PERİLER BOT GİYER
YAZI EMRE KARACAOĞLU
PERİLER BOT GİYER, OZZY’YE İNANIN!
Black Sabbath’ın “Fairies Wear Boots”unda Ozzy, gece eve dönerken bir evin penceresinden içeri baktığında, bot giyen bir peri ile birlikte dans eden bir cüce gördüğünü anlatır. Pekâlâ, buna inanmadıysanız, William Blake’e inanın: Ünlü ressam ve şair, bir keresinde, yanına oturan bir kadına, “Bir peri cenazesi gördünüz mü hiç, hanımefendi?” diye sorar. Kadından olumsuz yanıt alınca, “Ben de görmemiştim... Dün geceye kadar,” der ve bahçesinde gördüğü çekirge büyüklüğündeki yeşil ve gri perilerin cenaze merasimini aktarır. Ozzy ve Blake’in gördükleri periler onlara eserlerinde ilham verecek kadar etkiliydi. Türkçede kullandığımız “ilham perisi” ifadesinin vücut bulmuş hâlleri âdeta!
Etrafımdaki birkaç kişi de bana yazılarım için fikirlerimi nereden bulduğumu, yani kendi “ilham perileri”min nerelerden geldiğini soruyor bir süredir. Haklı bir soru çünkü, sonuçta, “ilham” dediğimiz olguya, ürettiğimiz her şeyde ihtiyacımız oluyor... Bu bir yazı, bir resim ya da hattâ mırıldandığımız bir şarkı olabilir. Rus yönetmen Andrei Tarkovsky, sanatın, evrenin ahenk ve anlam yoksunluğundan ortaya çıktığını söylüyordu. Buna katılıyorum ve bu, beni şu noktaya götürüyor: bir şey üretirken, aslında sıfırdan bir şey ortaya koymuyoruz. Örneğin, sevdiğiniz kadının sırtındaki dövmeye bakıp onla ilgili birşeyler yazmaya karar veriyorsanız ya da unutamadığınız bir adamın kulağınıza fısıldadığı bir cümle size duşta şarkı söyletiyorsa, o anda doğrudan o dövmeyi ya da cümleyi değil, onların çağrışımlarını düşünürüz. Onları anlamlandırmaya, kendi evrenimizde bir yerlere oturtmaya çabalarız. Yani aslında imgeler (“ilham perileri”) her an, her saniye etrafımızdadır ve bizden onlara anlam yüklememiz için beklemektedirler. Varoluşumuz, anlamlandırılmak için yanıp tutuşan imgeler içinde yüzmektedir. Kilit nokta, bizim nasıl baktığımızdadır. Buna benzer bir ifade, müzikle ilgili olarak, Kanadalı bilim kurgu yazarı Spider Robinson’ın “Melancholy Elephants” isimli öyküsünde geçer: “Sanatçılar birşeyler yarattıklarını iddia ederek yüzyıllardır kendilerini kandırıyor. Yaptıklarının bunla alakası yok. Onlar yalnızca keşfederler. İnsanın sinir sistemi tarafından hoş bulunacak nota kombinasyonları, gerçekliğin doğasında zaten bulunmaktadır.”
Peki ama güzel bir yaratı için anlamlandırma isteğinden sonra ne gerekiyor: tabiî ki içtenlik, yani eserin üzerinde sizin ruhunuzun bırakacağı iz... Ki lütfen bunu sadece sanatsal bir eser için düşünmeyin. İki insanın basit bir tanışıklığından büyük bir dostluk ya da aşk yaratmak için bile bu gerekmektedir. Bu temel gereksinimi açıklaması için de vokalist Maynard James Keenan’ı çağıracağım. Bakın, o da içtenliği açıklamak için nereden ilham almış: “20.yüzyılın ortasına kadar dağ gorili bir efsaneydi... Bigfoot ya da Loch Ness canavarı gibi. Bu nadir bulunan gölgeye rastlamak, bir kişinin ruh eşini bulması kadar zordu. Enderdi. Kıymetliydi. Keşfedildiklerinde bile, onlara yaklaşmak neredeyse imkânsızdı. Bu olağanüstü hayvana yaklaşmanın tek yolu empatiydi; bütün sahte tavırları ve önyargıları bir kenara bırakıp kalbi açmak, savunmaları indirmekti. Neredeyse yok olmak üzere olan bu canlıları taş kalpliler, soğuk ve ilgisizler ve bu ender, kıymetli anları göz ardı eden menfaatçiler tehdit etmektedir.”