, The Beatles ve The Who gibi 1960’ların beat grupları Amerikan blues ve rock’n’roll’unu taklit ederken pop müziğini çok farklı bir rotaya çevirdi. Aynı şekilde The Sex Pistols ile The Clash, punk’ı icat etmeseler de, kendi yarattıkları yeni yorumlama şekliyle asla Amerika’dan çıkamayacak bir tarz yarattı.

 

Birleşik Krallık, Amerikan müziğinden bir karışım ile beslenen ve sonrasında bu müziği kendine ait kılmayı başaran bir müzik geçmişine sahip. Ve bu müzikal alışveriş süresince de Pet Shop Boys gibi gruplar ortaya çıkarmayı başardı. Disko sadece Amerika’dan gelebilirdi. Yalnızca New York gibi bir şehir, müzikal bağlamda, rock’n’roll sonrası büyük değişim için gerekli olan çeşitliliği sağlayabilirdi. Niş mikro-kültürlerden bir toplama: Gey kulüpleri, Afro Karayip dans salonları, Latin ritimleri, psikedelik müzik, funk, soul, uyuşturucu ve ego... Oysa 1980’lerin başında, dans müziği hâlâ rock’un güçsüz kardeşi gibiydi. Synthesizer’lara karşı oluşan yeni ilginin ve olumlu eleştiriler toplayan Kraftwerk’in ön ayak olduğu bir şevkle, OMD ve Depeche Mode gibi gruplar müzik listelerini synthpop ile doldurur oldular. Şimdilerde “dans” olarak tâbir edilen Amerikan disko müziğinde ise, MIDI teknolojisi sayesinde “Hi-NRG” (yüksek enerjili disko ve elektronik müzik) kayıtlarla DJ’lerden oluşan yeni bir tür tohumlanmaya başlamıştı.

 

“İnsanlığa karşı sevgi dolu binlerce kişiyle birlikte dans pistinde olmak kadar hoşuma giden bir şey yok.” Chris Lowe

 

İşte tam da bunun rehberliğinde Pet Shop Boys oluştu. Vokalist Neil Tennant ile synthleri yöneten Chris Lowe, 1985 yılında Londra’da, elektronik müzik âletleri çalan bir dükkânda karşılaştı. Dans müziğine duydukları ortak sevgi ile rock’a karşı olan nefretleri sayesinde birbirine hemen ısınan ikili, ilk demosunu ve belki de en ünlü Pet Shop Boys şarkısı olan “West End Girls”ü 1986 yılında kaydetmeye koyuldu.

 

Tennant bir şekilde, kulüp müziğinin öne çıkan isimlerinden, Amerikalı prodüktör Bobby Orlando’nun dikkatini çekmeyi başardı. New York ve Avrupa’da hit hâline gelen parça sayesinde grup da özündeki İngiliz formülünü sağlamlaştırdı. Hiçbir çekinme duymaksızın kendini pop müziğin kollarına bırakan grup, yüksek kalitedeki prodüksiyon değerlerine de dört elle sarıldı. Kesik ve kuvvetli bas ritimleri, olağanüstü sample’lar ve güçlü parıltılardan oluşan melodiler... Diğer taraftan da entelektüel içerikli dâhiyane sözler...

 

Londra gecelerinden hikâyeler, sarhoş kavgaları, yapılan sohbetlerden garip cümleler ve İngiltere’deki hafta sonlarının temelini oluşturan sonu hüsranla biten beceriksiz flörtleşmelerden enstantaneler, Neil Tennant’ın neredeyse duygusuz, orta sınıf aksanıyla şarkılarda kendilerine yer ediniyordu.

 

Pet Shop Boys, farklılıkları bir araya getirmesiyle tanınan bir grup. 80’ler sonu 90’lar başında başarısının zirvesindeyken ikili pop radyolarının demirbaşları arasında yer alırdı. O dönemde eşzamanlı olarak çıkan Madonna ve Michael Jackson gibi megastarların varlığında Pet Shop Boys, spotların dışında kalmayı becerebildi.

 

Grubun hem kolay dinlenebilir hem de entelektüel içerikli müziği, aile içi dramalara dair disko hitleri, evlilik dışı ilişkiler hakkında pop baladları, cumartesi gecesi pisti dolduran ve aslen AIDS hakkında olan “Being Boring” gibi parçalardan oluşan garip bir karışım niteliğinde. Parçaları, yeni yetmelerin favori hitleri arasında da yer aldığından oyun parklarında sıkça söyleniyor. Diğer yandan, müziğe yaklaşım ve düzenlemeleri ise, klasik müzik etkileşimlerini de ele veriyor.

 

“Fakat kafamın gerisinde uzaktan gelen ayak sesleri duydum. Che Guevara ve Debussy disko ritimleriyle dans ediyordu.” “Left to My Own Devices” parçasının sözlerinden.

 

Grubun imajıysa müziğiyle yan yana geldiğinde eğlenceli denebilecek şekilde garip durmakta. İkiliyi çok seyrek neşeli, çoğu zaman da esnerken ve kaşlarını çatarken görebilirsiniz.

Bariz bir şekilde gösterişten uzak bir görüntü sergilese de, özenle planlanmış bir estetik anlayışı ve tasarımcı elinden çıkmış takım elbiselerden turuncu trafik hunilerine kadar çeşitlenen kıyafetler de söz konusu. Durağan bir sahne performansı var; bir synthesiser’ın arkasında sürekli ayakta takılıyor olması açısından bilhassa da Lowe için geçerli bu. Vaktiyle bir İngiliz gazetesi Lowe hakkında şöyle demişti: “Popüler müzik tarihinde, hiçbir şey yapmamasıyla ünlü olan tek insan”. Yine de grubun sahne şovları bombastik ve olağanüstü derecede yaratıcı geçiyor. İngiliz Ulusal Opera ve Balesi’nden Derek Jarman’a kadar pek çok değişik isimle sahne aldı şimdiye dek.

 

Tamamen bireysel bir şekilde, Pet Shop Boys’un o çok sevdiği pop müzik endüstrisiyle ayrı düştüğü anlar da oldu. İkili, televizyona çıkmak ve röportaj vermek konusunda son derece seçici davrandı ve videolarında da sürekli olarak entelektüel bir anlatım şeklini tercih etti. 100 milyondan fazla satış elde ederek şimdiye dek en çok albüm satan İngiliz ikili olarak tarihe geçen Pet Shop Boys, kendi içinde bile birbirinden zıt öğeleri bir arada bulunduruyor.

 

Ağzı iyi laf yapan ve röportajlar sırasında da analizlere devam eden Tennant, keskin zekâsı ve kültürel birikimiyle grubun “entelektüel ve derin” olmasına dair bilinen şöhretini sağlamış kişi. Lowe ise diğer yandan, az konuşan, arada yaptığı şakalar ve yorumlar dışında genellikle sessiz kalan bir adam. Yine de ikisinin ortaklığı asla sarsılmaz gibi geliyor. Birbirlerinden ayrı görüldükleri çok seyrektir.

 

Hikâye anlatıcılığındaki ustalığı ve bir virtüöz gibi elektronik müziği yorumlaması grubun en büyük kozu... Pop müziğin gerçek kökleri folka dayanır ve folk da hikâye anlatıcılığından gelir. 60’lı yıllardaki İngiliz grupları, şarkı sözü yazarken kadın-erkek romansından ötede bir ilham aradıklarında şarkılarında günlük yaşamdan detaylara yer vermeye başlamıştı.

 

The Beatles ve The Kinks sokakta gördükleri karakterler ve çocukluklarındaki yerler hakkında şarkılar söylüyorlardı. Pet Shop Boys ise 1980’lerin metropol yaşantısına dair yorumlar yapmaya başladı. “Being Boring”de gey toplulukları içerisinde yayılan AIDS korkusunu, “Suburbia”da geceleri banliyöleri yaran polis sirenlerini, “Opportunities”de Thatcher’ın kapitalizmini ve “It’s Alright”ta da küreselleşmenin kaçınılmaz paranoyasını anlattı. Evet, sözlerin kaynağı İngiliz yaşantısından geliyor ama bu şarkılar dünyanın pek çok yerine ulaştı.

 

“Köpeklerin koştuğu, banliyö çocuklarının takıldığı ana caddede kayboldum.” Suburbia” parçasının sözlerinden.

 

Sürekli olarak yenilere imza atması, pop kültürüne duyduğu tutkusu ve bağımlılığı grubu diğerlerinden ayrı bir yere koydu ve ikilinin yıllarca aktif olmasını sağladı. Pet Shop Boys, son turnesi kapsamında, 1980’ler Londra’sına benzer ekonomik sıkıntılar çeken İstanbul’a da uğrayacak. Ekonomik liberalizm, kalabalık ve genç bir işgücü yarattı ama büyüyen endüstriler sadece çok azına kapılarını açabiliyor ve giderek artan enflasyonsa herkesi etkiliyor. Gidişattan memnun olmayan ve medyada kendilerine gösterilen hayat tarzını karşılamaya yetmeyen geliriyle genç kesim, kopuk bir gece yaşantısının peşinde, Taksim sokaklarında artan şiddetin bir parçasını oluşturuyor. Gey sahnesi ise, cover gruplarının çaldığı geleneksel rock barlarının etrafında, Hi-NRG müziği ile Avrupa’daki gece kulüplerini örnek alan yerlerde henüz yeni yeni oluşmaya ve tolere edilmeye başlandı. İstanbul “biraradalığı” çok iyi bilir. Pet Shop Boys, 26 Haziran akşamı “Doğu yakası çocukları ve Batı yakası kızları” hakkında çalıp söylerken Beyoğlu’ndan bahsediyor olabilir pekâlâ...

 

“Sometimes you’re better off dead. There’s a gun in your hand and it’s pointing at your head” (Bazen ölsen daha iyiymiş gibi. Elinde bir silah var ve ucu kafanı işaret ediyor.)  West End Girls” parçasının sözlerinden.


Yazardan not: Bu makale (ve diğer tüm yazı ve röportajlar) 28 Mayıs'tan, Gezi Parkı eylemlerinden önce tasarlanmış, yazılmış ve tashih edilmiştir. Dolayısıyla yazıda geçen Beyoğlu, Türkiye ve Taksim referanslarının bu olaylara herhangi bir gönderme yapmamaktadır.