YANDAN BİR ÖNERİ: BERBERIAN SOUND STUDIO – PETER STRICKLAND
YAZI SEDA NİĞBOLU
FİLMİN BİR SAHNESİNDE, İTALYA’YA HİÇ ALIŞIK OLMADIĞI BİR ŞEKİLDE BİR KORKU FİLMİ STÜDYOSUNDA ÇALIŞMAYA GÖNDERİLEN İNGİLİZ SES TEKNİSYENİ GILDEROY’A (TOBY JONES) YÖNETMEN “BU BİR KORKU FİLMİ DEĞİL” DER VE SEYİRCİ OLARAK MESAJI ALIRIZ.
Peter Strickland’in ikinci uzun metraj denemesi tek bir saniyesi bile korku filmlerinin karakteristik niteliklerine dayanmadan bütünüyle tedirgin edici ve gizemli bir kabus atmosferi yaratıyor. Tedirginliğin gösterilen hiç bir şeyle ilgisi yok, her şey zihnin içerisinde olan bitenlerden, hayal gücünün insanı sürüklediği yerlerin belirsizliğinden ibaret. Ne sürekli etrafta gezinen örümcek, ne filmin önemli kısmını oluşturan ses kayıtlarındaki cadıların, goblinlerin hırlamaları ve çığlıkları, ne de sürekli yanıp sönen “Silenzio” tabelasının kâbus bekçiliği tek başlarına birer korku unsuru. Strickland hayal gücünü bu denli tetiklemeseydi korkunç ses efektleri yaratmakta kullanılan sebze meyveler ve onlarla yapılan yemeklerin çekimleri nasıl bu kadar dehşet verici olabilirdi ki?
Berberian Sound Studio bir yanıyla da bir sosyal anksiyete dramı. Yabancısı olduğu bir dünyada annesinin yemekleri ve sevgisinden uzak güvensiz başkarakterin tedirginliğini ve yabancılaşması bize de sirayet ediyor. İstese de etrafında olan bitene karşı koyamazken (çünkü aslında pek bir şey olduğu bittiği yok), kendine rahatlık verecek herhangi bir şeyden yoksunken biz de rahatlayamıyoruz. Çünkü Strickland asla sorunun kökenine indirmiyor bizi. Aralarda bir yerdeki rahatsız edici mizah ve “İngilizsin, hep uzaksın, sana ulaşamıyoruz” gibi cümleler de buzları eritmiyor. Başkarakter dâhil herkes sevimsiz, herkes uzak. Seyirci de Gilderoy ile birlikte kendi anksiyetesini yaşıyor.
70’li yıllarda geçen filmin seyirciye yaşattığı deneyim ve verdiği tatlar birçok farklı alandan geliyor. Yalnız işitsel değil görsel sürprizleri ve beklenmedik sekanslarıyla İtalyan korku sineması ve giallo filmlerine bir saygı duruşu Berberian Sound Studio. Ama sadece dönemin ses kayıtlarının nasıl yapıldığıyla ilgilenen odyofiller için de neredeyse bir belgesel kadar heyecan verici. Ses kayıtları ve paranoya üzerine temellenen ve Coppola’nın The Conversation’ında doruk noktasına ulaşan psikolojik gerilimleri sevenler içinse uzun zamandır beklenen yeni favori. Seslerin ve müziğin bundaki payı da hayatî boyutta. Yalnızca Broadcast’in İtalyan korku müziklerini bugüne taşayan “hauntologic” kayıtları değil Nurse with Wound’ın buz gibi parçalarındaki dehşet ve yine NWW’dan Steven Stapleton ve Current 93 ekibinden Andrew Liles gibilerinin aralarında bulunduğu bir takımın ses işçiliği de bu benzersizliğin bir parçası. Sesler görüntülerden bağımsız dinlendiğinde bu bir korku filmi olabilir evet, ama filmin başlarındaki o diyaloğa göndermede bulunursak “bu sadece bir Strickland filmi ve daha önce gördüğünüz hiçbir şeye tam anlamıyla benzemiyor.