Bantmag

GEÇTİĞİMİZ AY GÖSTERİME GİREN VE PSYCHO’NUN YAPIM AŞAMASINA ODAKLANAN HITCHCOCK VE HBO’NUN ÖNCEKİ AYLARDA YAYINLADIĞI VE USTA YÖNETMENİN TIPPI HEDREN’A KARŞI OBSESYONUNA ODAKLANAN TELEVİZYON FİLMİ THE GIRL ÜZERİNE…

 

Round 1: Hitchcock vs. The Girl

 

Her iki film de bu sunuşla açılabilecekken, bir tanesi: “Orson Welles’le kıyaslarsan Hitch açık ara en tatlıları” diye sürerken, diğeri ise: “Dikkat et hayatım, Hitch bünyene oldukça zararlı gelebilir” repliğiyle yoluna devam ediyor. Peki, Sapık’tan Kuşlar’a, arada geçen o 3 senede, Hitch’e ne olmuş olabilir? Belki de burada üzerine konuşmamız gereken Hitch’in değişimi değil, Janet Leigh ve Tippi Hedren’ın Hitch’in hayatlarındaki yeridir.

 

“Mükemmel sarışın”ın peşinde bir adam olarak Hitch’in filmlerinin başrollerindeki kadınlara duyduğu zaafını biliyoruz ve farkındayız ki bu zaafın getirdiği kontrol hissi ve sahiplenme güdüsü, bir nebze aşina olduğumuz, günümüz yönetmen sinemasının yanında, sinema var olduğu sürece de rastlanabilecek bir durum. Kontratlar, sözleşmeler, senaryo planları, ortak yaratım süreçleri. Peki ya bunun ötesinde kalan o mahrem kısım?

 

Hithcock filminde Janet’ın mısır şekerleriyle kandırabildiği bu adam mıdır, Kız’da biricik kuşlarının Tippi’nin yüzünü delik deşik etmesine izin veren? “Öncelikle ben bir ev hanımıyım” deyip, set bitiminde arabasına atlayıp evine gitme özgürlüğü olan Janet Leigh’in yanında, filmi bitirmeden kendisine tahsis edilen evi terk etmesi yasaklanan bir Tippi Hedren görüyoruz ve ister istemez düşünüyoruz: Hitchcock da her erkeğin bir gün dönüşebileceği gibi, kadınına karşı zorba bir adam olabilir miydi?

 

Round 2: Janet vs. Tippi

 

Eti senin kemiği benim dediğimiz cinsten, birini, hayatında olabileceği en “iyi”sine ulaştırmak için, onun hayatında edinebileceği en “kötü”sü olmanız gerekebilir. Acaba Hitch de bu kadınlar için, bir çeşit kötünün iyisine mi dönüşmüştür? Hollywood’a sürüyle star yetiştiren, Kim Novak, Doris Day ve Grace Kelly’le çalışan bu adam, cinsel tacizden dava açılabilecek potansiyelde biri midir? Gündüzleri başrol oyuncularına hayatı zehir eden, geceleri ise karısı Alma’nın elini tutup galalarda boy gösteren Alfred’in ta kendisidir aslında o. En azından Hedren’a göre.

 

Hitchcock’da, Alma’yı kıskanan, aldatılmaktan kaçan bir adam olarak görüyoruz onu. En savunmasız ânında, kendisine hiçbir yapımcının destek olmadığı, ilk bağımsız film projesi Sapık’ın yapım aşamasında, hâlihazırda 66 bin dolar içerideyken ve hasta yatağında griple boğuşup sete gidememişken, çizgi film karşısında elinde mısır gevreğiyle yakalıyoruz. Yanında kimse yok, ne kadar yalnız adam, ne zor şartlarda yapmış filmi derken Alma giriyor içeri, biricik karısı ve iş ortağı. Derleyip toparlıyor onu. O ise korkuyor, Alma’nın onu terk etmesinden, başkasıyla gitmesinden. Ev hâli böyleyken, sete dönüyoruz, neşeli mi neşeli bir Janet Leigh. Hitch’den kişisel anlamda en ufak bir rahatsızlık hissetmemiş, elbette ki Hitch elinde bıçakla üzerine yürüdüğünde korkudan gözleri yuvalarından fırlamış lakin Hitch’in sakinleştirici “Kestik!” komutuyla kariyerinin en iyi işini yaptığının farkına varmış. Bunun getirisi olarak, iş etiğine saygıda hiç kusur etmemiş ve söylenilen negatif yorumların hiçbirine kulak asmamış bir Janet. İşini bitirmiş, karşılığını almış, evine dönmüş.

 

Round 3: Psycho vs. Birds

 

Sapık’ın başarısıyla Hitch yeni ilhamlara doğru yelken açarken bir sonraki filmi, Kuşlar’ın yapımına geçiyor hız kesmeden. Yeni sarışın seçme hakkını Tippi’den yana kullanıyor. Onun yönetmenliğine hayran bir kız olarak büyüleniyor Tippi. İçine alıyor proje onu, Kuşlar’la bir odaya giriyor, uzun bir süre o odadan çıkamayacağını tahmin bile edemeyerek. Ve ait olmaya başlıyor o odaya, içindekilere. Kısıtlanıyor, kontrol ediliyor, sorgulanıyor ve yönlendiriliyor. Bunların hepsini tek bir duygu yönlendiriyor, aslında Tippi o sırada sadece seviliyor. Hitchcock’un gözlerinde perdelere gizlenmiş bir sevgi okunuyor. Filmleri gibi, sert ve acımasız. Onun hayatında tek olmak istiyor, ütopyasının son parçasıymışcasına kilitliyor onu kaçmasın diye. Tarifsiz bir tutku duyuyor, filmine mi oyuncusuna mı, meçhul. Kariyer tehditleri, fiziksel yaklaşımlar ve ruhsal baskılar arasında çekilen Birds’ün başarısı, yaşanılan tüm huzursuzluğu o günlerde gizlemeye yetse de, zaman hepsinin bir bir ortalığa dökülmesine engel olamıyor nihayetinde. Daktilosunun başında, viskisi elinde, kurgu masasında hayal ettiğimiz Hitch’i, Kız bize, özel yönetmen-oyuncu toplantılarında, sanatçı kulislerinde ve gizli telefon konuşmalarında adeta başka biri olarak gösteriyor.

 

Sözün özü, Hitchcock gıdıklıyor insanı, kamçılıyor, Kız ise irrite ediyor, dokunmadığımız bir yerlerimize dokunuyor adeta.

 

Biyografi işlemenin dezavantajlarındandır, gerçek hayata veya hikâyeye ne kadar bağlı kalınacağı tartışılır, ipin ucu kaçar veya olması gereken yerde sabitlenir. Bu iki film de, ipin iki farklı ucunda duran bir görüntü çizmelerinden mütevellit arka arkaya izlendiklerinde kronolojinin doğru parçalarını oluşturmuyor hissi veriyor seyircisine. Belki de hiç birimiz bunca ironiyi içimizde taşımak istemediğimizden. Belki de hepsi korkutucu derecede insansı geldiğinden.

 

Tüm bu psikolojik dinamikleri Hitch’in annesiyle olan ilişkisine ya da kuşlarla gelişen bağına bağlamak veya Aslan burcunun karakter özelliklerinden dem vurmaktansa, onu, bize armağan ettiği onlarca şaheserle hatırlamak adına; nihayetinde, Hitch her iki filmde de kötü adamı oynamıyor, ama “her şeye rağmen”li cümleler kurduruyor sarışınlarına ve hepsinin hayatında derin izler bırakarak ayrılıyor onlardan. Tıpkı bizimkilerde bıraktığı gibi.