iDANS FESTİVALİ KAPSAMINDA 15 VE 16 HAZİRAN'DA İSTANBUL'DA GERÇEKLEŞECEK OLAN ADDIO ALLA FINE (SONA VEDA) ETKİNLİĞİNİN YARATICILARI İLE ESERİN TÜRKİYE VERSİYONUNUN UYARLAMASINI GERÇEKLEŞTİREN SANAT KOLEKTİFİ BİRİKEN VE YAZAR ÖZEN YULA'YI BİR ARAYA GETİRDİK, SÖZÜ ONLARA BIRAKIP BİZ ARADAN ÇEKİLDİK..
2007'den bu yana her yıl Ekim ayında dolu dolu bir programla karşımıza çıkan iDans Festivali bir aya sığamayan basınçlı zenginliğini 2012 Ekim'den 2013 Haziran'a yayılma kararı alarak rahatlatmaya karar vermiş, bizlere de etkinliklerle dolu dokuz ayın müjdesini vermişti.
Altıncı iDans'in sonuna yaklaştığımız şu günlerde, festivalin kapanış etkinliklerinden biri de ICKamsterdam'in kurucuları, Emio Greco ve Pieter C. Scholten'in dünyanın farklı liman kentleri için hayal ettikleri; hayatta, sanatta ve siyasetteki gidişatı sorgulayan, mekân odaklı performans projesi Addio alla Fine (Sona Veda). Eserin Türkiye versiyonu iDans ortak yapımı olarak disiplinlerarasi sanat kolektifi biriken ve yazar Özen Yula ile birlikte oluşturulmuş. biriken ve Özen Yula ile Emio Greco ve Pieter C. Scholten arasında özel bir sohbet ayarlama şansını yakaladık, çift taraflı ve duble keyifli bu röportaj için okumaya devam etmenizi öneriyoruz.
BİRİKEN VE ÖZEN YULA'DAN EMIO GERCO VE PIETER C. SCHOLTEN'E....
Bir kareograf olmanın yanı sıra, sanat dünyasında da aktif bir rol oynuyorsunuz. Bu kapsamda hangi gerekliliklerin ICKamsterdam'ın oluşumuna yön verdiğini ve ICK'nin ne görev taşıdığını anlatır mısınız?
Biz 1995'de beraber çalışmaya başladığımız zaman, hiçbir cevabımız yoktu, ancak pek çok sorumuz vardı. Kendi hareket dilimizi organik bir şekilde oluşturmamıza sebep olan vücut ve zihin üzerine sorularımızın yanı sıra çağdaş sanat sahnesine, sanat politikalarına ve sanat araştırma ve eleştirmenliğine dair sorulara da sahiptik. Kumpanyamız ile beraber sadece yaratıcı işler üretmenin ötesinde temel konularda tartışma ve fikir alış verişini sağlayacak pek çok projeye atıldık, basılı yayınlarda editörlük işleri aldık, bir eğitim ve araştırma departmanı kurduk. 2009'da ICKamsterdam (Uluslararası Kareografi Sanatları Merkezi) kurmamız, kumpanyamıza rasyonel bir genişleme alanı yaratmaktı. Aynı zamanda sürekli genişleyen bir ulusal ve uluslar arası sanatçı ve sanat disiplinleri ağı içerisinde çalışma arzumuzun biçime gelme şekliydi. Bu nedenlerle ICK'i farklı ortaklıklara ve misafir sanatçılara açıyoruz, daha genç ve yükselmekte olan yeteneklere sanatsal ve organizasyonel pratiklerinde yardımcı olmaya çalışıyoruz, Akademi'mizi de gelistiriyoruz. Ekomnomik krizin ve tasarruf planlarının sanatı tehdit ettiği bu çağda, ICK gibi çok katmanlı bir oluşum lokal komüniteler için önemli bir rol oynuyor. Amsterdam ICK'de bir mükemmeliyet merkezi ve bir sanat labaratuarı buldu, ve bu nedenle ICK şehir konseyi tarafından Amsterdam'ın şehir kumpanyası olarak ilan edildi.
Addio alla Fine kariyerinizde farklı bir yer tutuyor diye düşünüyoruz. Bu projeyi hayal etmeye başladığınızda çıkış noktanız, sizi motive eden faktörler nelerdi?
Addio alla Fine temelde Hollanda'da sanata karşı olan tutumdaki değişimin - ekonomik krizin ve sağcı politikanın sanat için ayırılan bütçeleri kısıtlamaya başlamasının - bir sonucu olarak ortaya çıktı. Politikacılar sanata olan ilgilerini kaybetmeye, sanatın toplum için değerini takdir etmemeye başladılar; pek çok sanat oluşumu hayati bütçe kısıntılarının tehdidid altında kaldı. Aynı dönemde Maya takvimine göre dünyanın sonunun gelmekte olduğu kehaneti gündemdeydi. Bu fin de siècle (bir dönemin / yüzyılın sonu) hissi bizim değişen bir toplumda sanatçının rolününü sorgulamak istememize yol açtı. Fellini'nin E La Nave Va filminden ilham alarak, hem sanatçıları hem de izleyicileri bir gemiye bindireceğimiz bir proje gerçekleştirmeye karar verdik. Nuh'un Gemisi'nin çağdaş bir versiyonu gibi düşünebileceğimiz bu gemide, yaklaşmakta olan bir son ve yeni bir başlangıça duyulan arzu üzerinde düşünmek, ve bireyler veya kurumsallaşmamış komüniteler olarak bizim bu düşüncülerimizi nasıl harekete çevirebileceğimizi keşfetmek amaçlanıyordu. Bu proje ilk defa 2012'de Amsterdam'da gerçekleşen hollanda Festivali'nde hayata geçti.
Addio alla Fine projesini başından beri farklı limanlara uğraması için kurguladığınızı biliyoruz. Bu yolculuk fikrinin sizin için önemi nedir, ve neden İstanbul'u bir durak olarak seçtiniz?
Sanatçılar ve izleyiciler ile beraber geçici bir topluluk ve yerleşim bölgesi yaratma fikri projenin hayati bir parçası. Bu epik bir serüven, tanıtıcı bir yolculuk... Güvenli olanı bir süreliğine geride bırakıp, ne getireceğini bilmediğimiz bir yolculuğa çıkmak, bir "sağduyu" - bir balık sürüsünün beraber yüzmesini sağlayan "sağduyudan bahsediyoruz - bulma umuduyla yollara koyulmak... Ve gemi böyle bir yolculuk için şüphesiz en iyi araç. Fellini'nin filminde de bir seyahat gemisinin o sınırlı alanı, bahsettiğimiz, insanların dış dünyadan alakalarının kesilerek bir süreliğine beraber yaşamaya zorlandığı, kapalı yerleşim bölgesi hissini yaratıyor.
Toplumdaki radikal değişiklikler büyük çoğunlukla önemli tarihsel ve kültürel keşisim noktaları oluşturan şehirlerde gerçekleşiyor. Çoğu zaman suyun ve limanın varlığı nedeniyle oluşan, farklı geçmişlerin, etkilerin ve hırsların bir araya geldiği Amsterdam, Marseille, Barselona ve İstanbul gibi şehirlerde... Gelenek ve yenilik; geçmiş, bugün ve gelecek arasında yer alan İstanbul elbette
bu tarz bir şehirlerin en ekstrem örneklerinden biri. Bunu bizim size söylememize gerek yok. Ve biz konuşurken Türkiye'de değişiyor, hem de her katmanda.
Addio alla Fine farklı sanatçıların katılımı ile düşlenmiş bir proje. Bu çoğulluk fikrinin sizin için önemi nedir?
En harika hikayeler nadiren yalnız yaratılır. Onlar başka bir insanın taze perspektifine ihtiyaç duyarlar. Ayrıca değişim bir dialogtur, insan etkileşiminin bir sonucudur. Biz bir başımıza toplumu değştirebileceğimizi düşünmüyoruz. İnsiyatifler bireysel ve kişisel olabilir, ancak sadece bir toplum içinde var oldukları zaman anlam kazanırlar. Aynı bir dans kareografisinin veya bir tiyatro oyunun bir seyirciye, gözlere, "ötekinin bakışına" ihtiyaç duyması gibi. Addio alla Fine dialektik bir parça, izleyiciyle, farklı sanatçılar ve disiplinler ile sürekli bir iletişim halinde. Şu an bu dialogun bize ne getireceğini bilemiyoruz, ancak herkes için ilham verici bir deneyim olacağını umuyoruz.
Bir sanat etkinliği çevresinde bir komünite kurma ve bir şeyleri değiştirme olasılığına inanıyor musunuz?
Çoğu zaman sahne sanatları sosyal bir deneyimdir. Bir tiyatro salonunda bir taraf diğer tarafın tamamen farkındadır: sahnedekiler ve salondaki izleyiciler. Bu komünite geleceğin izleyicisinin geleceğin gösterisine ilgi gösterdiği an oluşur. Şimdilerde internet ve sosyal medya belli temalar etrafında komünitelerin oluşmasını teşvik ediyor. Tüm ilgilenme, bilet alma, performansa gitme, izleme, eve dönerken performans hakkında konuşma ve eve gidince Facebook'a bu konuda bir post yazma süreci boyunca izleyici bu komünitenin bir parçası. Değişim tahminen bu süreç içerisinde gerçekleşmeyecektir, ancak sürecin kendisi insanların belli bir konuya yaklaşma biçimlerine etki eden önemli bir faktör. Antik Yunan'da trajedinin doğuşundan bu yana tiyatro ve dans toplumları etkileme gücüne sahip olagelmiştir.
Uzun bir zamandır beraber çalışıyorsunuz. Sizin için beraber üretmek ne anlama geliyor?
Beraber çalışmaya başladığımız günden bu yan herşeyi birlikte ürettik. Bizim süreçlerimiz de aynı Addia alla Fine gibi, tamamen dialektik işliyor. Kendimizi hem oldukça tamamen farklı hem de oldukça tamamlayıcı köşelerde bulduğumuz süregelen bir dialog aramızdaki. Yaratıcı bir süreç içerisinde ikimizin farklı sorumlulukları var fakat dialog ve onun sürekliliği en önemlisi. Fakat bu "kardeşlik" tamamen kapalı değil, aynı zamanda bir hayli geçirgen: birlikte çalıştığımız insanların bize dışarıdan bakan gözlerine ihtiyacımız var. Bir vizyonumuz var, evet, ancak bu vizyonu canlı tutmak için hem iç hem de dış dialogumuzu sürdürmemiz hayati önem taşıyor. Umarız izleyiciler bahsettiğimiz bütün bu faktörleri işin kendisinde de görebilirler.
EMIO GERCO VE PIETER C. SCHOLTEN'DEN BİRİKEN VE ÖZEN YULA'YA...
Uluslararası çalışan sanatçılar olarak, kendi hareketliliğinizi nasıl deneyimliyorsunuz bu hareket ve yolculuk hali sanatsal yaratımınızı nasıl etkiliyor?
biriken: Yolculuklar ve uluslararası platformlar sanatçıların kendi oluşturdukları dile dışarıdan bakmalarına ve yeni diller keşfetmelerine imkan sağlıyor. Bu karşılaşmalar, oluşturmaya çalıştığımız dilin üzerine düşünmemiz, kendi küçük dünyalarımıza kapanıp kısır döngülerde dönmememiz için önemli. Ürettiğiniz her imge, bir başkasının bakışıyla vücut buluyor ne de olsa. Ayrıca “biriken” olarak kişisel serüvenlerimizde de pek sabit değiliz; iki ülke arasında gidip gelmemiz içimizdeki “outsider”ı da meşrulaştırıyor. Bu bazen melankolik olsa da insanı ferahlatan bir durum.
Size göre değişmekte olan bir toplumda sanatçının rolü ne olmalı? Özellikle bu günün İstanbul'unda?
Özen Yula: Günümüz İstanbul’u kafa karışıklığı üzerine kurulan bir yapı. Bir yandan zamanın son derece hızlı işlemesi, diğer yandan insanların bu düzenin ve yeni İslami yapılanmanın getirdikleriyle götürdükleri üzerine fikir beyan edememeleri ve odaklamamaları enteresan bir kaos yaratıyor. Belki bu çelişkileri ve faşizmin ayak seslerini anlatmakta yarar var. Yani bir sanatçının rolü bunu göstermek ve paylaşmak olabilir: Postmodern bir dünya düzeninde Faşizm’in ayak seslerini yeniden yorumlamak.
Navigating between dreams, illusions and the confronting complex reality, it is up to us
now, to the individual and the community to take action. But how do we give direction,
how do we organize a limitless world?
Düşler, illüzyonlar ve bunların karşısında duran kompleks gerçeklik arasında gidip gelirken, harekete geçmek bize, bireye ve topluma kalıyor. Fakat bu harekete nasıl yön verebiliriz, sınırların olmadığı bir dünyayı nasıl inşa edebiliriz?
biriken: Her şeyin internet ortamında kolayca düzenlenip, gerçekleştirilebildiği bir dünyadayız. Ya da bize öyle geliyor. Harekete geçtiğimiz yer bazen sadece bilgisayar başında oysa tükenen kaynaklar, vahşice değişen şehirler, hayata geçirilmesi gereken demokratik gelişmeler vb. dışarıda duruyor. Somut bir şekilde gerçekleşmekte olanlarla gerçekleşemeyenler arasında yanılsamalar var bazen. Sanallık ve gerçeklik arasındaki uçurumu da göz önüne alırsak harekete geçmek o kadar kolay değil aslında. Bu ikisi arasındaki bağı kuvvetlendirmeden dünyayı daha yaşanılabilir kılmak için bir şeyler yapamayız. İnternetin hızı ve insanları birbirine bağlama gücü ile sokağın gerçek ve etkili hareketini birlikte kullanmaya ihtiyaç var.
Bugün, bir zamanlar sınırsız olabileceğine inandığımız internet bile kısıtlamalara, sansüre uğruyor. Bir taraftan küreselleşme ile sınırların genişlemesini tartışıyoruz, diğer taraftan insanların toplanabildiği her yerin etrafı keskin sınırlarla çiziliyor. Dolayısıyla bizlere alternatif ve yaratıcı ağlar üretmek düşüyor. Bunu yaparken, dayanışma ve empati soyu tükenen değerler olarak görülmeli; var olmaları için kişisel ilişkilerimizden başlayarak çaba gösterilmeli. Böyle bakınca bireylere çok fazla sorumluluk düşüyor. Her birey kendi etiğinden ve dünyaya verebileceği yönden sorumlu. Artık sadece bir kahramana değil, kahramanlara ihtiyacımız var.
Bir sonu bir başlangıca nasıl dönüştürürdünüz?
Özen Yula: Eğer bu bitiş radikal bir bitişse gerçek bir başlangıçtan söz edebiliriz. Çünkü her başlangıç için kesin bir bitiş gerekir. Önce bitireceğimiz ya da veda edeceğimiz şey neyse onu içimizde ve sonra dışımızda bitirmeliyiz. Sonra da bir başlangıç mümkün olur. Yoksa ne son son olur ne başlangıç gerçekten bir başlangıç.
biriken: Başlangıç ve bitiş her zaman açıkça belirmeyebilir. Biten şey sinsice devam ediyordur ya da başlangıcına tanık olduğumuz bir şey aslında o andan çok daha önce başlamıştır. Önemli olan insanın her ikisi için de kendinde güç bulmasıdır ve inanmasıdır. O zaman her şey daha nettir ve mümkündür.