Bantmag

MASUMANE GÖRÜNÜMÜNÜN ARDINDA TEHLİKELİ ALTMETİNLER BARINDIRAN TEMALARDAN BİRİ “BROMANCE”...

                          

Erkek romantizmi olarak çevrilebilir, ama çağdaş Batı kültüründeki anlamı romantizm ya da homoerotizmden tamamen soyutlanmış hâlde. Kavram için kadınlardan farklı olarak ayrı bir kelime türetilmiş olması bile çok şey anlatıyor. Kadın filmlerinden bahsederiz normalde, kadın romantizmi filmlerinden değil. Aynı cinsten iki kişi arasındaki dostluğun cinsine sinemada, müzikte, edebiyatta ayrı bir tür adı konacak kadar vurgu yapılmasının altında yatan homofobiyi göz ardı etmek mümkün değil. Son dönemde sadece Judd Apatow ve tayfasının “bromantic” filmleriyle ya da The Hangover gibi erkek dostluğu hikâyeleriyle değil, indie âlemindeki karşılıklarıyla da bromantizmin görünürlüğü artıyor. Bir yandan Frank Ocean’ın eşcinselliğini açıklaması ve Jay-Z’den gelen destekle hip hopta homofobiye karşı olumlu gelişmeler olduğu konuşuluyor. Indie rock’ta Fleet Foxes, The Hold Steady gibi grupların konserlerinde yaşanan erkek dayanışması atmosferi, Arctic Monkeys’den Alex Turner ile Miles Kane’in “Milex” çifti olarak anılmasına kadar varan dostluk gösterileri anti-homofobik faaliyetler olarak iyi karşılanıyor. Ama homofobi pek çok müzikal türde hâlâ aynı şiddette baki.

 

Öte yandan bromance olarak altı çizilmeyen, ötekileştirilmeyen, kimi doğal erkek dostlukları ve birliktelikleri var. Bromance’in bizi asıl ilgilendiren kısmı da o zaten. Ve müzik tarihinin uçsuz bucaksız evreninde o kadar azlar ki, hatırlayıp romantik hislere kapılmamak zor. Onları özel kılan zaten bu nadirlikleri ve belli bir türle anılmayacak kadar derinlere işleyen hikâyeleri.

 

Yanlış anlaşılanlar

Tarihin en yanlış anlaşılmış parçalarından bazıları erkek dostluğu parçalarıdır. Kimse onların bir erkek tarafından başka bir erkek için yazıldığını tahmin etmez, düşünmek istemez. Ve o yanlış anlaşılma yıllar boyunca sürer gider. Bonnie Prince Billy tarafından yazılmış, tüm zamanların kuvvetle muhtemel en iyi erkek dostluğu parçası “I See a Darkness”ın sözlerine kulak verin: “Erkek kardeşim” der, “bir gün karılarımızla ya da yalnız huzura kavuşacağız”. Buna rağmen kimi forumlarda parçanın bir erkek için yazılmış olup olmadığı hâlâ tartışılır. Johnny Cash’in sesinden de duyduğumuz “I See a Darkness”ta içindeki herkesi sevme potansiyeline rağmen onu bazen ele geçiren karanlıktan bahseder Bonnie Prince Billy. Onu o karanlıktan çekip çıkarabileceğini umduğu tek kişi erkek dostudur. Bonnie Prince Billy, yani Will Oldham’ın başrollerinden birinde yer aldığı (Yo La Tengo müzikli) Kelly Reichardt filmi Old Joy’u izlemiş olanlar varsa bilir, “I See a Darkness”ın görsele dökülmüş hâlidir âdeta ve bir kadının elinden çıkan tüm zamanların en etkileyici bromance sahnelerinden birini içerir. Gündelik hayatlarından uzağa kaçan iki arkadaş termal sularda çıplak hâlde yıkanırlar ve ardından Will Oldham arkadaşının omuzlarına masaj yapar. Homoerotizm yoktur bu sahnede, ondan çok daha öte bir yoksunluk, melankoli ve ona karşı tutunulmaya çalışılan bağ vardır.

 

Yanlış anlaşılmadan bahsetmişken Pink Floyd’un “Wish You Were Here”ını anmadan yol değiştirmek ne mümkün. Kim bilir kaç düğün derneğe ve ilan-ı aşk mesajlarına konu olmuş bu parça yıkılan bir dostluğun, ondan da öte yıkılan bir insanın trajedisidir. Roger Waters’ın Syd Barrett’a ulaşamamasının feryadıdır. Sadece “Wish You Were Here” değil “Shine on You Crazy Diamond”, hattâ tüm albüm bu tematik etrafında döner. “Güneş gibi parlayan” Barrett, artık “ay için ağlıyordur.” Waters daha sonra “Shine On”un aslında Barrett’la ilgili olmadığını, onun kimilerinin modern hayatla başa çıkma trajedisi içinde ekstrem şekilde kapıldığı izolasyonun bir sembolü olduğunu söyler.

 

Pop kültürde düzelen imaj

Bromance tabiî ki altı çizilerek tanımlanmadığında duygusal ve güzel. Paylaşılan şey kadın düşmanlığı, homofobi, spor ve içkiden ibaret olmadığında... Yoksa homofobinin bu kadar yaygın olduğu hip hop âlemi de sözde bromance ve “homie” hikâyeleriyle dolup taşıyor. Bromance temasının bugün daha göz önünde olmasının nedeni kimi psikologlara göre batının erkek ideallerinin değişmesiyle, değişen sosyoekonomik durumla ilgili. 70’lerin feminist annelerinin doğurduğu erkeklerin maçolukla ilişkisi eskiye göre hâliyle zayıf. Duyguları açıkça ifade etmek artık olumlu bir şey olarak görülüyor. Öte yandan popüler kültürden ve özellikle Hollywood’dan Matt Damon-Ben Affleck ya da George Clooney - Brad Pitt gibi örneklerle cool’laşan bir değer hâline geldi “bromance”. Ama tabiî ki onlardan önce de aralarındaki özel bağdan çok özel işler çıkaran erkekler vardı.

 

“I See a Darkness” nasıl en iyi “bromance” parçasıysa, en iyi video da Nick Cave&The Bad Seeds’in “The Weeping Song”una ait olsa gerek. Bugün hâlâ konserlerinde Blixa Bargeld’e sevgisini ona yolladığı selamlarla dile getiren, “Where the Wild Roses Grow”u onunla birlikte canlı söylemişliği bulunan Nick Cave, ebedî dostuyla hiçliğin ortasındaki bir kayıkta kürek çeker, dans eder, içer, kol kola girer. Ağlama eyleminin kendisi bile erkek literatüründen dışlanırken o hiçlikte hem kadınlar hem erkekler gözyaşı döker.

 

Ticarî dostluklar

İşin bir de ticarî tarafı var tabiî ki. Yoksa ‘N Sync’den Take That’e boy band’leri de bu toplamada anardık. Kimileri onları da Batı’dan gelen anti-homofobik gelişime dâhil etse de boy band’ler tamamen kadınlara yönelik bir paket olarak sunulduklarından bu sadece bir yanılgıdan ibaret. Pazarda meyve seçer gibi yaratılmış biyonik erkek birlikleri onlar, ne derece hissedebilirler ki? Bugün bromance’in popüler kültürdeki en büyük karşılıklarından biri olarak K-Pop ve J-Pop akımları gösteriliyor. Yani Kore ve Japonya’dan çıkma, özellikle genç kuşak anime severlerin hastası oldukları dijital pop türleri. Bu ülkelerdeki pop endüstrisi dinleyicilere istediklerini vermek aracılığıyla onların arzu ettiği şekilde bir araya getirdiği erkek grup üyelerinden “ship” adı verilen birliktelikler yaratıyor. Tıpkı Hollywood’daki Bennifer ya da Brangelina çiftleri gibi isimler veriliyor onlara ve bu isimlere “OTP” (one true pairing, gerçek eşleşme) deniyor. Tamamen robot gibi. Peki ya romantizm ya da dostluk bunun neresinde?

 

Tarihin en büyük bromance hikâyesiyse bu genç çocuklara değil aksine iki maskülen, kaslı, hattâ maço adama ait ve meselenin maskülenlik ya da feminenlikten öte olduğunun mükemmel bir kanıtı. Misfits’den Glenn Danzig ve kolunda Misfits dövmesi taşıyan Black Flag’den Henry Rollins’in sarsılmaz ilişkisi öyle boyutlarda ki yakın zamanda Tom Neely tarafından yaratılan ve eşcinsel kültürün kült çizeri Tom of Finland’ın tarzında bir çizgi romana konu oldu. Henry&Glenn Forever isimli çizgi roman ikili arasındaki hayalî bir romantik ilişkinin etrafında dönüyor. Şimdiyse sırada kapağında Danzig’in bir motosikletin üzerinde Rollins’e sarılmış şekilde resmedildiği Henry&Glenn Forever+Ever var. Hattâ çizgi roman serisinden yola çıkan bir sergi bile yapıldı. Ama hiçbiri bromance ruhunu Henry Rollins’in kitaptan bahsedildiğinde verdiği tepki kadar iyi anlatmıyor: “Glenn bunu gördü mü? İnan bana, hiç hoşuna gitmeyecektir.”