Bantmag

Beyoğlu’ndaki sinemalara birbiri ardına süngü vurulması sonrasında koskoca Beyoğlu’nda kendine yalnızca iki sinema salonunda (Atlas ve Beyoğlu, hadi Pera müzesini de ekleyelim üç salon) yer bulabilen ve iki haftalık bir İstiklal maratonu tanımından gitgide uzaklaştırılmış olan festival, her şeye rağmen bu yıl 32. kez ve yine nefes kesici filmlerle karşımızda... 16 Mart satışa çıkacak biletlere yumulmadan önce, hangi filmleri öncelikleriniz arasına almanız gerektiğiyle ilgili tüyolar ise bizde... Tamamı 8 Mart’ta açıklanacak olan programdan, şimdilik kulağımıza çalınan, en heyecan verici 25 film karşınızda!

 

 

THE PLACE BEYOND THE PINES: Geçtiğimiz yıllarda ilk filmi Blue Valentine ile ağzımıza bir parmak nevrotik bal çalan Derek Cianfrance’in bir kez Ryan Gosling’i başrole taşıyan filmi, bu sezonun parlayan yıldızlarından Bradley Cooper’ın yanısıra Eva Mendes ve Ray Liotta gibi isimleri de kadrosunda barındıran, ilgi çekici bir dram.

 

QUARTET: Dustin Hoffman’ın ilk yönetmenlik deneyimi olan film, yakın arkadaş olan dört eski opera sanatçısının bir araya gelerek yeni bir konsere hazırlanmalarını anlatıyor. Maggie Smith’e Altın Küre adaylığı getiren film, dingin anlatımıyla öne çıkıyor.

 

VESİKALI YÂRİM: Başrollerini İzzet Günay’la Türkan Şoray’ın paylaştığı, siyah-beyaz bir olasılıksız aşk hikâyesi anlatan bu enfes klasik, restore edilmiş kopyasıyla festivalde yeniden seyirci karşısına çıkıyor. Henüz görmemiş olanlar Türk sinemasının en yüreğe oturan finallerinden birine bu sayede tanıklık edebilir.

 

STOKER: Chan Wook-Park’ın son dönemin parlayan yıldızlarından Mia Wasikowska ile son dönemin düşen yıldızlarından Nicole Kidman’ı başrole taşıdığı bu sinir bozucu dram-gerilimi, Güney Koreli ustayı bir de İngilizcede sınamak isteyenlere hitap ediyor.

 

PROMISED LAND: Amerikan bağımsız sinemasının usta yönetmenlerinden Gus Van Sant’ın bu son filminde ünlü oyuncular Matt Damon ve John Krasinski hem senaryo koltuğunda oturmaları, hem de başrolde yer almalarıyla dikkat çekiyor. Geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nde Özel Mansiyon Ödülü de kazanan filmi, ünlü yönetmenin takipçileri ıskalamamalı.

 

SIGHTSEERS: Geçen yıl İngiliz sinemasının en çok övülen filmine dönüşen yapım, geçtiğimiz yıl festivalde izlediğimiz Kill List’in yönetmeni Ben Wheatley’nin imzasını taşıyan bir kara komedi. İngiltere’nin Göller Bölgesi’ni karavanlarıyla boydan boya geçen katil bir çiftin komik, şiddet ve kan dolu tatilini anlatan filmin başrollerini Alice Lowe ve Steve Oram paylaşıyor.

 

GOLTZIUS AND THE PELICAN COMPANY: Deli dâhi Peter Greenaway’in Nightwatching ile başladığı “Hollandalı Ustalar” üçlemesinin ikinci filmi olan yapım, 16. yüzyılda yaşamış baskı ve gravür ustası Hendrik Goltzius’u anlatan ve Goltzius’un, zina, ensest, aldatma, pedofili, fahişelik ve ölüsevicilikten oluşan altı cinsel tabuyu sahnelemesini konu alan, aymaz bir film.

 

GINGER AND ROSA: Festival takipçilerinin Orlando, Yes ve Rage ile yakından tanıdıkları Sally Potter’in yazıp yönettiği Ginger and Rosa, 1960’ların İngiltere’sinde iki genç kızın birbirine olan bağlılığını anlatıyor. Elle Fanning ve Alice Englert’e Christina Hendricks, Alessandro Nivola, Annette Bening, Oliver Platt ve Timothy Spall’un eşlik ettiği film, dokunaklı ve etkileyici bir dram.

 

AH GÜZEL İSTANBUL: Pek çoklarına göre Türk sinemasının gizli hazinesi niteliğindeki bu tadına doyulmaz klasik, Sadri Alışık ile Ayla Algan’ın kalp çalan performanslarının yanına, üçüncü bir başrol olarak bundan 55 yıl öncesinin mağrur ve göz kamaştıran İstanbul’unu ekliyor ve seyircisine eşsiz bir tecrübe yaşatıyor.

 

TWO MOTHERS: Akıl almaz senaryosuyla, geçtiğimiz Sundance Film Festivali’nin en çok konuşulan filmlerinden olan Two Mothers’da Robin Wright ile Naomi Watts, birbirlerinin oğulları ile aşk yaşayan iki kadın arkadaşı canlandırıyor... Hadi hayırlısı!

 

POST TENEBRAS LUX: Bu yıl festivalde iki kısa filmi ve tüm uzun metrajlı filmleri gösterilecek, ve festivalin konuğu olarak İstanbul’a gelip bir de sinema dersi verecek olan Carlos Reygadas’ın görmediğiniz tüm filmlerini bu sayede ne yapıp edip görün. Ancak kendisine geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü kazandıran bu son filmini de gözden kaçırmayın.

 

PARADISE: LOVE – FAITH – HOPE: Festivalin gediklilerinin aşina olduğu yönetmen Ulrich Seidl’ın aynı ailedeki üç kadının çıktığı farklı tatiller üzerinden kurguladığı “Paradise” üçlemesi, geçtiğimiz yılın en çok övülen sinema olaylarından biriydi. Festival kapsamında bu üç film de seyirci karşısında olacak.

 

STARLET: Geçtiğimiz ay verilen Independent Spirits ödülleri arasında dikkat çeken filmlerden biri olan Starlet, 21 ve 85 yaşındaki iki kadının kesişen yollarını anlatan filmi, Austin’de Jüri Özel Mansiyonu, Locarno Film Festivali’nde ise Genç Jüri Ödülü kazanmıştı. Ufak, kendi hâlinde bağımsızlara ilgi duyanlar kaçırmasın.

 

KON-TIKI: Bu yıl Oscarlarda en iyi yabancı film kategorisinde Amour’un rakiplerinden biri olan yapım, Norveç’in en büyük efsanelerinden birine odaklanan bir açık deniz macerası. İskandinav sinemasından son dönemde çıkmış olan en pahalı filmlerden biri olan Kon-Tiki, fiyakalı Hollywood macera filmleri ayarındaki Avrupa filmlerine ilgi duyanlara hitap ediyor.

 

AN EPISODE IN THE LIFE OF AN IRON PICKER: Berlin Film Festivali’nde Danis Tanovic’e jüri özel ödülü kazandıran bu güçlü dram, karısının zorunlu kürtaj ameliyatı için atık metal toplayan bir adamla ailesinin cesaret ve umut öyküsü anlatıyor. No Man’s Land’le uluslararası bir başarı kazanmış olan Bosnalı yönetmenin takipçileri, yine kendinden geçeceğe benziyor.

 

THE ICEMAN: Festivalin sürpriz yumurtalarından biri niteliğindeki film, organize suç örgütlerinin en tehlikeli tetikçilerinden biri olan Richard Kuklinski’yi merkez alıyor ve onu çocukluğundan çete günlerine ve tutuklanışına dek izliyor. Başroldeki Michael Shannon’un yanısıra Winona Ryder, Chris Evans, James Franco, Stephen Dorff ve David Schwimmer gibi yıldız isimleri bir araya getiren film, oyuncu performanslarıyla konuşturacak gibi.

 

THE SPIRITS OF ’45: İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından İngiltere’de esen umut rüzgârlarının vahşî kapitalizmle yok oluşunu anlatan film, dönemin tanıklarının anlatılarıyla arşiv görüntülerinden oluşuyor. En son buram buram kokulu viski komedisi The Angels Share ile karşımıza çıkan ihtiyar delikanlı Ken Loach, formunda bir belgeselle karşımızda sanki?

 

BOB WILSON’S LIFE AND DEATH OF MARINA ABRAMOVIC: Sahne sanatlarının anası Marina Abramovic ile dahi yönetmen Robert Wilson’un 2011’deki birlikteliğinden ortaya çıkan belgesel, Abramovic’in deneysel bir opera türünde yeniden kurgulanan biyografisi niteliğinde. Filmde Antony Hegarty ile oyuncu Willem Dafoe de kendine yer bulmuş.

 

THE GATEKEEPERS: Son dönemin en güçlü ve cesur belgesellerinden biri olarak övülen yapım, hem İsrail’in hem de Ortadoğu’nun, politikacıların ve ahlakın iç yüzünü aydınlatıyor. Yönetmenliğini Dror Moreh’in üstlendiği, Errol Morris’in The Fog of War’ından esinlenen film, En İyi Belgesel dalında Oscar’a da aday gösterildi.

 

SEARCHING FOR SUGARMAN: Sundance’de İzleyici Ödülü ve Jüri Özel Ödülü, Tribeca, Moskova, Atina, Durban ve Los Angeles’te En İyi Belgesel ve İzleyici Ödülleri kazanan, belgesel dalında Oscar’ın sahibi olan, yılın en bol ödüllü ve sıradışı belgeseli Searching for Sugarman, 70’lerde ABD’de iki albüm kaydettikten sonra müziği bırakan ve Güney Afrika’da çok meşhur olduğundan habersiz olan Rodriguez’in izini, iki hayranının gözünden sürüyor. Muazzam!

 

OH BOY: Bu yıl festivalde gerçek bir keşif yapmak isteyenlerin kaçırmaması gereken bu Alman filmi, Goodbye, Lenin’in yardımcı yönetmenliğini yapan, reklam ve müzik filmleri yönetmeni Jan Ole Gerster’in ilk uzun metrajı. Etrafındaki herkesin tuhaf olduğunu düşünüp ardından sorunun kendisinde olduğu hissine kapılan Berlinli Niko’nun komik yaşamını anlatan film, geçen yıl, Oldenburg Alman Bağımsızlık Ödülleri’nde de birkaç ödül birden kazanmıştı.

 

BEAUTIFUL 2012: Dört önemli Asyalı yönetmen Kim Tae-Yong, Gu Changwei, Tsai Ming-Liang ve Ann Hui’nin dört kısa filminden oluşan film, yaşam, ölüm ve mutsuzluk üzerinden güzellik kavramını sorguluyor. İzleyiciyi Çin, Güney Kore, Hong Kong ve Tayvan’da arasında bir yolculuğa çıkaran yapım, ünlü yönetmenlerin bir araya gelip aynı temada kısa filmler çektiği projelere kayıtsız kalamayanlara...

 

MEKONG HOTEL: 2010 yılında Uncle Boonmee filmiyle Cannes’da Altın Palmiye kazanarak büyük ses getiren Taylandlı yönetmen ve video sanatçısı Apichatpong Weeresethakul’un son filmi, vampiri andıran anne ile kızı ve genç âşık ile nehir arasındaki bağı özgün tarzıyla anlatıyor.

 

GEBO AND THE SHADOW: Dünyanın en yaşlı sinemacısı, 103 yaşındaki usta yönetmen Manoel de Oliveira’nın, Portekizli modernist Raul Brandão’nun 1923 tarihli oyunundan uyarlanan 59. filmi, Claudia Cardinale, Jeanne Moreau, Leonor Silveira gibi sinema tarihinin en önemli oyuncularından birkaçını ve Oliveira’nın torunu Ricardo Trepa ile Michael Lonsdale’yi kadrosunda barındırıyor.

 

TOUCH OF LIGHT: Tayvanlı piyano dehası Huang Yu-Siang’ın gerçek yaşam öyküsüne dayanan bir aşk hikâyesi anlatan film, yönetmen Chang Jung-Chi’nin ilk uzun metraj filmi. Filmde kendini canlandıran Siang’ın, üniversite çağı geldiğinde gerçek dünyaya adım atarak, gören öğrencilerle aynı kulvarda kendi yolunu bulmaya çalışması anlatılıyor. İlgi çekici bir dramla karşı karşıyayız.