Bantmag

YANDAN BİR ÖNERİ: “SEARCHING FOR SUGAR MAN” (Yönetmen: Malik Bendjelloul) YAZI SEDA NİĞBOLU
KAYIP EFSANELERİN PEŞİNDE...

Ortadan kaybolup kendinden bir daha haber alınamayan ilk sanatçı değil Rodriguez. Manic Street Preachers’dan Richey James Edwards ya da 40’larda kayıplara karışan cazcı Glenn Miller gibi istisnaî bir kaç müzisyen de var aralarında. Ya da geçtiğimiz sene göz önünden kaybolup Afrika çöllerinde göçebe hayatı yaşadığı ortaya çıkan Killing Joke elemanı Jaz Coleman gibi hikâyeler... Ama tüm bu tanıdık isimlerin aksine dünyanın bir köşesinde henüz yaşarken “kayıp” olan ve öldüğüne inanılan başka bir köşesindeyse efsane statüsüne erişmiş başka bir isim daha yok.

 

Meksika asıllı Sixto Rodriguez’in şaşırtıcı hikâyesi Detroit’in kirli, depresif ve ekonomik olarak çökmüş sokaklarında başlıyor. Çevresindekiler tarafından sadece sokaklarda sürten bir yersiz yurtsuz olarak görülmüyor Rodriguez, şehrin kasvetli ruhunu sözleri ve müziğine döken bir kent ozanı olarak yeteneğini sezinleyenler de var. Ama işler Bob Dylan, Nick Drake gibilerle aynı kefeye konan bu özel yeteneğin Sussex Records tarafından fark edilmesiyle değişiyor, daha doğrusu değişeceği sanılıyor. 70’lerde Cold Facts ve Coming from Reality gibi tarihe karışmasalar başyapıt statüsüne erişecek güçte iki albüm yapıyor Rodriguez. Parçaları ve hem protest hem de şairane sözlerini duyunca anlaşılıyor ki plak şirketinin “yeni Bob Dylan” beklentisi hiç de yüksek değil. Ama beyaz âlemde bir Latin olmak, Dylan’dan daha kasvetli sözler ve belki şanssız astronomik bileşenler neticesinde iyi eleştirilere rağmen hiç ama hiç bir şey olmuyor bu iki albümden. “Noel’den iki hafta önce işimi kaybettim” sözlerinin yazarının öngördüğü oluyor ve Rodriguez kayıplara karışıyor. Bir konser sırasında intihar ettiğine inanılan paralel bir evrende, Güney Afrika’da, Elvis’den ya da Rolling Stones’dan bile büyük bir halk kahramanına dönüşürken hem de... Film Rodriguez’in esas hikâyesinin izini süren iki Güney Afrikalı’nın, plak dükkânı sahibi Stephen “Sugar” Segerman ile müzik gazetecisi Craig Bartholomew Strydomile’in hikâyesi. Rodriguez’in geçmişine ancak yapbozun parçaları yerine oturdukça bir nebze vakıf olabiliyoruz.

 

Devamını, izleyecek olanlara saklayalım ama son zamanların en etkileyici müzik belgesellerinden biriyle karşı karşıyasınız. Aslında müzik belgeseli kategorizasyonu biraz yanlış; Searching for Sugar Man daha çok gizem dolu bir dedektif hikâyesi ve onun da ötesinde ağzı açık bırakan bir insan dramı. İlk yarısında Detroit’in ekonomik karanlığı ve Güney Afrika’nı baskıcı rejimi Rodriguez’in sözleri ve kimliğiyle eşleşirken, ikinci yarıda en sağlam ana akım sinemacıların hayalini kuracağı bir dram izleyiciyi ele geçiriyor.

 

Yurtdışında bu kadar çok sayıda sinemada gösterime girmesi, en iyi belgesel dalında Oscar’a aday gösterilmesi, ne yönetmenin harikalar yaratmasından ne de kurgusundan kaynaklanıyor. Bu oldukça klasik bir anlatıma sahip, sade ve arada sırada amatör heyecana kapılıp ufak tökezlemeler de yaşayan belgeseli dokunaklı kılan, hikâyenin merkezindeki adamın kendisi ve peşine düşenlerin müthiş araştırmacılık ve adanmışlığı. Rodriguez’in gizemiyse film bittikten sonra bile çözülmüyor ve çember tamamlasa da o efsanevî sanatçılara dair efsunlu durum bitmiyor. Büyüyü sürdürmek için bize kalan tek şey yarım yüzyıl gecikmeyle de olsa o müthiş albümleri dinlemek. Ve ardından dönemin müzik endüstrisinin acımasızlığının kurbanı olan Bill Fay ve Vashti Bunyan gibi diğer şarkı yazarlarıyla devam etmek...