Bantmag

Room 237, Stanley Kubrick'in 1980 tarihli klostrofobik başyapıtı The Shining'deki gizemli oda. Overlook Oteli'ne taşınan ailenin medyum özelliklerine sahip çocuğu Danny, babası Jack Nicholson'ın gazabından ve aşırı oyunculuğundan kaçarken ve annesinin zavallı sesine tahammül etmeye çalışırken, üç tekerlekli bisikletinde otelinin koridorlarında uzun uzun dolaşır ve bir şekilde hep 237 numaralı odanın önüne gelip, hipnotize olmuş bir hâlde kapı numarasına kilitlenir. Hattâ filmde bir noktada Danny'ye yardım etmeye çalışan sevimli siyah yaşlı, "Ne yaparsan yap, ama sakın 237 numaralı odaya girme. Dinle beni. O odada hiçbir şey yok" der. Tabiî ki bunu söylediği anda o odada milyonlarca şey olduğunu anlarız ve meraktan ölürüz.   

 

Room 237 de, tam olarak bu tavsiyeye uymayıp Kubrick'in obsesif kompulsif filmindeki gizli anlamları ortaya çıkarmaya kafayı takmış (hattâ bazı noktalarda sıyırmış da denilebilir) sinefillerin filmi aşırı okumaları ve tüm komplo teorilerini üzerimize boşaltması olarak da özetlenebilir. Bu sinefillerden bir tanesi, Danny'nin giydiği kazaktan yola çıkarak, uzun uzun Stanley Kubrick'in Apollo 11'in aya inişini NASA için bir stüdyoda çektiğini, ve duyduğu suçluluk duygusu yüzünden Shining filminde bunu gizli gizli itiraf ettiğinden bahsediyor. Veya başka birisi filmi aynı anda tersten de oynatıp üst üste konulduğunda ortaya çıkan imgeleri analiz ediyor ve hattâ çok heyecanlanarak filmin sonunda da tekrar başa dönüşün, klostrofobik bir döngünün yaşandığına vurgu yapıyor. Tabiî ki 2. Dünya Savaşı, Naziler ve Yahudi soykırımı da devreye zaman zaman giriyor. Hattâ oteldeki Amerikan yerlileriyle ilgili semboller aracılığıyla filmin genel olarak soykırımla ilgili olduğuna kanaat getiriliyor. Rakamlar birbiriyle toplanıyor, çarpılıyor, bölünüyor ve referanslarla birleştirilip büyük anlamlar kazanıyor ve teorilere dönüşüyor.

 

Rodney Ascher, Room 237’ı tüm bu uçuk teorilere ironik bir mesafede tutuyor. Sadece The Shining'den değil bir sürü Kubrick filminden karelerle, anlatılan teorileri birebir takip ederken, kurguda yaptığı bazı numaralar, bazen konusuyla ve dolayısıyla röportaj yaptıklarıyla dalga geçiyormuş izlenimi veriyor. Mesela dış ses olarak anlatmaya devam eden komplo teoricilerinden birisinin bir cümlede takılıp iki üç kere tekrarlamasını tutup, o da filmden gösterdiği klibi aynı yerden tekrar tekrar takılarak gösteriyor. Bu gibi numaralar seyirciyi eğlendirirken, bir noktada şu an ayıp bir şey yapıyor muyuz acaba diye düşündürtebiliyor. Sanki birtakım deliler var, bir de bu delilerle dalga geçen bir akıllı var. Biz de bu akıllının filmini izliyor ve delilere gülüyormuşuz gibi gelebiliyor. Bir süre sonra daha da tehlikeli bir şey olabiliyor ve tüm bu uçuk teorilerin saçmalığı sıkıcı gelmeye başlıyor. İşte tam bu noktada, artık daha fazla birisinin rakamları birbirine derin bir ses tonuyla toplamasına dayanamayacağım derken bütün bu anlatılanlardan ilginç düşüncelere üremeye ve çeşitli anlamlar çıkmaya başlayabiliyor.

 

Mesela bir sanat eserinde, özellikle film gibi hikâye anlatımına dayanan karmaşık bir örgüde, onu yazanın elinden çıkıp kendi içinde başka anlamlar oluşmasından, daha önceden belirlenen çerçevesinin dışına çıkmasından daha doğal ne olabilir? Hattâ bu istenen bir etki olsa gerek. Kendi kendine yaşayan senaryo ve karakterler, yazarken yazarın aklına gelmeyen bağlar ve bilinçsiz olarak eklenen bazı anlamlar ve kodlar üzerine sanat eleştirmenleri ve izleyiciler sürekli konuşuyor ve tartışıyor. İşin zevki de zaten böyle çıkmıyor mu?

 

Film izledikten sonra üzerine konuşmak olmasaydı bu kadar filmi yine de izler miydik? Dolayısıyla Room 237 bütün bu okumaları aşırı uçlara götürmüş olan insanlar üzerinden bize bunları düşündürtüyor. Bunun için de gayet zengin malzeme verebilecek bir filmin üzerinden yapıyor. Takıntılı yönetmen Kubrick gerçekten The Shining’le bize bu malzemeyi sağlıyor. Mesela filmin posterinde yer alan sahnede kamera Danny'ye yaklaşırken halının üzerindeki çizgiler bir yöne bakarken, Danny kafasını havaya kaldırıyor ve bir sonraki açıda fark ediyoruz ki Danny'nin üzerinde durduğu halı olduğu gibi ters duruyor. Devamlılık hatası olamayacak bu gibi numaralar yüzünden Kubrick'in bizimle bir akıl oyununa giriştiği kesin. Room 237 de bize, bu oyunların üzerine bol bol düşünüp kendimizi kaybedebileceğimizi hatırlatıyor. Veya ben de şu an aynı tuzağa düşüp bu belgeseli aşırı okuyor da olabilirim. Bu da tam olarak Kubrick'in beni içerisine düşürmek istediği klostofobik bir labirent olabilir. Dikkat edersek bu yazının da tam olarak 4740 karakterden oluşuğunu fark edebiliriz. Bu da bize gizemli oda numarası 237'nin 20 katını veriyor. Ve evet, ben The Shining'i tam olarak 20 yaşındayken izlemiştim. Hayııır!