Bantmag

2.AMOUR

YAZI KUTAY UCUN & EMRAH ÖZTÜRK

İLLÜSTRASYON CAN ÇETİNKAYA
 

HANEKE’NİN SEYİRCİSİNİ YİNE YÜKSEK BİRYERLERDEN AŞAĞI BIRAKIP BETONA YAPIŞTIRDIĞI TARZINI, BU KEZ YAKLAŞIK 140 METREKARELİK BİR YAŞLI EVİNİN İÇİNE KONUŞLANDIRDIĞI BU EN SADE VE BELKİ DE EN SAĞLAM YUMRUĞU, ÜZERİNİZDEKİ ETKİSİNİ UZUN SÜRE KORUYACAK BİR ŞAHESER…

 

Haneke perspektifinden aşkı izlemek aslında dayak yerken sırtınızı dayayacağınız bir duvarın dahi olmamasıyla eşanlamlı. Cannes’dan Palme d’Or ödüllü Amour, Haneke’nin aşk konusunu masaya yatırıp bildik soğukkanlı tavrını sergilediği son filmi. Filmde söz konusu duygudan aldığı güçle sorgulayıcı ve konuya karşı mesafeli duruşunu birleştirip en sert vuruşunu yapıyor.

 

Seksenli yaşlarında müzik öğretmenliğinden emekli mutlu bir çift; Georges ve Anna. Ancak her şey Anna’nın bir felç geçirmesiyle dönüşüme uğruyor. Dönüşüm her daim değişimi de yanında taşıyor. Georges, Anna felç olunca, aşkını kaybetme korkusuyla yüzleşmek zorunda kalıyor.

 

Film ismi itibariyle konunun naif bir şekilde inceleneceğini düşündürtse de Haneke daha ilk sahnede sizi bu yanılsamadan uzaklaştırıyor. Polisler, Georges’un kapısını açarken izleyenlerin de algı kapıları aralanmaya başlıyor. Yönetmenin filmlerinde karakterle özdeşleşmek neredeyse imkânsız: duygular farklı algılarda apayrı şekillenir. Bu şekilde yapılmak istenen, izleyiciyi her daim sorgulama için uyanık tutmak.

 

Tabiî ki oyuncuların da bu sorgulamadaki payı yadsınamaz boyutlarda. Filmde renk ve ses kullanımındaki duruluk kameranın dinginliğiyle birleşerek oyunculukların öne çıkmasına olanak sağlıyor. Filmin neredeyse tamamında gözleriyle oynayan Emmanulle Riva ve büyük duygu değişimlerini küçük(!) oyunlarla sergileyen Jean-Louis Trintignant filmin en büyük değerleri olarak karşımıza çıkarlarken Haneke aslında kendi üslubuna dair enstrümanlarını da yaratmış oluyor.