






TORTOISE’IN İSTANBUL ZİYARETİ ŞEREFİNE, 20 YIL ÖNCE BAŞLAYIP ROCK MÜZİĞİ FARKLI BİR YOLA GÖTÜREN BİRTAKIM GRUPLARI ANIYORUZ.
Grubu daha önce Kod Müzik işbirliğinde Babylon’da 2004 yılında izleyenler olmuştu. Ben bu konsere gidememiş olmanın üzüntüsünü yıllarca içime attım. Şimdiyse şubat ayına kadar içimdeki yaşam sevinci bir kademe daha arttı. Bu güzelliği kutlamak adına da o yıllardan, hepimizi bir şekilde etkilemiş yeni rock sahnesine yakından bakmak geçti aklımızdan. 20 yıl önce başlayıp rock müziğini farklı bir yola götüren Amerika’dan çıkma, kitaplarca anlatılabilecek onlarca grup ve albüm burada söz konusu olan.
Chicago rock sahnesinin tam merkezinde yer alıyor Tortoise. 90’ların başında Doug McCombs ve John Herndon kendi başlarına takılırken, o dönem David Grubbs, John McEntire ve Bundy K. Brown ise Bastro olarak daha farklı ve hâlen çok sert bir düzlemde müzik yapıyorlar. Grubbs Bastro’nun dağılışı sonrası Gastr del Sol ile hayli avangart bir rock müziğine yönelirken, geride kalan McEntire ve Brown’un, McCombs ve Herndon’la buluşması üzerine Tortoise kuruluyor.
İlk stüdyo albümünü 1994 yılında Thrill Jockey’den çıkaran grup, en son 2009 yılında Beacons of Ancestorship adlı stüdyo albümünü yayınladı. Kendisine has kuvvetli ve yenilikçi post-rock kalıplarından ödün vermeden çıkardığı altı stüdyo albümünün yanında, 2006’da Bonnie “Prince” Billy ile güçlerini birleştirip, Bruce Springsteen, The Minutemen, Elton John ve Bernie Taupin gibi grup/müzisyenlerin parçalarını yorumladığı Brave and The Bold albümü de diskografisinde dikkat çekici ve farklı albümlerden biri. Bu yazıda biraz o günlerin ruhuna dönmeye çalışmak adına önemli 10 albüme kısaca değineceğim. Ancak bu seçkiyi yaparken Chicago ve Tortoise çevresinden çok uzaklaşmamaya dikkat ediyorum. Bir de elbette en sevdiğim ve en çok dinlediğim albümlerden gidiyorum.
Slint
Spiderland
1991
Touch & Go
Chicago’nun medarı iftiharı Touch & Go’dan yayınlanmış ikinci stüdyo çalışmaları Spiderland aşılması zor bir albüm. 90’larda Amerika’da “rocktan sonrasının” nasıl bir yolda şekil alacağının ilk habercisi âdeta. Albüm, McMahan’ın kimi zaman fısıldayan kimi zaman da sızlayan vokallerinin âniden bağırışlara dönüşmesi eşliğinde, minik adımlarla ilerliyor. Bu müzik avangart olmanın peşinde hiç değil. Albini ile kaydedilen Tweez (1989) sonrası, tazeleşmiş ve sadeleşmiş bir Slint geliyor karşımıza. Elektronikler işin içinde elbette yok. Post-rock/math-rock ne isim verirseniz verin, dönemin en önemli ve en iyi albümlerinden bir tanesi Spiderland. Slint ise bu albüm sonrası ne yazık ki dağılıveriyor. Bu dağılışın ardından Millions Now Will Never Die ile bir süreliğine Tortoise’a dâhil olan gitarist David Pajo, 2013 yılı içinde grup adına birtakım sürprizler olabilir demişti, kim bilir belki de 2013’te tekrar yeni bir Slint albümü dinliyor oluruz.
The Jesus Lizard
Goat
1991
Touch & Go
The Jesus Lizard izlememiş olmak eksikliği hissedilen bir şey. Röportajlarında anlattığı ve çeşitli videolarında görebileceğiniz kadarıyla vokalist David Yow’un sahnede donunu indirmişliği, elini, kaburgalarını kırmışlığı, kafasını yarmışlığı ve hafif beyin sarsıntısı geçirmişliği bile vardır. Yow’un da favori albümü olarak gördüğü Goat’un ikinci parçası “Mouth Breather” aslında Slint’in davulcusu Britt Walford’a adanmış. Walford bir süreliğine Steve Albini yokken onun evinde kalır ve sarhoşluktan kaynaklı olduğunu tahmin ettiğimiz bir biçimde olaylar gelişir. Albini döndüğünde, en değerli müzik âletlerinin olduğu bodrumu atık su basmıştır. Bu albüm elbette post-rock sularında gezinen bir albüm değil. Shellac’ı tarif eden “minimalist rock üçlemesi” ise asla değil. En özgün formunda gürültü, asla es geçilmemesi gereken bu albümde.