Bantmag

BEYLER, BAYANLAR VE BİZ YAZI ALEX MAZONOWICZ / ÇEVİRİ AYŞEN ARIKAZAN
“YANIMA GELDİ, ENSEMİ TUTTU VE SURATIMA BAĞIRDI” DEDİM ARKADAŞIMA...

Bir kavganın başlangıcını anlatmıyordum. Heyecanla Türk endüstriyel müzik grubu Ç.G.S’nin bir performansını betimliyordum. Bu üçlü, sanatçıların sahneye çıkmayı reddederek dinleyicilerle aynı zeminde konser verdiği yeni akımın bir parçası. Müzik türleri arasında geçiş yapan bu akımdan etkilenenler arasında Lightning Bolt, Dan Deacon ve yerli olarak da ezoterik seksîliğiyle Murat Üf Yaa’yı sayabiliriz.

 

Ne kadar ilginç olursa olsun, pop müziğin bu şekilde sunulmasıyla ilgili sorgulanan konular da var. Belki de modası geçince sönüp gidecek “hipster” bir harekettir. Gerçekten de çoğu sarhoş, şarkı söylemek veya bir enstrüman çalmaktan aciz insanlardan oluşan bir grubun içinde müzik çalmanın getirdiği zorluklar küçümsenemez. Böyle konser vermek bir süre sonra yüzleşilen engellere değmeyebilir. Ama daha iyimser düşünecek olursak, bu akıma sanatçı ile izleyici arasındaki sınırı bulanıklaştıran, daha büyük bir hareketin parçası olarak bakabiliriz.

 

“İnteraktif” kelimesinin jargon olmaktan çıktığı, sosyal hayatın normlarından biri sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Sosyal, politik ya da magazinel olsun, edindiğimiz bilgilerin büyük bir bölümünü doğrudan doğruya iletişimde olduğumuz araçlardan ediniyoruz. Televizyon kanallarına “Reality TV” hükmediyor ve çoğu insanın en sık ziyaret ettiği internet siteleri arasında sosyal medya kanalları var. Tumblr ve Facebook, haber siteleri kadar çok ziyaret ediliyor. The Onion veya Cracked kadar geçerli bir magazin platformu haline geldi Facebook.  Tek fark Facebook’un neredeyse tamamen kullanıcıların sağladığı bilgiyle işliyor olması.

 

Ben seyircilerin mimikleriyle (ya da sarhoşlarsa bağırıp çağırarak) gösterilerin bir parçası olmasının gelenek olduğu bir ülkeden geliyorum. Ama bu durumda bile izleyicinin rolü her zaman dikkatlice tanımlanmış, sınırlandırılmıştır. Alternatif grupların izleyiciyle aynı alanda konser verdiği bu akımdaysa bu ayrımı yapmak zorlaşıyor.

 

Ç.G.S’nin vokalistinin seyircilerden birinin yanına gidip, mikrofonu eline tutuşturup arkasını dönüp gittiğini ilk gördüğümde bu olayı komik bulmuştum. 20’li yaşlarındaki çocuk orada öylece durup rahatsızca gülmüştü. Ama bu tip konserler izlemeye devam ettikçe seyircilerden bazılarının mikrofonu alıp bağırdığını ya da sarhoşken MC’lik yapmaya çalıştığına şahit oldum. Artık sınırlar aşılmıyor; sınırlar işin başından reddediliyor.

 

Neslimin birçok üyesi gibi benim de müzikle ilgili ilk anılarımdan biri Queen ve U2 (U2’dan nefret ederim) gibi grupların çaldığı, stadyumda yapılan rock konseri Live Aid idi. Yaşım ilerledikçe büyük şovlardan iyice soğur, küçük, samimî gösterileri o kadar tercih eder oldum. Cuma akşamları Peyote’de olmak Rock’n’Coke’dan çok daha eğlenceli bence. Ama istediğimiz gelecek Murat Üf Yaa hiperaktif electro-hop’unu bağırıp çağırırken onunla aynı pogo ortamının içinde olmak mı? Sıkı bir anti-monarşist olarak seyirci/müzisyen hiyerarşisinin reddini destekliyorum, ama bunun pahasına müziğin kalitesinden taviz verilmeli mi? Bir şeyden eminim, soru sormaya başlayan her sanat, takip edilmeye değer sanattır.