Bantmag

HOLY MOTORS

Dünyanın dört bir yanında binlerce sinemacı, yüzlerce nedenden dolayı, bambaşka motivasyonlarla film yapıyor. Herkesin sinemadan anladığı, sinemaya yüklediği şey, sinemaya baktığı yer birbirinden farklı. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca izleyici için de durum farksız. Onlar da kendi kanallarından, kendi pencerelerinden bakıyor ve çoğunlukla beklentileriyle biçimlendirdikleri bir seyir tecrübesi yaşayarak perde ya da ekran karşısından ayrılıyor. Bu kalabalığın içinde bir de Leos Carax gibi çatlak sesler var. Herkes farklıysa, onun gibiler 10 kat daha farklı. Kafaları kırık, yapacak bir şey yok... Bir şey gibi olmaya çalışıp çalışmadıkları, filmlerini izlerken üzerimizde yarattıkları haleti ruhiyede gizli biraz. Samimiyet kontrolü için kağıdı kalemi eline alanlar, seyir tecrübesi boyunca edindikleri deneyimi gözden geçirmek ve onunla bir sonuca varmak durumunda… Şu an karşımızda duran malzeme ise Holy Motors. İşin içinde bir şirket, o şirketin çalışanları, mesleği kimlik oyunu olan bir profesyonel ve insana ait her türden duygu var. Seyirci denen grubun, izlediği şey karşısında nasıl reaksiyon vereceğinin bu denli muğlak ve öznel olduğu çok az film var sinema tarihinde. O nedenle, bir gece boyunca gördüğünüz, peş peşe sıralanmış düşleriniz gibi kocaman bir kimlik bulmacasını andıran Holy Motors için kim ağzını açıp iki kelam etmeye çalışsa, kendi gördüğü rüyayı tasvir etmeye çalışmaktan öteye gidemeyecek gibi. Benim, gördüğüm rüyadan çıkardığım naçizane sonuç, Leos Carax’ın yatırdığı uykulardan en tatlısının hala Mauvais Sang olduğu yönünde. M.A.

 

 

LAWLESS

Çiftliklerde domuz vurarak büyümüş 3 kardeş, kırılgan Jack, 46 raporlu Howard ve ailenin kayası Forrest’ten oluşan, Bondurant’lardan da, 1930’ların yasaklar döneminde, kasabanın mafya, gangster, çete bozuntuları olmak yerine, doktor mühendis ya da öğretmen olmaları beklenemezdi. Onların kaderlerinde, kasabanın, tırnak içinde adaletini sağlamak, kendi tezgâhlarını yürütmek ve zorba bir western hikâyesinin kahramanları olmak yazılıydı. Her nasılsa hayatta kalmış, insaların korkularını birer köpek gibi koklayan ve kontrol edebilen Bondurant kardeşler, korkusuz hayatın ölü taklidi yapmaktan farksız olduğuna inanarak bir hayatı paylaşırlar ve bu sert çocukları birbirleriyle ters düşürecek şey şiddet değil, kat etmeyi göze aldıkları yoldur. Pub’dan bozma benzin istasyonlarını illegal işlerini örten bir imaj olarak kullanan Bondurant’ların canını sıkmak için gönderilen Dedektif Rakes’in gelişiyle, fazla değil, birkaç saniye içinde kafalar kopup, gırtlaklar kesilmeye başlanacaktır. Kardeşlerinin aksine, ruhundaki inceliği ve elindeki titremeyi saklamayı başaramayan Jack ise, kısa yoldan Al Capone olmanın yollarını kavanoz ticaretinde arayacaktır. Rakes’in peşine düşeceği ilk iş de, en iyi bildiğini yapıp, ailenin en zayıf halkasından başlamak olacaktır. Hardy’nin homurdanmaları, Clarke’ın Harrelson’vari bakışları ve LaBeouf’un ‘romantikli filmden geçiyordum uğradım’lı duygusallığı, bu vahşi gangster hikâyesini, bulandığı kandan sıyıran unsurlar olarak sıralanırken; film bitesiye, delikanlılar, yeni yetme gangsterlerin ellerinde silah, 1932 model arabaların önlerinde poz verdiği gibi, bu filmin de önüne geçip fotoğraf çektirmek istiyor, kızlarsa yastığının altında silahla uyuyan bir adamın yanına çırılçıplak kıvrılmayı hayal ediyor. Olup bitecek herhangi bir şeye asla fazla şaşırmayın. Herkes içinde bir gün birini öldürebilme potansiyelini taşır, sadece bunun motivini bulmak zaman alır. H.Ö.

 

 

PARIS UNDER WATCH

Can güvenliğiniz adına, hiçbir şey bilmemenin her şeyi bilmekten daha iyi olabileceği bir noktaya gelmek, siber ortamda önlerine engel çıkamayacak hacker’lar için olsa olsa son tahammülsüzlüğün son sınırı olurdu. Paris’in en kalabalık yerlerinden birinde, bir tren istasyonunda gerçekleşen bomba saldırısı, politik anlamda gergin bir ortamda, ilk olarak İslami gruplardan bilinir ve çok geçmeden iki zanlı tutuklanır. Fakat herkesin işine gelen bu kapatılmaya heveslenilen dava, genç bir hacker için olayın tüm detaylarını bir dedektif edasıyla takip edeceği soluksuz birkaç gecenin kapılarını aralar. Güvenlik kameralarının kaydettiği gerçekliğin ardındaki gerçeği arayan bu adalet sevdalısı, kırabildiği tüm şifreleri kırarak, şehrin dört bir yanındaki kameralardan olup biteni bir bir çözümlemektedir. Gerçek zamanlı kayıtların bir araya getirilmesiyle oluşturan etkileyici dinamikliği, tek bir ekranda olup biten birbirinden kilit olayları takip etmemizi zorlaştırırken, check-list’imizde de tek tek zanlı-kurban sayımı yapmamıza olanak sağlıyor. Rus ajanlar, polis memurları, uykusuz hacker’larla dolu, hiçbir taktiğin, plan ve politikanın işlemediği çünkü her saniyesinin kayıtta olduğu bu güç savaşı, bir ülkenin içinde ki çürümüşlüğü ortaya serdiğinde, tüm olanlar için sadece tek bir suçlu aranıp, halklar ve yöneticiler temize çıkarılacak ve kılıf üzerine kılıf giydirilecektir, dünya üzerindeki geri kalan 195 ülkede de işlerin yürüdüğü gibi. Herkesin önceliği, can güvenliği kontrolden çıktığındaysa, söylenecek tek söz vardır “Böyle olmasını istememiştim, sadece adaleti sağlamaya çalıştım”. H.Ö.

 

 

ROBOT & FRANK

O içlerindeki duygusal dengeyi tüm teknoloji dinamiklerinin hızla tüketiliyor olmasına rağmen kaybetmemişlerin, pek de yakın olmasını dilemediği, yakın bir gelecekte, kendi evini soymaya kalkacak kadar bunamış ve halen hafızasına sonuna kadar güvenmekte ısrar eden, eski bir hırsız yaşarmış. Ne kadar dağınık olsa da hapishaneden her halükarda daha iyi koşullarda yaşadığı evinde, kahvaltısına koyduğu sütü bozulmuş, çantasına attığı anahtarı kaybolmuş, bir de çalan telefondaki oğlunun ismini hatırlayamayan bir eski hırsız bir yeni bunak. Akıl sağlığından endişelenen oğlu, bir gün arabasının bagajından babasına en yakın arkadaş olarak vaat ettiği bir robot çıkarttığında, Frank’in ilk tepkisi, bu şeyin onu uykusunda öldüreceğini bağıra çağıra haykırmak olur. Fazla değil, birkaç gün sonra ise, ‘çalmak’ kelimesinin gerçek anlamından dahi bihaber olan bu teneke dostunu, ayaklı bir yankesiciye çeviriverecektir. Kaybettiği ruhu, motivasyonu ve dikkati yeniden hırsızlıkta bulan Frank ve tenezzül edip bir isim bile koymadığı dostu Robot, gerçekleştirilmemesi yazık olacak derecede mükemmel bir planı oynamaya başlarlar. Robot için tek önemli şey, dostu Frank’in iç huzuru, gözlerinin içindeki kıvılcımdır. Frank için en önemli olansa, Bonnie olmak ve bu yürüyen tenekeyi de yeni Clyde’ı yapmaktır. Frank yalnızlıktan, Robot da bahçıvanlıktan sıkılmış olacak, Frank paslı parmaklarını kütüphaneden tanıdığı Jennifer’ın entelektüel çevresinin mal varlığı üzerinde açarken, Robot da ellerini en verimli kullanabileceği alanın kilitli kapıları patlatmak olduğunu öğreniyor. Robot dostluğu hikayeleri bir noktada hep, ‘Keşke ruhu da olsa’ cümlesini kurdurduğu sürece, A.I., Eva, Wall E gibi örnekler yüz güldürmeye devam eder, ve aralarında en yetimi, en sabıkalısı ama en sadığı, adı bile olmayan Robot da tarihe dijital harflerle adını yazdırır. H.Ö.

 

 

RUST AND BONE

En son Un prophete (A Prophet) ile karşımıza çıkan Fransız sinemacı Jacques Audiard’ın bol acılı ama her şeye rağmen umut yüklü son filmi De rouille et d’os (Rust and Bone), insan denen varlığın ancak birbirine tutunarak hayatta kalabileceğine dair naif bir öykü anlatan, etkileyici bir seyirlik. Bu yıl ilk kez görücüye çıktığı Cannes Film Festivali’nde özellikle başrol oyuncuları Matthias Schoenaerts ile Marion Cotillard’ın performanslarıyla övülen film, bir gösteri sırasında eğittiği balinalardan birinin saldırısına uğrayarak bacaklarını kaybeden Stephanie ile beş yaşındaki oğluyla birlikte ablasının yanında yaşamaya başlayan sokak dövüşçüsü Ali’nin hikayesini konu alıyor. Audiard’ın hikaye anlatımındaki yetkinliğini bir kez daha gözler önüne seren film, özellikle görüntü yönetimi ve müzik kullanımıyla dikkat çekiyor. Cotillard’ın bacaklarını kaybettikten sonra karşımıza çıktığı yeni görünümünü, seyircisinde bir an bile yabancılaştırma hissi yaşatmadan yansıtan başarılı özel efekt çalışmalarına da ayrı bir parantez açmak şart. İzleyicinin karşısına yepyeni bir şeyle çıkmamasına rağmen elindeki malzemenin hakkını veren filmin en büyük sıkıntısı ise kimi zaman yan hikayelerin gereksiz detaylarında fazla gezinerek vakit kaybetmesi. M.A.