Bantmag

KASETLER VE KASETLER (VE KASETLER) YAZI ALEX MAZONOWICZ
DÜN ÇOK PANİK OLDUM. TRAMVAYDA DURMUŞ, DELİ GİBİ ÇANTAMI KARIŞTIRIRKEN O KORKUNÇ ŞEYİN BAŞIMA GELMİŞ OLMAMASINI DİLİYORDUM. DERİNLERE DOĞRU İYİCE ELİMİ SOKUP IPOD’UMU BULUNCA RAHATLAYIVERDİM...

Şu satırları yazdığım anda iPod’umda 3692 adet şarkı bulunuyor ama yolculuklarım sırasında –ki bunların bir saati geçtiği çok seyrek oluyor– mutlaka dinlemem gerektiğini düşündüğüm parçalara yer ayırabilmek için düzenli olarak bazılarını silmem gerekiyor. Şımarığım ben. Geçmişe, 10 yaşımdan 24’üme (son derece kullanışsız bir Discman’den ilk mp3 çalarıma terfi ettiğim yaş) kadar geçen yıllara bir dönelim. İnternet öncesi karanlık günlerde, Facebook’a giremeyen, fotoğraf çekemeyen, sadece kaset çalmayı becerebilen bir Walkman’im vardı. Buna rağmen, şu an iPod’uma ne kadar bağlıysam, o zamanlar bazı kasetçalarlarımla aramda da böyle bir ilişki geliştirmiştim. Kişisel müzik dinleme âletleri büyük bir sıçrama kat etti ve giderek artan popülerliğiyle iPod, kasetçalarların haklı varisi olarak yerini doldurdu ama birkaç mühim farkla…

 

Sadık olmaları bir yana, kasetlerin en büyük farkı kullanışlı olmaları… Günümüzün her şeyi içinde barındıran şık cihazları düşünüldüğünde kasetler oldukça büyük kalmasına rağmen, içlerinde bir o kadar da az şey barındırıyor. Ticarî kopyalarda kaset başına bir albüm, arkadaşlarınızın sizin içi yaptığı kopyalarda ise kasetin her yüzünde ayrı bir albüm… Bu yüzden, kasetleri seçerken dikkatli olmanız gerekiyordu. Çanta taşımadığım zamanlar dışında, yola çıkarken asla yanıma üç kasetten fazlasını almazdım. Biri Walkman’in içerisinde, diğer ikisi de iki farklı cebimde… Birini The Beatles, The Who, Aretha Franklin gibi klasiklerden seçerdim. Diğeri yenilerden, üçüncüsü ise neredeyse her zaman, bir karışık kaset olurdu.

 

Evdeki plak ya da CD koleksiyonunuz ne kadar büyük olursa olsun, seyahat müziğiniz hep birkaç kasetlik bir seçkiden oluşurdu. Tabiî bunlar da ünlü olan gruplar gözden düşünce, mevsimler değişince ve müzikal zevkler gelişmeye başladıkça yerini başkalarına bırakmaya başlardı. Yine de albümleri günlük olarak dinlerdiniz. Hattâ okul/iş ve diğerleri arasında geçen yol maceralarınız boyunca birkaç kez dinlediğiniz zamanlar bile olurdu. Hâlâ daha, sevgilimi evine bıraktıktan sonra arka sokaklarda dolanarak kendi evime doğru yollandığım o kırk beş dakikalık yürüyüşlerimi mutlulukla anarım. Müziğin kulaklarımı doldurmaya başladığı o anların keyfini çıkarırken yalnız olmayı seviyordum ve pek çok kez dinlediğim bu albümlerde daha önce duymadığım sesleri arayıp duruyordum, ki tüm bunlar sizi bir noktadan sonra zehirlemeye başlayabilir aslında. Dinosaur Jr. dinlerken elektronik gitara âşık olduğum, The Beach Boys’un harmonili vokalleri karşısında kendimden geçtiğim ve The Wedding Present ile de şarkıların aslında “gerçekten” bir anlamı olabileceğini fark ettiğim o anları çok iyi hatırlıyorum.

 

80’lerde ve 90’larda değiş tokuş yapmak pek de abartılacak bir durum değildi. “Çekme kasetler müziği öldürür” gibi bir slogan vardı mesela o zamanlarda ama “sigara içmek öldürür” uyarısını ne kadar ciddîye aldıysak onu da o kadar önemsedik. Evde kaset çekmek hiçbir zaman yasadışı ya da ahlaksızca bir şey olarak düşünülmezdi ve bu yüzden biz de fikrî mülkiyet ya da anarşizm üzerinden anlamsız tartışmalar yapmak zorunda kalmazdık. Bir müzik âşığının gerçek onur madalyası ise karışık kasetlerdi…

 

Kendiniz için yaptığınız karışık kasetler, yanınızda taşımaya gerek göreceğiniz kadar iyi olmayan albümlerden sevdiğiniz bazı parçalar ile single’lardan oluşurdu genelde. Kasetlerde ileri ya da geri gitmek tam bir bela olduğundan –ve sonunda içindeki şeridin çözülmesine sebep olacağından– şarkıların sıralaması çok önemliydi.

 

Başkalarına karışık kaset kaydetmek ise bir sanattı. Olay sadece arkadaşlarınıza yeni şarkılar ve gruplar dinletmekten ibaret değildi. Daha da önemlisi bu, müzik zevkinizin ve bilginizin ne kadar derin, ne kadar gelişmiş göstermenin de bir yoluydu.

 

Artık bir kasetçalarım yok. Zaten mp3 çalarların kullanışlılığı düşünülecek olursa böyle bir şeyi tutmak büyük bir aptallık olurdu. Yine de, geçtiğimiz günlerde Japonya’da yaşayan bir arkadaşıma karışık CD hazırlarken benden daha genç bir iş arkadaşım bana ne yaptığımı sordu. “Neden sadece bir playlist yollamıyorsun ki?” diye sordu. “Aynı şey değil” dedim ve bu konuşmayı kafamda değerlendirmeye fırsat kalmadan, bir gün okul dönüşü, bir kızın bana verdiği karışık kasetten, Nirvana’nın “Lithium” şarkısını ilk kez dinlediğim ânı babama anlatışımı hatırladım ve birden ne kadar yaşlandığımın farkına vardım. “Teknoloji harika bir şey değil mi?” demişti, arkadaşlarıyla birlikte yeni Elvis albümünü dinleyebilmek için mahalledeki plak dükkânına kalabalık halinde doluştukları o günleri hatırlayarak. Karanlık zamanlardı gerçekten…