BAŞTAN TAHMİN EDİLEMEYEN BİÇİMLER, NEYE BENZERLERDİ?
Harekete meydan okuyan kemikler, yumuşacık kaslar, büyümesi durdurulamayan tüyler ve çok daha fazlası üzerine deneyler, Can Pekdemir’in deformasyona yönelik motivasyonları hakkında fikir veriyor. Görünmese de aslında her daim etrafta varlık gösteren veriler, bu sanal heykellerin kiminin yaratıcısı. Onları izlerken yüksek dozda bir yabancılaşmayla birlikte tanıdık hisler içine düşebilmenin sırrı belki de bununla ilgili.
İşleriyle Bant Mag.’dan önce Juxtapoz dergisinde yer almış Can Pekdemir’den, Sanatorium’da geçtiğimiz ay boyunca izlenen (sergi 2 Mart’ta sona eriyor) ve onun işlerini de ağırlayan karma sergi “Yaşam Laboratuvarı”nın hemen ardından, kullandığı yöntemlerin detaylarından Çernobil seyahatine uzanan yanıtlar aldık.
“7 Sculptures” işini kurgulama ve geliştirme sürecini biraz anlatabilir misin? Her şey nasıl başladı? Fikir nasıl ortaya çıktı ve nasıl son hâlini aldı?
7 Heykel, statik bir biçimin zamana ve konuma bağlı olarak nasıl değişebileceğini görselleştirmek üzere bir projeydi. Fikrin ortaya çıkışı, zaten yapmakta olduğum parametrik bozulmuş bedenlerin, üzerine yerleştirildikleri fotoğrafla ilgili nasıl ilişkilendirilebilecekleriydi. Bu parametrik bozulmalar, kullanılan algoritmalarda belirli rakamların değişmesiyle, şekil değiştiriyordu. Projenin gelişim sürecinde okuduğum Francis Bacon: Duyumsamanın Mantığı (Gilles Deleuze) kitabında etrafımızdaki görünmeyen güçleri resmetmekle ilgili olan bölüm, biçimleri bozmamla ilgili metodolojiyi oluşturmamda etkili oldu.
Fotoğraf zamana ve mekâna dair bir mecra ve günümüz dijital fotoğraf makineleri fotoğrafın çekildiği zamanı ve hattâ kimisi dünya üzerinde nerede çekildiğine dair sayısal bilgileri beraberinde kaydediyor. Proje içerisinde bu rakamlar (zaman, konum), bedenin bozulmasını etkileyebilecek, her an etrafımızı sarsa da görünmeyen etkenler olarak kullanıldı.
Fotoğrafların içinde bulunan zaman (Gün, Ay, Yıl ve Saat:Dakika:Saniye) ve konuma (Enlem,Boylam) dair sayısal bilgiler, parametrik bozulmaları sağlayan algoritmaların rakam girdilerine bağlandığında, her farklı zaman ve konum için birbirinden farklı sanal heykeller oluşmaya başladı. Çıkan sonuç baştan tahmin edilebilir veya planlanabilir değildi ve sonsuz sayıda fotoğraf için sonsuz bozulma sağlanabiliyordu. Projeyi, konumla bağlantısından ötürü, yedi kıta için yedi parça işle sınırlandırdım.
Matematiğin işin içine girebilmesinin arkasında ne gibi motivasyonlar var?
Aslında matematikten daha çok metodolojik diyebiliriz. Şu an sahip olduğumuz biçimimize etki eden etrafımızı saran fiziksel koşullar daha farklı olsaydı nasıl görünürdük? O şartlarda yaşamımızı sürdürebilmek için hangi biçimde bulunmalıydık? Bir anda iskelet sistemimiz yok olsa veya yapısının dizilimi farklılaşsa nasıl bir bozulmaya uğrardık?.. Bu gibi sonuçları, baştan tahmin edilemeyen biçimleri benzetimlemeye çalışıyorum.
İnsanların yaptığın şeyleri gördüklerinde senin kafandaki belli şeyleri hissedip düşünmesini önemsiyor musun?
İşlerimin bir kısmı dediğim gibi belirli metotlara, kurallara karar verdikten sonra biraz da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani son hallerine varmalarından biraz daha öncesinde, oluşum sürecinin sonlarına doğru görüyorum ben de onları.
Bazı yerlerde işleriniz, sizin de haberiniz olmadan, tanıtılıyor, üzerine yazılar yazılabiliyor ve belirli anahtar kelimelerle etiketlenebiliyor. Bu durum, oluşum sürecinde fazlasıyla içinde olduğunuz için kendi yaptıklarınıza dışarıdan bakabilmeniz adına önemli olabiliyor.
Kullandığın farklı dijital ve analog tekniklerden biraz bahsedebilir misin?
Daha çok gerçekçi yapılar kurmak ve görüntüler oluşturmak için tasarlanan araçları, hâlihazırda var olan bu yapıları kırmak ve bozmak için metotların bir parçası olarak kullanıyorum.
İnternet üzerinde görmediğimiz başka ne gibi işlerin var?
Bahsettiğimiz işlerin yanısıra arkadaşım Ahmet Atıf Akın ile sürdürdüğümüz bir fotoğraf projesi var. Kişisel olarak terk edilmiş yerler, ülke sınırları ve oralardaki ülkelerin birbirine bağları ve buraları fotoğraflamak konusunda meraklıyım. Türkiye içerisinde bu sınırlarda gezindikten sonra 2010 yazında Atıf ile Çernobil'e gittik ve oradaki felaketin yaşandığı yerin çevresindeki, devlet içinde ayrı bir devlet prosedürü ilgimizi çekti. Bu prosedürlere göre o alana girerken başka bir ülkeye girer gibi tekrar pasaport göstermeniz gerekiyor ve o alanda ayrı kurallar işlemeye başlıyor… Bu uzun zamana yayılmış bir proje ve yapmamız gereken daha başka yolculuklar var.
Şu an ne üzerinde çalışıyorsun? Haberler var mı?
Yaptığım işler aslında iki boyutlu sayısal ortamda üç boyutlu olarak temsil edilen nesneler. Bu aralar yaptığım bazı işleri fiziksel olarak üretmek ile ilgili araştırmalar yapıyorum.
Şu an Sanatorium’da görülebilen sergi gibi, bugüne kadar işlerinle birçok karma sergiye katıldın. Karma sergilerin amaçlarına yönelik bir bütünü oluşturabilmeyi başarmalarında nelerin kritik olduğunu düşünüyorsun?
Bu biraz küratoryal bir soru ancak son sergi üzerinden konuşacak olursak, Yaşam Laboratuvarı küratörlüğünü Elif Gül Tirben'in yaptığı bir karma sergiydi.
Kendi yazısıyla; "…serginin esin kaynağı Fransız sosyolog Bruno Latour'un, hayvanlar üzerinde testler yapan bir biyoloji laboratuvarı üzerine gerçekleştirdiği incelemesi Laboratuvar Yaşamı. Çalışmada laboratuvar yaşamı, bilimsel gerçekliği belirleyen, ona yön veren bir çalışma ortamı, sosyal bir alan olarak ele alınırken, laboratuvar ortamında üretilen bilginin hataya açıklığı ortaya konuyor".
Sonrasında, belirlenen bu konu çevresinde veya konuya yakın işler üreten insanları bulup onlarla çalışmak bütünü oluşturmak için önemli sanırım.
Seni başlı başına çok etkileyen, ilham verici bulduğun biri var mı?
Birkaç kişi söylemek gerekirse, Ernst Neizvestny, Boris Mikhailov, Raymond Duchamp Villon.