






GENÇ YÖNETMEN DENİZ TORTUM'UN İLK UZUN METRAJ FİLMİ "ZAYİAT", GEÇTİĞİMİZ HAFTA !F İSTANBUL FİLM FESTİVALİ KAPSAMINDA TÜRK SEYİRCİSİYLE BULUŞTU.
Amerika'da, Bard College'ın Film ve Elektronik Sanatlar Bölümü'nü bitiren Tortum'un mezuniyet tezi olarak hazırladığı bu film, yavaş tempolu, hafif kopuk bir arayış hikâyesi. Zayiat bir de geçtiğimiz haftalarda, Amerika'daki SXSW festivaline kabul oldu. New York'ta yaşayan Tortum, hazır festival için İstanbul'a gelmişken kendisiyle oturup ilk filminin çekimlerinden, festival deneyiminden ve ilerisi için olan planlarından bahsettik.
Filmle ilgili ilk çalışmalara başladığında aklında nasıl bir şey vardı? Ortaya çıkan sonuçtan memnum musun?
Filmin konusu, kurgusu ilk başladığım andan itibaren sürekli değişerek ilerledi. İlk başta, politik bir korku filmi yapayım dedim. Mesela daha önce de bu filmi örnek vermiştim, Kutluğ Ataman'ın Karanlık Sular'ı gibi. Fakat sonunda ortaya başka bir şey çıktı. Biraz daha sade mi diyeyim? Steril mi diyeyim? Tabiî !f olsun, SXSW olsun, bunlar ufak da olsa bir güven oyu. Filmin güzel bir temposu ve ilginçlikleri var bence, ama kusurlarının da farkındayım.
Zayiat senin mezuniyet tezindi. Üzerinde çalışmaya ne zaman başladın? Çekim sürecini bize biraz anlatabilir misin?
Valla, ben bu filmi yazmaya başladığımda 22 yaşındaydım. Çekerken 23 yaşına girdim, gösterim sırasında da 24 yaşına girdim. Yani bir buçuk yıllık bir süreç oldu. Yazması aşağı yukarı 4-5 ay sürdü, aslında çok da çabuk gelişen bir çalışmaydı. Çekmesi için de, hazırlıklar ve prodüksiyon dâhil olmak üzere, Türkiye'ye geldiğimde altı haftam vardı. Bunun ilk üç haftası oyuncuları, mekânları bulmak, senaryoyu bunlara göre yeniden ayarlamakla geçti. Toplamda 18 gün çekim yaptık, ama bu 18 günün hiçbiri tam gün değildi. Mesela başrol oyuncusu, Ulaş, 13 gün kadar vardı; kimi günler de ben gidip İstanbul sokaklarını çektim. 2-3 haftalık bir çekim süreciydi, sonra da 3-4 ay boyunca da kurguladım. Tabiî kurgularken yine senaryo biraz değişti, tekrar tekrar gözden geçirildi, kimi şeyler eklendi. Mesela telefonla Türkiye'yi, oyuncuları arayıp onlardan diyalog kaydetmelerini istiyordum.
Bu süreç boyunca beklemediğin nelerle karşılaştın?
Yani bayağı zaman alıyor tabiî, filmin en korkutucu yanı bu. Bir de film aslında haziranda bitti, şu an şubattayız. Aradaki beş aydır filmi festivallere yolluyorum. Filmin bittikten sonra bu kadar işinin kalacağını ben hiç tahmin etmiyordum. Festivallere yollamak ve filmin tanıtımını yapmak neredeyse tam zamanlı bir iş gibi. Tabiî ben o kadar zaman ayıramadım aslında, ama gerçekten birşeyler yapmak istiyorsan, bayağı zaman ayırmak lâzım. Fark ettiğim diğer bir şey, filmin hiçbir tanıtım bütçesi olmasa bile, aslında filmin festivallere yollanması bayağı büyük bir bütçe tutuyor. O yüzden ben çok fazla yere yollamadım. Fakat küçük bütçeli film çekmek artık çok mümkün. Bir tek zaman meselesi, o da ayrılabiliyor.
Zayiat yapısı itibariyle olayları anlatmaktan çok belli bir hissi uyandırıyor. Çektiğin kısa filmler de aynı histe ilerliyor. Niyetin bu muydu? Ve bunu nasıl başardın?
Kesinlikle! Zaten benim okuduğum okul bayağı deneysel, avangart film odaklıydı. Tüm işlerde bir hikâyeyi anlatmaktansa, bir duyguyu uyandırmaya çalışan bir çaba vardı. Bir hocam var mesela, Peter Hutton diye, 50 yıldır film çekiyor ve Amerika'da son 10 yılın en önemli avangart sinemacısı seçildi. MoMA'da birkaç yıl önce retrospektifi oldu; filmlerinden bir tanesi Library of Congress tarafından koruma altına alındı. Bu adam, seneler boyunca, bir tek siyah beyaz, 16mm, sessiz ve peyzaj filmler çekiyor. Sadece görüntüler ve tamamen aşkınlık üzerine; düşünceli, dalgın bir niteliği var. Öyle olunca, öyle bir yerden gelince, tabiî o hissi yaratmaya ben de uğraşıyordum, ama aynı zamanda bir hikâye anlatmak da istedim. Filmde aslında sağlam bir hikâye var, ama anlatış şekli nedeniyle hiç önemli değilmiş gibi duruyor. Oradan oraya geçiyor, bir yere bağlanmıyor, ama aslında bakarsan filmde bir Almodovar filmi kadar drama var! Kız arkadaş hamile mi, değil mi? Baba kaçtı mı? Metres var, anne ağlıyor, depresyonda... Ama hepsi biraz üstü örtülü gibi, biraz yok sayılıyor. Tabiî bu izleyen için biraz rahatsız edici olabilir.
Filmde ailen de var; onlarla çalışmak nasıldı?
Güzeldi! Yani annem iyi oynadı, babam iyi oynadı. Annemi yönetmesi özellikle zordu. “Acaba doğru mu oynuyor?” “Ama annem hep böyle!” Dışarıdan bakamıyordum onun oyunculuğuna. Settekilere soruyordum bazen, iyi oldu mu diye. Annemle babamı yönetmek biraz daha zordu, ama onun dışında oyunculuklar konusunda bir sorunum olmadı. Başrol oyuncusu, Ulaş Tuna, profesyonel bir oyuncu, konservatuvar mezunu, dizilerde oynuyor. Kız arkadaşını oynayan Zeynep de oyunculuk eğitimi almış. Fakat geri kalan herkes zaten eş, dost, tanıdık. Mesela filmde anneyi oynayan Sergülen abla, annemin üniversiteden arkadaşı, doktor kendisi. Yani neredeyse herkes amatördü. Ama rolü anlayabildikten, kafalarında canlandırabildikten sonra, bunda bence bir sıkıntı yok. Çekim yapa yapa, biraz oyunculukları ata ata daha bir doğallık yakalandı.
Şimdiye kadar filmin aldığı tepkiler nasıl? !f'teki gösterim nasıl geçti?
Yani seven de var, sevmeyen de var. Beni tanıyanların aslında bana gelip, “Filmi sevdim!” demesi beni şaşırttı. Çok fazla tanımadığım insandan yorum almadım, ama alabildiğimde çok sevindirdi beni. Merak ediyordum tabiî insanlar bu filmden tamamen nefret mi eder, filmden çıkıp bana küfür mü eder diye. Bu tip filmlerin kendine para bulabilmesi ve kazanabilmesi sırf Türk seyircisinin desteğiyle değil, ama daha çok her ülkedeki bir kesim insana hitap ederek olabilir diye düşünüyorum ve bunu yapmaya çalıştım. Amerika'da sevildi aslında, ama Avrupa'da pek sevilmedi sanırım. !f'teki gösterim bayağı güzeldi. İlk salondaydı, 350 kişilik, bayağı da doluydu. Soru cevap da güzel geçti, sorular hiç fena değildi. Çok keyifli ve güzel bir duyguydu. !f çok güzel zaten, aile gibi bir festival.
Peki Zayiat şimdi SXSW'e kabul oldu! İlk filmin için bayağı büyük bir başarı. Buna şaşırdın mı?
Şaşırdım, evet! Çok da sevindim. Hiç beklemiyordum aslında. Kafede oturuyorduk birkaç arkadaşla, telefonuma geldi e-mail ve çok şaşırdım. Türkiye'de sanırım aslında çok bilinmiyor SXSW, ama Amerika'da bayağı büyü bir festival. Kime bahsetsem de artık daha ciddîye almaya başlıyor tabiî. Ne bileyim? Aslında artık öyle bir zamandayız ki, film çekmenin pek de bir bütçesi yok ve birçok genç insan uzun metraj çekiyor. Çok güzel bir şey bu tabiî, bir tek arada kaybolmamaya çalışmak lâzım. En azından bir filmin böyle iyi birkaç festivale girmiş olması, sonrası için altın bilezik gibi.
Peki bundan sonraki planların neler? Bu filmin özelinde başka planların var mı? Aklında yeni bir proje var mı?
Bu filmi birkaç festivale daha yolladım, oralara de girebilirse çok sevinirim. Birkaç taneye daha da yollamayı düşünüyorum. Onun dışında, bu filmin bir dağıtımı falan olmayacağı için, gösterebileceğim kadar yerde gösterip duyurabildiğim kadar duyurmaya çalışacağım. Bir de bundan sonraki projeleri düşünmek de önemli. Tam da bilmiyorum aslında, bundan sonra nasıl yapılır? Fon nasıl bulunur? Yapımcılar nasıl bulunur? İnsanlarla konuşmam, öğrenmem lâzım. Ufak birşeyler de yazıyorum şimdi. Holy Motors'u izledim, gaza geldim, yazıyorum. Daha deli, daha koparan, daha izlenilebilir, daha mizahî bir film yapmak istiyorum.