Bantmag

JESSICA’NIN MÜZİĞİNE NE YALAN SÖYLEYEYİM BİR FACEBOOK POSTUNDA RASTLADIM…

 

Müzik zevkine çok inandığım prodüktör ve müzisyen Randall Dunn bir şarkısını paylaşmıştı. Gördüm, baktım, bastım… “Everly” çalmaya başladı. Önce klavye melodisine tutuldum, sonra da Jessica Sligter’in sesini duydum. Ne kadar güçlü olduğunu belli eden ama gösteriş yapmayan, günümüzdeki birçok kadın vokalistten farklı idollerden ilham almış olduğu belli olan ve her şeyin ötesinden içten söyleyen bir sese denk geldiğinizde bir duraksıyorsunuz. Sonra müzik içinize işlemeye başlıyor. Sonra da paylaşmak istiyorsunuz. Ben de öyle yaptım. Kime denk geldiysem albümünü verdim, Facebook’umdan paylaştım. Jessica kime denk geldiyse büyülemekte zorlanmadı. Onun müziği eski blues ve caz vokalistlerinin gücünden, 90’ların içtenliğinden, deneyselliğin sınırsızlığından besleniyor. Kendi adı altında yayınladığı ilk albümü The Fear and The Framing’de bir parça ozan geleneğinden yürürken başka bir parça drone dünyalarında gezinip sizi hülyalara doğru savuruyor. Gerisini bırakalım Hollandalı müzisyenin kendisi anlatsın.

 

Müziğinle karşılaştık ve müziğini çok sevdik. Ama Jessica Sligter kimdir? Nerelidir, müzik dışında neler yapar ve şu anda bu soruları cevaplarken nerededir?

Yatağımda oturuyorum, perdeler büyük ve kötü kardan adamın beklenmemiş ziyaretini göstermek için yarım açık. Amsterdam'da yaşıyorum. Utrecht'te doğdum ve büyüdüm, buraya caz vokali eğitimi almaya 18 yaşımda geldim. “Sanat Araştırmaları” adında bir yüksek lisans çalışması yapıyorum şu an, bu benim müzisyen olarak yaptığım çalışmalara alternatif patikalar keşfetmek için bir kanal anlamına geliyor. Güzel sanatlar dünyası, sanat performansı, deneysel koreografi, felsefe ve daha fazlası hakkında çok fazla şey öğreniyorum, ki bu bana üzerine düşünecek çok fazla şey sunuyor. Bunların dışında arkadaşlarımla zaman geçirmeyi çok seviyorum ve belli arkadaş grupları için suareler düzenliyorum. Tüm bu hepsinin dışında süper “sanat” filmlerinden reality şovlara uzanan geniş bir skalada filmler ve diziler izlemeyi seviyorum.

 

Müzik nasıl hayatının bir parçası hâline geldi? Kendi şarkılarını yazmaya ne zaman başladın?

Müzisyenlerle dolu bir aileden geliyorum, çocukken koro okuluna gitmiştim ve farklı enstrümanlar çalmıştım. Müzik yazmaya da müzik okumaya başladığım zaman başlamıştım, çalışmalarım ilerledikçe kimliğini kazandı ve her zaman alternatif olana yöneldim. Amsterdam'daki müzik akademisi buna çok müsait değildi ve ben de mezun olduktan sonra Norveç'e, Oslo’ya gittim.

 

Müziğindeki en önemli ilham kaynakları neler? Sadece müzisyenler/gruplar olarak değil diğer şeylerden de…

Norveç'te kaldığım 3,5 yıl beni fazlasıyla şekillendirdi. Oradaki deneyimimde, genellemem gerekirse, benim ülkemdekine göre müziklerinde çok daha az sözel bir çerçeveleme var. Müziğim hakkında bir fikri sözel olarak ifade etmekle ilgili çok daha az zaman harcıyorum, bunun yerine yalnızca algıların olduğu bir boşlukta daha uzun süre var olmasını tercih ediyorum. Serbest doğaçlamayla hep iyi bir şekilde bağlı olmamın da şarkı yazımımda etkisi var. Doğaçlama, anlık kompoze ve dikkatli düzenleme arasında bir karışım yapıyorum. 

 

Bunların dışında müzikal ilham kaynaklarım arasında Earth, Scott Walker, David Sylvian'ın Gone To Earth albümü, Gillian Welch, Morton Feldman, Talk Talk, Entrance, Kobuko Senju, Streifenjunko, savaş öncesi blues ve gospeli, ortaçağ müzikleri ve şu an unutuyor olduğum çok fazla şey var.

 

Müziğinde iki farklı yön varmış gibi tınlıyor. Baskın olan şarkı yazım kısmının yanısıra, deneysel sesler ve drone'lara da yer veriyorsun. Bu tarz müzikal eğilimlerinden biraz bahseder misin?

Müzik eğitimimi bitirdiğim zaman, kendi kendime deneysel caz ve alternatif pop karışımı bir müzik yapıyordum ve Norveç'te bir arkadaşım sayesinde serbest doğaçlama müzik için büyük ve enerjik bir sahne bulmuştum. Oraya taşındım ve kendimi bu serbest doğaçlama müzik çevresinin içine dalmış olarak buldum. Oradaki insanlar bugün hâlâ birlikte çalıştığım kişiler, onlara bir pop şarkısı çalmayı teklif ettiğimde onların diğer büyük güçlerinden de faydalanabilecek olmak tek mantıklı yol gibi geliyor. Birşeyler fazla cilalı ve mükemmel olduğunda huzursuz oluyorum ve kendine ait bir karaktere sahip olan müziği seviyorum. Bunu bu şekilde ifade etmek doğal hissettiriyor.

 

Şarkı yazımının yanısıra vokalinin de kendine has bir güzelliği ve şu günlerde çok fazla rastlayamadığımız bir gücü var. Daha yakın dönemden Nina Simone, Karen Dalton veya Carla Bozulich'le kıyaslayabilirim… Vokal olarak spesifik ilham kaynakların var mı?

Ah, saymaya başlatma beni! Fear and the Framing için spesifik vokal etkileşimlerim arasında Scott Walker, Gillian Welch var. Yıllar içinde ilham kaynaklarım hep eklektik oldu. İlk başta klasik koro müziği, opera ve sonrasında da rock ve alternatif pop vardı. Harika caz vokalleri (Nina, Sarah Vaughan, Ella Fitzgerald, Billie Holiday) şarkı söylemeye ve caz okumaya başladığımda ilham kaynaklarımdı. Onların modern reenkarnasyonu  olmak istedim ve şanslıyım ki bu sayede onlardan çok önemli bir ders aldım. Bu kadınların ortak noktası nedir diye kendime sordum ve fark ettiğim ilk şey hepsinin kendilerine ait son derece belirgin bir sound ve tarzı olduğuydu. 

 

Müziğin bir hayli melankolik… Müziğin kişiliğinin tam anlamıyla bir yansıması mı? Yoksa sen de karanlık müzik yapıp suratında kocaman bir gülümsemeyle dolaşan insanlardan mısın?

Bu bir sanat işi, yani yer yer beni doğrudan, kısıtlama olmadan yansıtıyor. Ama aynı şekilde büyük bir kısmı benim bilinçli olarak, uyumlu olması için düzenlediğim ve yonttuğum şeyler. Estetik olarak karanlık ve melankoliyi seviyorum. Karanlık melankolik olabilirim ama aynı zamanda yoğun bir şekilde şapşal, duygusal ya da mutlu da olabilirim. Fakat bunlara kayıtlarımda yer vermemeyi seçiyorum. Ben yaklaşık 30 yıllık düşünceler, hisler ve deneyimlerden oluşan birisiyim ve bu CD yalnızca 45 dakikalık müzik ve metinden oluşuyor. Yani bir noktada seçimler yapmak gerek öyle değil mi?

 

Albümün ismi ne anlama geliyor?

İsimden de anlaşılacağı gibi, kaydın iki ana konsepti korku ve felsefi anlamıyla “çerçeveleme”. Korku, sosyo-psikolojik boyutuyla yer alıyor (Endişe veren arkadaşlıklar, ilişkiler ya da garip bir şeye veya bir grup insana karşı tavırlar). Bu olduğu gibi çerçevelemeyle yakından alâkalı; akıl tarafından yapılandırılmanın dinamik gelişimi. Bu her türde farklı yollarda olabilir. 

 

Fear and the Framing'i dinlerken ne yapmaları ve ne yapmamalı?

Bunu tamamen dinleyiciye bırakmayı tercih ederim. Ama bir teklifim var: Eğer Fear and the Framing'i dinlemeyi seviyorsanız, beni ya da bizi, kendi evinizde, bir arkadaşınızın evinde ya da muhtemelen iletişiminizin olduğu bir konser salonunda konser vermeye çağırmayı aklınızda bulundurun. Dâhil olun, iletişime geçin. (http://cargocollective.com/jessicasligter)  Şimdi güçleri birleştirme zamanı çünkü her şeyin devam etmesini sağlamanın başka bir yolu yok.

 

Senin geliyor olduğun müzik sahnesi nasıl? Araştırmamız gereken başka isimler de var mı?

Maalesef Hollanda'daki müzik sahnesi hakkında çok fazla şey bilmiyorum. Kültür ve sistem sanatçılara karşı biraz düşmanca davrandığı için, tanıdığım bazı ilginç müzisyenler ve konser organizatörleri başka ülkelere gittiler. Kabul etmeliyim ki müzik anlamında evim hâlâ Norveç. İki sevgili arkadaşım ve meslektaşım şu anda ilk solo albümlerini hazırlıyorlar. Onlar için çok heyecanlıyım, yani Viljam Nybacka ve Anat Spiegel'e dikkat edin! (İkisi de Hollanda'da yaşayan iki yabancı) Norveç sahnesinden Ole Henrik Moe, Kobuko Senju, Streifenjunko ve yakında ilk EP'sini yayınlayacak olan Moon Relay'i tavsiye ederim. Son olarak bu yaz sekiz kişilik bir koro kaydında birlikte bir şarkı yapacağım harika kayıt sanatçısı Jenny Hval bu nisanda dördüncü solo albümünü yayınlayacak. Kesinlikle dinleyin!