






DÜNYANIN GARİP BİR NOKTASINDA YAŞIYORUZ. ANLATMASI GÜÇ. YAŞAMASI DAHA DA GÜÇ. DOĞU’NUN DA BATI’NIN DA AYNI DERECEDE ÇEKİCİ GELEBİLDİĞİ BİR YER BURASI…
Hakan: Hello Eko... How are you?
Ekin: Fine, thanks. And you?
H: I'm fine too. What is your nationality?
E: Ich bin Koko.
H: Was machst du?
E: Ich spiele fussball. Hop! Tamam! Ciddiyet. Neden buradayız Hakan?
H: Evet zira biz buralıyız aslında. Bugün burada İstanbul'a gelen yabancıların yerel müzik sahnesiyle yaşadıkları deneyimleri konuşmak üzere toplandık.
E: Çok özendiğim bir şey. Müzik sahnesini deneyimlemek için bir haftalığına filan İstanbul'a gelmek. Sonra da evime dönmek.
H: Evet acaba İstanbul müzik sahnesi bir yabancının gözünde, gönlünde nasıl bir hissiyat bırakıyor?
E: Deneyimlerimize göre yabancılar için heyecan verici bir deneyim bu. Atıyorum, Kuzey Avrupa ülkelerinden gelenler için İstanbul geceleri aşırı hareketli.
H: Darbukalı mesela.
E: Neydi o mekânın adı?
H: Araf.
E: Hah!
H: Ne yalan söyleyeyim, tanıdık yabancılara hep öneriyorum orayı. Arada takılıp peşlerine gidiyorum da. Ve seviyorum. O salaş havası hoşuma gidiyor.
E: Evet, çoğu yabancı için eğlence garantili. Ben de sadece yabancılarla gitmişimdir mesela. Kim gelirse gelsin, İstanbul’un o oryantal tadını bir almak istiyor galiba.
H: Bence İstanbul'a gelen müzikseverler ikiye ayrılıyor. Bir kısmı oryantalizmi istiyor. Kötü anlamda demiyorum. Biraz roman havası, biraz balkan havası. Onu görmek istiyorlar.
E: Hıdrelleze denk gelirlerse ne âlâ!
H: Offf dibine kadar… Bir diğer kısım ise eskileri deneyimlemek istiyor. Yabancıların değişiyle “Turkish Psych”. Adamlara sorsan Psych Mike bilmezler. Yani bizimkilere… Yapmışlar zamanında. Ama onları izlemek isteyen, ve yarısının aslında öldüğünü bilmeyenler var. Ya da gelip albümlerini almak isteyen.
E: Evet, modern müzikle çok bariz bir bağı ve modern müzikte bariz bir devamlılığı da yok. Yani buradaki bağımsız müzik sahnesini merak edip keşfetmek isteyenler için diyorum. Bu arada geçtiğimiz ay Danimarkalı bir gazeteci arkadaş bir yazı hazırladı mesela. Türkiye’nin yakın geçmişteki politik deneyimlerinin bağımsız müzik sahnesi üzerindeki etkilerini deşmeye çalışmış biraz yazıda. Her meraklıya gururla önerdiğimiz Türkiye’de Punk ve Yeraltı Kaynaklarının Kesintili Tarihi kitabını önermiştik kendisine. Ve tabiî şu an kitap bulunamadığı için internet sitesinde yer alan Tolga Güldallı'nın giriş makalesini okuyabileceğini söyledik.
H: Kesinlikle! Efsane kitap.
E: Çok iyi bir iş. İyi hissettiriyor.
H: Bence böylesi ürünler/eserler çok önemli. Türkiye müzik tarihi üzerine çok fazla kısa ya da uzun dönem ve akım var aslında underground müzik sahnesinde. Ve bunların bir kitap içerisinde ya da toplama albüm içerisinde bir araya getirilmesi çok ciddi bir farkındalık yaratıyor.
E: Sadece dışarısı için de değil elbet. Biraz romantik konuştuğumun farkındayım ama bir yandan burada da çok köklü birşeylere bağlı olmadığı için pek bir şey, içinde yaşayanlar için de çok değerli oluyor bunlar.
H: Evet. Böyle bir eser ya da çalışma sonucunda öyle bir dönem belgelenmiş, tescillenmiş oluyor. Buradakiler için de, gezegenin farklı yerlerinde ne tip garip müzikler döndüğünü merak eden Batılılar için de önemli kaynaklar bunlar. Sonra bunların toplama plakları vs. basılabiliyor örneğin.
E: Evet önemli noktaya bastın, müziğin eski usûl yayılması hâlâ çok önemli. Basılan toplama albümler, internet üzerinden bir dağıtımdan farklı bir yayılma potansiyeline sahip. Kaldı ki burada da dışarıya yönelik toplama albümler basılabiliyor. Hemen çok yakın bir örnek: Deform'un geçtiğimiz ay bastığı Off Istanbul plağı örneğin. Bu anlamda güncel bir iş ve değerli bir belge. Bu arada aslında müzikle bağı olan biri için yeni bir şehre varmanın en heyecan verici yanı müzik ortamını deneyimlemek, orası kesin. Ve de bu neresi olursa olsun, hiç fark etmez.
H: Evet.
E: Hattâ sadece yerel müzik sahnesi ve tarihi, kültürüyle de ilgili olması gerekmiyor deneyimin. Mesela Estonya’da Talinn'de Depeche Mode isimli bir bar varmış. Kibritini görmüştüm bir kere.
H: Oha çok iyiymiş. Berlin’de de Ramones müzesi var mesela.
E: Müthiş!
H: Hattâ Barcelona'ya iki saat ötedeki ufak sahil kasabası Cadaquez'de The Beatles müzesi var, ama hani tabelada müze dediği için müze…
E: Gittin mi?
H: Beatles müzesine gittim. Ramones'a gidemedim. Alman biraları alıkoydu beni.
E: Canın sağ olsun.
H: İstanbul'da da Barış Manço müzesi var.
E: Sen Moda Manço müzesini bırak, Afyon'daki Şükrü Demirayak müzesine gel.
H: Evet ya! Oraya da gitmek lâzım. Hattâ Lonely Planet'a eklesinler. Oraya turlar falan düzenlesinler. Ama daha görmedim o ayrı.
E: Yabancı biri olarak Afyon'a geldiğini ve o müzeye girdiğini hayal et… Şükrü Demirayak, Afyon İş Adamları Derneği başkanıymış sayın okuyucu. Ve kendisi ciddî bir müziksever. Müzik de yapıyor. Afyon’da keyifle açtığı müzede 1700’lerden kalma müzik ekipmanlarının, onlarca Roland synthesizer’ın olduğu synth odalarının ve daha türlü çılgınlıkların yer aldığı bir müzesi var.
H: Delilik ve adanmışlık…
E: Bu arada müze buradan üç boyutlu olarak geziliyor… Gerçekten gidelim buraya bir gün. Onun dışında, ben yabancılara buradaki müzik ortamını anlatmaya çalışırken bazen biraz yoruluyorum.
H: Ben bayağı yoruluyorum.
E: Yani aşırı değişik bir ortam yok burada aslında.
H: Bence de yok ama yabancılarda öyle bir beklenti var. Bence İstanbul'da biraz hüsran yaşıyor da olabilirler.
E: Doğru diyorsun.
H: Yeteri kadar oryantal değil. Yeteri kadar “Dünya Müziği” değil. Yeteri kadar deneysel değil. Yeteri kadar deli değil.
E: Evet, mesela biz de İngiliz ve Amerikan müziği dinleyebiliyoruz örneğin. Sonra Avrupa, Japonya, Hint, Moğol… Hepsini dinleyebiliyoruz.
H: Bu arada “yeteri kadar değil” derken turistler için yeteri kadar değil. Yoksa iyi ortalık.
E: Yok, bence de öyle. Zaten benim demek istediğim ve aslında hep kafamı kurcalayan bir şey var. Aslında evrensel olan müzik gelenekleri dünyanın müzik tekelinin doğusunda yaşayan bizler için hep oldukça önemliydi mesela. Punk gibi... İşte bunu anlatmaya çalışırken bir yabancıya, hiç yeterince oryantal olamıyorsun ve kendini zor ifade ediyorsun.
H: Bence biz dünyanın garip bir noktasında yaşıyoruz. Anlatması güç. Yaşaması daha da güç. Belki de hep dedikleri gibi tam da Doğu ve Batı’nın anlaşamadığı noktadayız.
E: Evet Doğu’nun da Batı’nın da aynı derecede çekici gelebildiği bir yer burası. Hattâ sanırım benim burayla ilgili en sevdiğim şey de bu zaten.
H: O zaman bir “crossover” patlat Ekin. Ver alttan tekno beat'leri, üstüne de darbuka. Töbe töbeee…
E: Hindistan’ın Sade’ye cevabı olur mu mesela?
H: Roketle Ekin.
E: Al bakalım.