Bantmag

ÜNİFORMALI ÖĞRENCİLER, SPORCULAR, MİLLÎ MUHAFIZLAR, YABANÎ ADAMLAR... CHARLES FRÉGER, AUGUST SANDER GİBİLİERİNİ ANDIRAN BİR ESTETİKLE GÖZ ALICI, SERİ PORTRELER ÇEKİYOR.

 

Şimdiye kadar 17 fotoğraf kitabını yayınlamış olan Charles Fréger karelerinde görmediğimiz, duymadığımız, farketmediğimiz farklı grupları gösteriyor. Bu yıl en çok dikkatimizi çeken kitaplardan olan son çalışması Wilder Mann: The Image of the Savage’da gezdiği 19 Avrupa ülkesinde bulduğu, unutulmuş pagan geleneklerini ve karakterlerini bir arada topluyor, unutulmuş bir dünyaya sürüklüyor bakanı. Fréger, Bant Mag.'a biraz zaman ayırıp nasıl fotoğrafçılığa başladığını, gezilerinde onu nelerin şaşırttığını ve 2012’de özellikle nelerin dikkatini çektiğini anlattı.

 

İlk ne zaman fotoğrafçılıkla ilgilenmeye başladın? Ve seni özellikle portreye iten neydi?

Fotoğrafçılığa sanat okulunda okurken başladım ve 1997'de portreler çekmeye başladım. Şu anda çektiğim stilde fotoğraflara, genel adı “Portraits Photographiques et Uniformes,” '98, '99 gibi başladım. Hem portrelerle, hem de oldukça seri olan bir şeyle çalışmak istedim: seri portreler. Birörnek olan bir şey yapmak istedim ve çok da çabuk. Çünkü fotoğrafçılığa başlamadan önce resimle serigrafi yapıyordum ve resmi aynen bu şekilde kullanıyordum: hep aynı resmi yapıp sonra da serigrafiyle çoğaltıyordum. Ben de bu seri çalışmalara başladım. Ama aynı zamanda portrelere başlama nedenim çok klasik bir şeyin üzerinde çalışma isteğimdi. Fotoğrafçılıkla çalışmanın klasik bir yolu. Deneysel bir şey yapmak yerine, 19. yüzyıl fotoğrafçılık geleneğine bağlı olmak.

 

Uzun zamandır farklı, genç sosyal grupların fotoğraflarını çekiyorsun, ki bu bir şekilde görülmeyen bir mitolojiyi yansıtıyor. Yabanî Adam'ı belgeleme fikri nasıl ve ne zaman geldi?

Empire kitabından geldi – Wilder Mann'den önce yaptığım kitap. Üç yılı Avrupa'daki muhafızların ve alayların fotoğraflarını çekerek geçirdim. Örneğin Grenadier, İngiltere'de Kraliçe'nin muhafızları, Vatikan muhafızları... O proje için aşağı yukarı 16 ülkeye gittim. Tüm Avrupa başkentlerinin muhafızları var ve tüm bu gruplarda ayı derisinden şapkalar, tüyler ve kaplan kürkü gibi şeylerden yapılmış geleneksel kostümler görüyordum. Çoğunlukla Danimarkalı, İngiliz ve İskoç olanlarda. O zaman da neden bir savaş meydanında düşmanı korkutmak için ayı derisinden şapka giyen bir askerin olabileceği fikrine merak saldım; bir ayının tam olarak ne olduğu fikriyle gerçekten ilgilenmeye başladım. Tesadüfen, tiyatroda Avusturyalı Krampuslar üzerine çalışan biriyle tanıştım ve projeye Avusturya'da başlamaya karar verdim. Ondan sonra da Bulgaristan'a ve İtalya'da Sardunya'ya gittim. İlk kıştan sonra daha fazla ilerlemeye karar verip gitmek istediğim ülkelerin ve toplulukların büyük bir listesini yapıp 19 ülkeyle bitirdim. Pek de belgelemek değildi yaptığım. Daha çok bir arayış gibiydi; yabanî bir macera, kendi yabanîliğimin arayışı gibi. İşi oldukça çabuk bir şekilde, iki kış içerisinde bitirdim. Tamamen çılgın bir vaziyetti. Türkiye sınırına kadar gittim, fakat orada durdum, daha ileri gitmedim. Yani antropolojik araştırmadan çok çılgın bir yabanîlik arayışı gibiydi. Antropolog değilim.

 

Bu projenin hazırlık süreci nasıldı? Görüntülemek istediğin toplulukları ve gelenekleri nasıl araştırıp buldun?

İlk birkaç grubun fotoğraflarını çektikten sonra bu projenin tam olarak ne olduğunu ve tam olarak neyi aradığımı bulmak için araştırma yaptım. Konu çok geniş olduğu için gerçekten neyin üzerine odaklanmak istediğimi belirlemem gerekiyordu ve hayvanîliğe, hayvan olmaya ve doğaya bir şekilde bağlı olmaya odaklandım. Yani geleneksel, renkli karnavalla ilgili bir şey görüntülemiyorum. Hayvan gibi giyinmiş veya hayvana dönüşen kişilere odaklandım. Avrupa'da bulabileceğin renkli karnavallardan uzak durdum. Benim çektiklerim daha çok maskeli balo gibiydi. Ondan sonra farklı müzelerde antropologlarla ve etnograflarla tanıştım, adım adım tanışabileceğim ve fotoğrafını çekebileceğim şeyleri buldum. Bazen eski kitaplar buldum; bazen aradığım gruplar artık ortalıkta yoktu. Bundan sonra da çekimleri organize etmeye ve Avrupa'da gezmeye başladım. Grupların yerlerini bulmak için bir sürü yöntem var. Bazen ülkedeki insanlardan yardım aldım. Onlara hangi insanları aradığımı ve nerede olduklarını düşündüğümü söylerdim, onlar da benim için oraya gidip biriyle buluşurdu, turist ofisinden veya belediye meclisinden biriyle. Her şey ayarlandığında da oralara direkt gidebiliyordum.

 

Yolculukların sırasında seni en çok ne şaşırttı? Özellikle dikkatini çeken bir şey oldu mu? Mesela belirli bir hikâye, gelenek veya kostüm?

Beni en çok insanların gerçekten bir karaktere dönüştükleri ânı yakalayabildiğim anlar şaşırttı, meselâ gerçekten bir ayıya dönüşüp, o şekilde davrandıklarında. Aynı zamanda, ben de sanırım bu projeyle kendi sınırlarıma ulaştım. Kendimle çok ileri gittim, hem miktar olarak, hem de sürekli bir kasabadan diğerine, bir sonraki sınıra giderek. Sanki adım adım, bir uzman olmak değil de, bunun tamamını omuzlarımda taşıyordum, ben tüm bu grupları temsil ediyordum. Kitapta görmüşsündür, en çok Makedonya'da Begnishte kasabasındaki gelenek dikkatimi çekti. Bu gruptaki adamların uzun sakalları var ve biraz Noel Baba'yı andırıyorlar. Bu adamlar yapma, dul bir kadına tecavüz ediyorlarmış gibi yapıyorlardı. Adamların birine Baba, öbürüne de Nevesta deniliyor ve bu sahte kızları yakalayıp, tecavüz edermiş gibi yapıyorlar ve oldukça etkileyici. Tüm bu âdetler bereketle alâkalı, anlatması da uzun, ama Finlandiya'dan Yunanistan'a, Bulgaristan'dan Portekiz'e, her yerde çok benzer âdetler bulunuyor. Çoğunlukla adamlar değişik hayvanlar gibi giyinip kasabaya bereket getiriyorlar, bu kadar basit. Aynı zamanda da yaşam döngüsüyle ilgili. Kış ölümle bağdaştırılıyor, sonrasında ilkbahar geliyor, vs… Ama bu yerler aslında grupların aşırı tavırlarıyla ve konuya olan bağlılıklarıyla dikkatimi çekti. Kitapta gördüğünüz şeyler beni heyecanlandırdı.

 

Günümüzde böyle efsane ve mitolojilere yeni bir merakın olduğunu düşünüyor musun?

Efsane değil bunlar, pagan gelenekleri, yani bir gerçekliğe bağlılar. Bu âdetler çok uzun zaman önce vardı. Hıristiyanlık döneminden çok önce. Ve bence bu âdetler hâlâ günlük hayatımızda da var, ancak farklı bir şekilde. Yani bu yabanîliği başka bir şeyle ifade ediyoruz, yabanî olmamıza izin verdiğimiz anlarda, hayvanîliğimizi dışa vurduğumuzda. Bence bu bizde hâlâ var, ama başka şeylerde, video oyunlarında, futbolda, belki modada? Akşamları sevişmemizde? Bir sürü şekilde. Bu âdetlerin hepsi özgürlükle ilgili.

 

2012'de dikkatini çeken neler vardı? Herhangi bir olay, sanatçı, grup veya kitap? Senin için bu yıl en fazla neler öne çıktı?

Bu yıl gerçekten işime yoğunlaştım. Suriye, Tunus, Mısır ve İsrail'de olanlara göz kulak oldum. Oralara gitmem gerektiğini düşünüyorum. İslam kültürüyle ilgili çalışmaya başlamam gerektiğini düşünüyorum, çünkü şimdiye kadar işlerim hiç buna odaklanmadı. Bu konuda birkaç projem var, bir tanesi 2013'te gerçekleşebilir. Bu devrimlerin sonunda ne getireceğini bilmek istiyorum, gerçekten bir şey olup olmayacağını. Kitap okumuyorum, okumaya vaktim olmuyor. Tamamıyla olanlardan kopmuş bir hâldeyim. Vaktim olmuyor; olmasını isterim, ama olmuyor. Öne çıkanlar... Bu yıl gerçekten çok yoğundu. Daha önce hiç bu kadar işim olmamıştı. Bir koridordaydım sanki, etrafa bakacak pek vaktim olmadı, sadece işime odaklandım.

 

Bir sonraki projenin ne olacağını biliyor musun?

Evet, biliyorum. Sürekli aynı zamanda üç veya dört projenin üzerinde çalışıyorum. Bazı projeler kısa, meselâ iki, üç hafta; bazıları ise iki ya da üç yıl sürüyor. Bu farklı projeleri birleştiriyorum ve her zaman bir sonraki konumu arıyorum. Gelecek projelerimden bir tanesi Türkiye'de olacak. Ülkenin ortasında çekim yapabilmek için son detayları bekliyorum.