Bantmag

HİKÂYE ANLATICILIĞININ GÜZELLİĞİ, ÇEŞİTLİLİĞİ VE KARMAŞASINDA...

 

Muhtemelen günümüzün en standart hikâye anlatımı olan romanda, yazar anlatı hedeflerine ve okuyucuya ulaşmak için yüzlerce, hattâ binlerce sayfa kullanma ayrıcalığına sahip. Kısa öykü yazan biri, bu türün gereksinimlerinden ötürü, temelini bileyip gereksiz kelimeleri atarak sözlerini ustaca seçmeli. Hikâye anlatan bir şarkı sözü yazarı ise karakterleri, gelişme kısmını ve hikâyenin çözümünü sadece birkaç dizeye sığdırmak gibi daha da zor olan bir işle karşı karşıya... Bir film yapımcısı görsel işaretleri duygusal göstergeler olarak kullanabilir. Bir söz yazarının müziğiyse, genişliğe ve dinleyicide duygu uyandırma özelliğine sahiptir. Bu da bizi, hikâye anlatıcılığının sadece bir şarkı ismiyle dinleyiciyi kendi deneyimine götüren, tamamıyla enstrümantal ve en yalın olan hâline getiriyor.

 

Örneğin Mono... 1999 yılında Tokyo’da kurulan, gitarda Taka Goto, ritim gitarda Yoda Suematsu, basta Tamaki Kunishi and davulda Yasunori Takada’dan oluşan grup, vokal kullanmıyor ve şarkıları birer epik sinematik fon müziğini anımsatıyor. İlk yıllarında Sonic Youth / My Bloody Valentine’ın deneysel gürültü çizgisi ve 80’ler İngiltere’sinin shoegaze’inden esinlenen Mono, altı stüdyo albümü çıkarttığı süreç içerisinde olgunlaştı ve incelik ile hassasiyeti tek bir noktada birleştirdi. Mono okyanusu boyayıp, sonrasında güneşin her dalganın üzerinde yansıyan parıltısını size gösterebilecek bir grup. Ağırlık ve karanlık, onun müziğinde her zaman önemli bir yere sahip olacak, ama grubun 2012 çıkışlı For My Parents albümü bile, tartışmasız bir şekilde “yükselme” hissi taşıyor. Albümde yer alan “A Quiet Place (Together We Go)”  isimli son şarkı, bir yol ayrımına işaret ediyor; karakterler ve içerik dinleyicinin yorumuna bırakıldığı hâlde orkestral bir doruğa çıkabiliyor. İşte Mono’nun müziğinin sırrı da bu: dinleyiciye kendi yorumunu yapmasına izin verirken anlam önermede becerikli olması.

 

Mono müziği dinleyicinin yorumuna bıraktığı için, biz de Taka’yla bir kelime ve çağrışım oyunu oynadık ve ona söylediğimiz kelimelerin aklına getirdiği çağrışımları sıralamasını istedik.

 

Mono: Öylesine karar verilmiş, geçici olarak kullanılan, ama sonrasında kalıcı hâle gelen bir grup ismi.

 

Stereo: Ses duvarı.

 

Ağır: Bir Lars Von Trier filmi. Sanırım en sevdiğim hikâyeler hep “ağır” ve “hafif” arasında bir dengede.

 

Yaşam: Devamlı, sürekli değişken.

 

Ses: Fikirleri diğer insanlarla aynı kanala sevk etme ve paylaşma.

 

Pişmanlık: Duymamaya çalıştığım bir şey, çünkü pişmanlığın üzerinde fazla durmak, şu ânı bozuyor.

 

Bilim: Cevabın sadece yarısı.

 

Karanlık: Sondaki ışığa ulaşmadan önce geçtiğimiz tünel.

                                                                                                                                

Güzellik: Yaşadığımız evren.

 

Teslim olma: Bu kelimeyi çok seviyor muyum bilmiyorum. Teslim olma, başka hiçbir seçeneğin olmadığında yaptığın bir şey; savaşmadan pes etmek. 

 

Nostalji: Japonya’nın kırsal alanı, ailemin evindeki klasik piyanolar, tapınaklar, genç, özgür ve saf olma...

 

Gökyüzü: Hiçbir zaman değişmeyen tek şey.

 

Epik: Neden bilmiyorum, ama efektlerle ve patlamalarla abartılı Hollywood filmleri aklıma geliyor.

 

Sessizlik: Simon and Garfunkel’ın “The Sound of Silence”ı.

 

Işık: Tünelin sonunda...

 

Kırılgan: Küresel ısınma, değişen hava düzeni ve eriyen buzullar.

 

Aile: For My Parents albümümüz.

 

Söz: (Hiçbir fikrim yok).