Bantmag

FİLM MÜZİKLERİNE “YÖNETMENLERİN KARIŞIK KASETLERİ” AÇISINDAN YAKLAŞTIK VE ARDINDAN KENDİMİZİ GİZLİCE İZLEDİĞİMİZ DİZİLERİ BİR BİR İFŞA EDERKEN BULDUK… 


Ekin: Hey.

Hakan: Hey. Dün akşam Django'yu izleyebildiniz mi bari?

E: Hayır, yine izleyemedik. O kadar uzun ki, yarısında uyuyakalıp saygısızlık etmekten korkuyorum. Dergi sonu olmayan bir vakit izleyeceğiz artık. Ama albümü dinliyoruz haftalardır.

H: Değil mi? Klasik bir Tarantino filmi olarak, ha desen müzikleri filmin önüne geçecek.

E: Aynen.

H: Ve bu olağanüstü durum bizi bu sayımızın muhabbet konusuna getiriyor: “Soundtrack” denen hadise.

E: Amma da klişe bir konu değil mi aslında?

H: Evet aslında.  Hay aksi. Ama başladık bir kere…

E: Ve utanmıyoruz.

H: Bu arada kompozitörlerin yaptığı "score" müzikten bahsetmiyorum ben. Yönetmenlerin sevdiği parçalardan yaptığı bir nevi karışık kaset kıvamında olan soundtack'lerden bahsetmek istiyorum. Hani acayip keşifler yapabileceğin türdeki film müziği albümlerinden.

E: Önceden bildiğin ya da bilmediğin bir şarkının bir anda belli bir sahneye cuk oturması ve o sahneyle anılmaya başlaması… Donnie Darko filminin açılış sahnesindeki "Killing Moon" klasiği gibi.

H: Kesinlikle enfes bir sahnedir.

E: Sadece giriş sahnesinde kullanılan şarkıdan ötürü bir filme âşık olabilirsin.

H: Mesela bak, Donnie Darko o açıdan çok iyi bir örnek. “Killing Moon” ve “Mad World” o filmle birlikte tekrar hit oldular. Belki de aynı şekilde o parçalar da filmi hit yapmış olabilir.

E: Bir de filmin önüne geçen soundtrack’ler var. Wim Wenders'ın Until The End of the World’ü ilk aklıma gelen örnek. Birçok kişi bir şekilde albüme hâkim ama filmi izlemiş kimse yok.

H: Aynen, ben onlardan biriyim. Albümü baştan sona bilirim. Filmin tek karesini bilmem.

E: Ben de öyleydim, ta ki geçen sene izleyene kadar. İzleyince de hak verdim. Tam bir müzik filmi, şarkılar filmde birer esas!

H: İşte o noktada her şey yönetmenin müzik zevkine kalıyor.

E: Evet dışarıdan bakınca film yapmanın zevkli süreçlerinden biri olmalı.

H: Tabii parçaların telif hakları süreci çok eğlenceli değildir herhâlde.

E: Tabiî, orası bir kara delik.

H: Mesela Reha Erdem'in Sigur Rós kullanmak istediğini biliyorum. Ama olmadı olamıyor. Hani bütçesel sebepler herhâlde…

E: Sigur Rós'un e-mail kutusunu merak ediyorum, mesaj yağıyordur herhâlde "Müziğinizi kullanmak istiyoruz" diye.

H: He, değil mi, o kadar kolay çünkü. Bir de bak ne diyeceğim ki eminim sen ve birçok başka insan da benzer şeyi yaşamıştır. Bir ara, CD dünyası daha revaçtayken böyle ucuz CD'ler bölümünde acayip soundtrack'ler bulunurdu. Filmini bilmediğin ama albümdeki isimlerin enfes olduğu albümler.

E: Tank Girl ve Suburbia filmlerinin soundtrack’leri geldi direk aklıma. Soundtrack’lerinden ötürü izlediğim iki film. Garden State filmi ekolünün önceki jenerasyonları.

H: Kesinlikle… Bak mesela ben de sana o dönem bulduklarımdan söyleyeyim: My So Called Life isimli bir TV dizisinin soundtrack'i. Enfes baştan sona. Nasıl gelmiş yayınlanmış bizim memlekette ta o dönemde…

E: Onu hiç duymamışım. 90'lar mı?

H: 1994.

E: Şu anda The Carrie Diaries isimli bir dizi var ya, onda olağanüstü şarkılar giriyor.

H: Off yıkılıyor onun müzikleri...

E: Dizi pek matah sayılmaz, ama izlenebilecek kadar iyi diyelim. New Order, Talking Heads gibi bombalar dışında, Eyeless In Gaza gibi daha az bilinen eski Cherry Red grupları falan da var. Baya yatırım yapmışlar müziğe, her izlediğimde şaşırıyorum.

H: Bu arada o diziye de sardığımızı ifşa ettik ya buradan… Püüüü…

E: Resmen sardık ve utanmıyoruz. Belki My So Called Life da onun gibi bir şeydir zamanında.

H: Bir kısa hikâye daha eklemek istiyorum. Yılllaaaar evvel… Bir gece yarısı Cine5'te bir film izlemiştim. Bir Özbek filmi: Luna Papa. İnanılmaz bir filmdi. Sonrasında film ile ilgili hiçbir ize rastlayamadım.

E: Cine 5'te Özbek filmi. Emin misin?

H: Kime sorsam “duymadık öyle bi’ şey” dediler. Sanki bir tek ben izlemişim gibiydi.

E: Ben de şüpheciyim şu an.

H: Ve müzikleri destansıydı. Çok etkilenmiştim. Yıllar sonra filmi aramaktan vazgeçtim. Aklıma bile gelmiyordu. Neyse, yıllar sonra durduk yere tekrar aklıma geldi. Âniden. Aylin'e anlattım filmi ve müziklerini, nasıl filmi bulamadığımı vs. Ertesi gün Beşiktaş Kabalcı'ya gittik. Ucuz CD'ler bölümünde bir baktım orada durmuş beni bekliyor filmin soundtrack'i!

E: İnanılmaz!

H: 5 TL falandı. Almayanı dövdükleri cinsten! Hâlâ en sevdiğim albümlerden biridir o.

E: Sanırım soundtrack piyasası, genel müzik piyasasından çok daha farklı işliyordu zaten dükkânlarda. Gaza gelip alınan film müzikleri mutlaka ucuz sepetinde son buluyorlardı.

H: Muhtemelen. Bizim gibi tipler de sevindirik oluyordu işte. Peki yeni dönemden soundtrack ile olay yaratan bir film var mı acaba?

E: Drive gibi mi?

H: Hah, doğru bak Drive güzel bir örnek. Bir de mesela Twilight ilk filmin soundtrack'i Amerika'da listelere 1 numaradan girmiş ve tüm zamanların en çok satan ikinci soundtrack'i imiş.

E: İlki neymiş?

H: İlk sırada CHICAGO var. Çok fena. Hatırlarım Moulin Rouge da bayağı olay yaratmıştı.

E: Bu arada bizim jenerasyon için bir Trainspotting gerçeği vardı bir de tabiî, ama onda durum şöyle farklıydı, filmin kendisi başlı başına olaydı. Tabiî şarkılar da en az onun kadar iddialıydı.

H: Tabiî ki. “Born Slippy” tam bir jenerasyon parçası

E: The Crow ve Batman Forever'ı da unutmamak gerekir.

H: Offf, The Crow… Tek geçmek lâzım onu da.

E: Günümüze geri dönecek olursak, dizi örnekleri daha baskın sanırım.

H: Evet, mesela Mad Men'in müzikleri. Enfes bir hazine niteliğinde. Weeds dizisinin müzikleri de bir dolu hit çıkardı bugüne kadar.

E: Mad Men epey ayrıksı kalıyor, onun dışında bir dolu dizide kullanılan benzer şarkılar var ama karakter yaratamıyorlar pek.

H: True Blood soundtrack'ler iyi gidiyor mesela. Keza Gossip Girlden de epey şey çıktı.

E: Zaten Gossip Girl'de Sonic Youth çıkıp çaldı ayol. Kim Gordon nikâh şahidi filan olmadı mıydı?

H: Evet ya ne acayip bir sahneydi o.

E: Kesinlikle.

H: Buradan şunu anlıyoruz, dizi müzikleri film müziklerini fena sollamış durumda. Bazı gruplar bayağı dizi müzikleriyle keşfediliyor. Grey's Anatomy kapanış sahnesine parça çakabilen gruplar o hafta meşhur olabiliyor. Gossip Girl'e konuk olduysan zaten belli bir mertebedesin artık. Dizi yapımcıları da bunun farkında herhâlde. Ellerinde böyle bir güçlerinin olduğunun. Bu arada aynı şey hafiften burada da başladı. Kuzey Güney'deki performansıyla şöhreti kucaklayan Mehmet Erdem gibi.

E: Ya buradaki dizilerde arkadaki müzik hiç susmuyor ki! Geçen gün hangi dizi hatırlamıyorum, sanırım İntikam dizisiydi. Resmen arkadaki gerilimli müzik yüzünden konuşma duyulmuyor sahnede.

H: Of evet ya. Gıy gıy gıy… Vıy vıy vıy… Dın dın dın…

E: Müzik hiç susmuyor ha! Sonrasında kitlendim, gerçek anlamda hiç susmuyor. Nasıl bir kafaya girmişler acaba?

H: Ben sana söyleyeyim… Editleyememişlerdir. Sıkılmışlardır. Sonra da “sal ağbi gitsin” demişlerdir çünkü sahne sahne tansiyon falan belirlemek bayağı bayağı zor bir iş. Ciddî bir bilgi, yoğunluk gerektiriyor.

E: Umarım dediğin gibidir. Umarım çok vakit vererek böyle bir noktaya getirmiyorlardır, ver coşkuyu diye takılıyorlardır. Çünkü baya garip bence… Diziler dışında, büyük filmlerden bahsettik çoğunlukla. Ama bir sahne var ki aklımdan çıkmıyor… Sonic Youth'tan aklıma geldi. Laf da sürekli dönüp dolaşıp Sonic Youth'a geliyor ama neyse… Hal Hartley’nin Simple Men filminde Sonic Youth’un “Kool Thing”i eşliğinde gelen dans sahnesi… Akıllara zarar bir klasiktir.

H: Bu muhabbet bence burada biter. O filmin, o sahnenin üstüne edilecek pek laf yok zira. Bağlantısını verebilir misin Ekincim? Bilgisayar başındaki okuyucularımız basıp izlesinler.

E: Elbette, hemen yolluyorum; işte burada! Ya Hakan ya bu arada saatler ileri alınmış. Akşam oldu, şimdi fark ettik, ne iştir ya. Yürü, kalk gidiyoruz.

H: Evet ya... Ben anlamadım şimdi öğrendim ileri alındığını. Her şey otomatik atmış ben fark etmeden. İşin eğlencesi kalmadı resmen.

E: Aynen. Hayatın iplerinin elimizden kayıp gittiğini hissediyorum...