Bantmag

“KİMSEYİ DIŞ GÖRÜNÜŞÜNE GÖRE YARGILAMA” DEYİMİ GENELLİKLE TEMEL BİR KURAL OLARAK GEÇERLİ OLMASINA RAĞMEN, TORONTOLU EKİP FUCKED UP İÇİN YALNIZCA KISMEN GEÇERLİ.

 

Gitarist Mike Haliechuck, basçı Sandy Miranda, gitarist Josh Zucker, baterist Jonah Falco, gitarist Been Cook ve vokalist/şarıkcı Damian Abraham'dan oluşan Fucked Up, 2001'den beri kendine özgü, haşin bir hardcore üretiyor. Kayıtlarından testere gibi gitarlar ve yanık vokaller, konserlerinden de biraz çıplaklık ve/veya kan bekleyebilirsiniz. Ancak grup adının ele verdiğinden biraz daha fazlasını da barındırıyor. İnsanın klasik bir hardcore grubundan bekleyeceği 45’lik hücumunun ardından Fucked Up değişmeye başladı. Şarkılar uzadı (bakınız 18:35 uzunluğundaki “Year of the Pig”), garipleşti (bir hardcore şarkısında hiç flüt duydunuz mu) ve bu kavramsallaşma süreci, 2011'de yayınlanan David Comes to Life'ın yayınlanmasıyla doruğuna erişti. İki sevgili, David Eliade ve Veronica Boisson'un hikâyesi etrafında şekillenen, 78 dakikalık destansı bir rock operası olan David Comes to Life, politikayı ve Margaret Thatcher'in Britanya’sını konu ediniyor. Bu yetmezmiş gibi, bir de hikâyenin anlatıcısı, aldatıcı olup çıkıyor, işler sarpa sarıyor. Bu da yetmezmiş gibi, bahsettiğimizin bir hardcore albümü olduğunu da unutmamalıyız. Bir şekilde grup tüm bunları becererek David Comes to LifeNew York Times (grubun tam isimini basmamasına rağmen) ve Spin'den (grubu 2011'de Yılın Grubu seçti) övgü dolu yorumlarla yayınlayıp, Kanada’nın Polaris Müzik Ödülü'nü (Kanada'nın Grammy'si gibi bir ödül, ama tabiî Kanadalı olduğu için kimse duymamış) kazandı. Yukarıdaki tasvir sinirli ve kibirli bir adamı çağrıştırsa da, Damian Abraham bunların ikisi de değil. Ortalama bir rockçudan kesinlikle daha akıllı ve aynı derecede de mütevazı. Abraham 22 Kasım'daki İstanbul konserinden önce Babylon'un önünde Bant Mag.'la oturup konuşacak kadar nazikti.

 

Ara vermekte olan bir grup için İstanbul'a seyahat etmek oldukça büyük bir başarı; Fucked Up'un şu anki statüsü nedir?

Ara olayı biraz abartıldı; geçtiğimiz dört-beş yıl yoğun bir şekilde turladığımız için ara verdik. Ama “Biz bir yıl izin yapacağız” diyebilecek bir grup olma fikri artık olabilecek bir şey değil. Geçimini bir grupta çalarak sağlıyorsan, turneye çıkman lâzım, yoksa para kazanmıyorsun. Tabiî eğer şarkılarının reklamlarda kullanılmalarına izin veriyorsan ayrı, ama Fucked Up isimli bir grup bunu pek de yapacak bir konumda değil. İyi bir yıl oldu, çünkü katı bir ara verdiğimiz takdirde yapamayacağımız bir sürü eğlenceli şey yapabildik –İstanbul'a geldik, Londra'da the Vaccines'le 11 bin ilgisiz gence çaldık, iki kere Japonya'ya gittik. Biz sadece zorlu bir şekilde turlamış bir grup olmanın tadını çıkarıyoruz. Çılgın bir haftasonu yaşayıp sonra eve, aileme ve çocuklarıma dönüp normal bir baba olabiliyorum.

 

“HİÇBİR ZAMAN MENAJERİMİZ OLMADI VE NE ZAMAN BİR MENAJER BİZE YAKLAŞSA VE ONUNLA OTURUP KONUŞSAM, GRUBUMUZUN YALNIZCA KENDİ ŞARTLARIMIZ ALTINDA DEVAM EDEBİLECEĞİNİ ÇABUCAK ANLIYORUM.”

 

Fucked Up'un geleceğini nasıl görüyorsun?

Yeni bir albüm hazırlıyoruz. David Comes to Life'ı bitirdikten sonra birkaç kere röportajlarda bunun son olabileceğini söylemiştim, çünkü gerçekten öyle olabileceğini düşündüm. Ama bu yeni albümün kesinlikle geçtiğimiz yıl boyunca bu grubun bir parçası olmanın karşılığı olarak geldiğini düşünüyorum. Kulağa şu anda çok iddialı geliyor, çünkü hâlâ konseptin tam olarak ne olacağını sezinlemeye çalışıyorum, ama dünyanın güncel durumunu yozlaşmış bir müzisyenin gözünden inceleyen bir albüm yapmayı çok isterim. Fugazi'yle Propagandhi devrindeki gibi saf müzisyenlerimiz yok artık. Bir grubun erdemli/namuslu olup “Biz bunu hiçbir zaman yapmayız; bu insanlardan hiçbir zaman para almayız. Özel, kurumsal anlaşma mı? Biz bunu yapmayız!” demesi çok daha zor. Bunu söyleyen çok az sayıda grup hâlâ var. Bir sürü grup da –özellikle bunu yapmamaya çalışırken bile– oyunun bir parçası olmak zorunda kalıyor. Biraz dünyanın durumuna ve sözde gerçekleri söyleyenlerin –kendimiz dâhil– nasıl yozlaştığına göz gezdiren bir albüm yapmak istiyorum.

 

Gruptaki rolünü, bir ailenin sorumluluğunu üzerine almak adına azalttın biraz, nasıl gidiyor?

Artık iki çocuğum var, biri dört aylık, zaten bu yüzden yazın ara vermeye çalıştık. Josh'un da sekiz aylık bir çocuğu var; yani ikimizin arasında şu anda grupta üç çocuk var. Grup artık 10 yaşında, o yüzden artık doğal olarak yavaşlayacağımız bir noktadayız. Çoğu grubun, özellikle de hardcore gruplarının beklenen yaşam süresini çoktan aştık ve bu bence hep kendi yöntemlerimizi deneyip bizim için neyin uygun olup olduğunu bulmamızla ilgili. Hiçbir zaman menajerimiz olmadı ve ne zaman bir menajer bize yaklaşsa ve onunla oturup konuşsam grubumuzun yalnızca kendi şartlarımız altında devam edebileceğini çabucak anlıyorum. Eminim ki ağır işleri üstlenecek bir menajerimizin olması çok daha kolay olurdu, ama bu bize uymazdı. Hepimizin, tamamen kontrolünde olduğumuz ufak işlerimizin olması lâzım. Ayrıca herhangi birinin gelip aramızdaki hastalıklı ilişkileri anlayabileceğini sanmıyorum.

 

Fucked Up'ın önderliğini yaparak öğrendiğin herhangi bir dersi küçük bir çocuğu yetiştirmeye doğrudan olarak uygulayabiliyor musun?

Normalde bu grubun ufak çocuğu olduğum için çok fazla empatim var. Oğlum Holden öfke krizi geçirdiğinde, onu kesinlikle anlayabiliyorum. Evde olmanın kıymetini çok daha iyi bilmemi sağlıyor, çünkü uzakta olduğun zaman onları ne kadar özlediğini unutuyorsun ve eve geldiğinde onları sevgiyle tüketmek istiyorsun. Bu grupta olmaktan öğrendiğim bir şey de, bir iş ilişkisine bağlı olan bir sevgi. Turnede sinir krizi geçirmişliğim var ve biz tura devam ettik. Grubu suçlamıyorum, çünkü turlamayı kessek, para ve uçak biletlerini karşılayamayız. Gerçekten çok hasta olsam grubun muhtemelen duracağını biliyorum, ama neredeyse hepimiz birbirimize yük beygiri gözüyle bakıyoruz ve bunu ölümüne kadar sürdüreceğiz.

 

“ŞİŞMAN VE KILLI BİR ÇOCUK OLARAK BÜYÜYÜNCE SANA ÇEKİCİ OLDUĞUNU SÖYLEYEN PEK FAZLA İNSAN OLMUYOR. O YÜZDEN BU 'BEAR WATCH' SİTESİNİ GÖRÜNCE KAFAYI SIYIRDIM. GURURUM O KADAR OKŞANDI Kİ, İNANAMADIM.”

 

Fox News'le olan ilişkinden bahsedebilir misin?

Hepsi Matador Records'un sahibi olan Gerard Cosloy'un bana Fox News'daki “Red Eye” programının sunucusu Greg Gutfeld'in yılın en sevdiği albümlerinden birinin The Chemistry of Common Life olduğunu söylediği bir klibi yollamasıyla başladı. Greg'e, hayatta en istemediğim şeyin Fox News'a çıkmamız olduğunu, ama yine de kendisine çok teşekkür ettiğimi söyleyen bir e-mail yazdım. O da bana geri yazıp programa çıkmak isteyip istemediğimi sordu. Daha önce programına konuk olarak The Melvins'den Buzz, Andrew W.K., John Lydon ve the Clash'ten Paul Simonon çıkmıştı, o yüzden –kendimi tekrardan punk semavisine koyarak– tamam dedim. Sağcılara karşı çocukluğumdan beri gerçek bir şüphem olmuştur, çünkü üvey babam da çok sağcıydı ve sonunda annemi aldatıp bir sürü şey yaptı; sır tuttuğu bir ailesi vardı, çok garipti. Onunla ilgili bayağı Fucked Up şarkısı var. Ama Greg'le tanışınca fark ettim ki, politikasını iğrenç ve tiksindirici bulamama rağmen, gerçekten iyi bir insan ve sırf müzik ve pop kültüründen bahsettiğimiz/konuştuğumuz sürece onunla anlaşabiliyorum. Bence gerçekten akıllı biri, bu da beni bu inandıklarına neden inandığını daha da sorgulamaya itiyor.

 

Gittim ve “Vay be, Fox News'e çıktım, müthişti,” dedim. Sonra Greg bir daha iletişime geçip bir daha programa çıkmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Bu sefer Çin'de turnedeydik ve o sırada pek de haber okumuyordum, ama programın çevresinde çılgın bir skandal koptu. Greg ve paneldekiler Afganistan'daki görevlerinden dönünce bir yıl ara vereceklerini söyleyen Kanada ordusundan bahsediyorlardı. Greg ve programdakiler de Kanada ordusuyla dalga geçip pısırık olduklarını, yoga derslerine gideceklerini falan söylemeye başladılar. İş çığrından çıktı: Annesine ölüm tehditleri geliyordu, ona ölüm tehditleri geliyordu, programdaki komedyenlerden birkaçı Kanada turnelerini bomba tehditleri yüzünden iptal etmek zorunda kaldı. Ben de tüm bunlardan habersiz Kanada'ya döndüm ve Greg'den hâlâ programı yapmak isteyip istemediğime dair bir e-mail aldım; hiç de sikimde olmadığını söyledim. Herkes bana sürekli oraya varınca ne yapacağımı soruyordu. Ordu yanlısı adam rolüne sokulmak çok garipti ve o da ordu karşıtı, barışçı rolüne konulmuştu. Calgary'deki bir Alay Binası'nda çaldık ve Kanadalı Askerleri Destekleyin yazan tişörtleri vardı. Ben de bir tane satın alıp turneden sonra “Red Eye” için New York'a uçtum ve tişörtü gizlice sahneye çıkardım. Oturdum, röportaj yapıyoruz ve son anda Greg, daha fazla devam etmeden önce, “Kanada ordusuyla ilgili söylediklerinin gerçek hislerini yansıtmadığını düşündüğümü bilmeni isterim. O yüzden bence sana getirdiğim bu tişörtü giyersen herkes çok daha iyi hissedecek,” dedim. Tişörtü giydi ve durumu çok güzel kaldırdı. Gerçekten onunla Kanada’daki sağcıların arasını biraz düzelttiğimi düşünüyorum, ama bu konuda aslında belki de kötü hissediyor olmam lâzım.

 

Ayılar grubu tarafından bir poster ikonu olarak kabul gördün ve sana adanmış bir tumblr bile var...

Tumblr'ın kendisini daha görmedim, ama eskiden Bear Watch diye bir site vardı ve böyle bir takdiri ilk gördüğüm yer orasıydı. Şişman ve kıllı bir çocuk olarak büyüyünce sana çekici olduğunu söyleyen pek fazla insan olmuyor. O yüzden bu siteyi görünce kafayı sıyırdım. Gururum o kadar okşandı ki, inanamadım. İnsanlar benim için “Ah, o çok yakışıklı!” diyorlardı. Limp Wrist'te çalan arkadaşım “Konserlerde üstünü çıkarmalısın, çok çekicisin” dedi, ben de “Çok çirkin görünürüm,” dedim. O da bana “Hayır, harika görünüyorsun,” dedi, ben de “Gerçekten mi?” dedim. Hayatımda ilk defa birisi bana bunu söylüyordu. Bu Fucked Up'ın üçüncü yılıydı ve Texas'ta çalıyorduk, o kadar sıcaktı ki ben de tişörtümü çıkardım ve gerçekten de çok özgürleştirici bir deneyimdi. Bu grupta olmanın en iyi taraflarından biri oldu bu, çünkü büyürken gerçekten dünyadaki en çirkin ve şişman çocuk gibi hissettim. Grubu başlattığımızda bile neredeyse yaptığımız şey çirkin/şişman şeyden çıkan bir öfke, gibiydi. Şimdi daha çok sahnede vermeye çalıştığım bir kutlama gibi.

 

Üniversite'de kadın çalışmaları okuyan biri olarak hardcore müzikteki cinsiyet ve cinsellik konularıyla ilgili neler düşünüyorsun?

Bence her alt kültür, toplumun geri kalanını yansıtan bir ayna gibidir; kimi zaman bu yansımaya olan bir tepkidir, bazen de bu yansımanın sahiplenilmesidir. Hangi alt kesimden bahsettiğine bağlı olarak değişir, ama evet, bu ortam da birçok esnada her yer kadar boktan ve kadın düşmanı. Sandy'e sorarsan sana cinsiyeti yüzünden boktan davranıldığı deneyimlerini anlatabilir. Punk'ın ve hardcore'un sorunlarından bir tanesi “biz bundan daha iyiyiz” fikri, çünkü bazen ortaya çıkan, neredeyse içselleşmiş bir kadın düşmanlığı ve özünde de bir sürü insanın ortalıkta koşup birbirinin üstüne atlamasından doğan maço bir duruş var. Ama maço olmasına gerek yok: Seyircide erkeklerle eş sayıda kadının olduğu ve kendilerini LGBT camialarından olarak tanımlayan insanların da olduğu konserlere gittim. İdeal ortam bu. Bir Limp Wrist konserine gidersen, hiçbir şekilde kadın düşmanı bir etkinlik olduğunu söyleyebileceğini sanmıyorum, ama aynı zamanda sahnede adamların kızlara kaltak dediği konserlere de gittim. Punk ve hardcore bazen kusursuz olduklarını düşünme eğiliminde olabiliyor, ama bu doğru değil.

 

Benim için, biraz kendi kadın düşmanlığımdan ortaya çıktı, bu yüzden kadın çalışmalarını seçtim. Kötü bir ayrılıktan geçmiştim ve bir sürü insan bana “Ağbi, bugünlerde dediklerin, kötü durumdasın,” diyordu. Ben de derse gidip oturdum; ilk başta buna karşı direniyordum, “Bu cinsiyet meselesinden çok bir sınıf meselesi,” diye düşünüyordum. Yavaş yavaş, Audrey Lorde ve Angela Davis gibi insanların yazılarını okuya okuya “Aa, evet, ben de herkes kadar sorunun bir parçasıyım” demeye başladım. Baskının ne kadar kesişimli olduğunu anlamaya başlayınca, durumun gerçekten de bayağı kötü olduğunu anlamaya başlıyorsun. Heteroseksüel kimliğini benimseyen beyaz bir erkek için çok fazla ayrıcalık var. Bana odaklı olmadığı için baskıyı görmüyordum. Kadın çalışmaları gerçekten etrafımdaki her şeye olan bakışımı değiştirdi. Bana gerçekten hiç de iddia ettiğim kadar cevabım olmadığını gösterdi.

 

Kathleen Hanna'nın Riot Grrrl'de kadın vücudunu yeniden sahiplendiği şekilde, sen de kendi fiziğini hardcore'un eril standartlarına meydan okumak için kullandığını görüyor musun?

Beni gerçekten inanılmaz bir grubun içine koyuyorsun ve bunun için gerçekten minnettarım! Gerçekten zor, çünkü bunu sonrasında entelektüelleştiriyor gibi görünmek istemiyorum. Benim için çok bencil bir şeydi: Ben bunu yapıyorum, çünkü bunu daha önce yapabilme fırsatım olmadı. Ama hiçbir zaman maço bir şeye dönüşmesini istemiyorum, hani tişörtümü kaslarımı göstermek için çıkarıyorum gibi. Bunun özgürlüklerle ilgili olmasını istiyorum. Kuzey Amerika'nın güzellik standartlarının çirkin vücut şekli tanımıyım ve bununla bir sorunum yok. Hepimiz farklı yönlerden çirkiniz ve ben oraya çıkıp eğlenmek istiyorum. Beth Ditto'yu ve Gossip olarak ilk çıktığındaki yaptıklarını düşününce “Bende hiçbir zaman onun yaptıklarını yapacak cesaret olmayacak,” derdim. Sanırım ondan biraz ilham almış olabilirim.

 

“BELKİ BİZİM, PİSSED JEANS'İN, VE THE BRONX'UN YAPTIKLARIMIZDAN DOLAYI ELİMİZDE KAN VAR, HARDCORE’UN İÇİNE INDIE ROCK SOKARAK ONU MAHVETTİK. KOMİK AMA, BENCE BU YÖNDE İLERLEYEN DAHA ÇOK GRUP GÖRECEĞİZ, ÇÜNKÜ, HEY, BU BİZİ TÜRKİYE'YE GETİRDİ!”

 

Fucked Up, Pitchfork tarafından hardcore'dan çıkan herhangi başka bir gruptan daha fazla destek gördü. Önemli ölçüde egzotik, kavramsal, veya “farklı” sayılabilecek her türlü metal'e değiniyorlar, ama hardcore'a neredeyse hiç dokunmuyorlar. Indie rock'un daha entelektüel olduğu ve bu sebeple de daha geçerli bir sanatsal söylem olduğu fikrinde herhangi bir gerçeklik payı var mı?

Bence bu elitizm her zaman mevcuttu. Forced Exposure'a bir bakın; 1987'de Youth of Today'le ilgili yazmıyorlardı –ve yazsalardı, “Bu berbat, bu aptal, bu hardcore değil” derlerdi– Negative Approach, noise rock, Big Black ve bunun gibi şeylerle ilgili yazıyorlardı. Entelektüel şeyler her zaman her tür içinde imtiyaz görmüş ve temel, duygusal şeyler daha değersiz olarak görülmüştür. Pitchfork'un bu dünyaya el atması daha çok yeni. Ve yazdıkları gruplar, çoğunlukla, kendilerini bilerek, yazılmak için kendini ortaya koyanlar. Mesela Terror'u ele alırlar mıydı? Bilemiyorum. “Aa dur: seyircilerin arasında dolanan 100 kiloluk bir şarkıcı mısın?” Bam! Bunun hakkında yazabiliriz. “Melez gençlerden oluşan çılgın bir grup mu?” Bam! Bunun hakkında da yazabiliriz. “Ah, eskiden çılgın, punk'ımsı hardcore çalan, ama şimdi post-punk yapan bir grup musun?” Bam! Bunun hakkında da yazabiliriz. Bu grupları küçümsemek istemiyorum (Trash Talk, Merchandise) ama bu durum gruba bir hikâye veriyor. Mesela Hatebreed gibi bir grupla ilgili yazıyorsan, “Hatebreed'sin,” oluyor. Ben Hatebreed'i severim, Hatebreed'i kötülemiyorum, ama bir yazar olarak pek de farklı bakış açılarının peşinden gidemezsin.

Biz oyunu oynadık ve daha büyük olan indie dünyasına katılmasaydık bu gruba ne olurdu, bilmiyorum. Hardcore'daki gençler bizden sıkılacaktı, bu işler böyle yürüyor. Garip çünkü Out Cold gibi 16 defa aynı albümü yapmış bir gruba bakabilirsin –harika bir albüm, 16 versiyonuna da bayılıyorum– ama gerçekten 16 kere de aynı stilde yapılmış bir albümün ardından insanlar dikkat etmeyi bırakıyor. Biz de “Police”i yüz kere daha yazabiliriz, ama içten olmazdı. Bu bizim yeni deneyimler yaşamamız için bir yol, çünkü neden olmasın? Belki kötüye gidiyor, belki bizim, Pissed Jeans'in ve The Bronx'un, yaptıklarımızdan dolayı elimizde kan var, hardcore'un içine indie rock sokarak mahvettik. Komik ama, bence bu yönde ilerleyen daha çok grup göreceğiz, çünkü, hey, bu bizi Türkiye'ye getirdi.

 

“MÜZİKLERİNİ DİNLEYEREK BÜYÜDÜĞÜM İNSANLARLA TANIŞABİLMEK VE BELKİ BİZİ SEVMİYORLAR (HİÇBİR ZAMAN ONLARA SORACAK CESARETİM OLMADI) AMA BİZE TAHAMMÜL EDİYORLAR; TEK İSTEDİĞİM BUYDU.”

 

Geçtiğimiz on yılda indie ve punk müziğinin kültürel durumunda ne gibi değiştiğini gördün?

Bence her şey kültürel anlamda değişiyor; insanlar bu kültürel değişikliğin ne kadar büyük olduğunu algılayamıyor. Formatların olmadığı bir dünyada yaşayacağız. Şehir merkezinde yürürken kitapçıların, müzik dükkânlarının, video dükkânlarının olmaması berbat olacak, ama aynı zamanda müzikte inanılmaz bir demokratikleşme gerçekleşti. Rock'n'roll punk devresinden geçtiğinde müzik tabiî ki önemliydi, ama bundan çıkan en önemli şey üretim koşullarının artık sanatçıların eline geçmesiydi. Artık bir plak şirketine veya büyük bir dergiye bağlı değildin. İnsanlar kaset çıkarabiliyordu, fanzinlerde arkadaşlarının gruplarıyla ilgili yazabiliyorlardı ve kendilerine turne düzenleyebiliyorlardı. Bu düşünce biçimi hip hopta kendini gösteriyor şimdi. Plak şirketlerinden hiç yardım almadan, isimlerini tumblr'dan duyurmuş bir sürü sanatçı var ve şimdi de milyon dolarlık anlaşmalar imzalıyorlar. Ama eminim ki çoğu başta aldıkları paraları çıkarmayı başaramadı. Bence bu artık her çeşit müziğe olacak, çünkü artık odanda bir grup kurup, ertesi güne internete şarkı koyup, iki hafta içinde de dünyadaki en büyük sanatçı olabilecek pozisyondayız.

 

Fucked Up'la ilgili seni en çok gururlandıran başarılar ne?

Bağımsız profesyonel güreşin ve Amerika'daki bir federasyon olan Ring of Honor güreşinin büyük bir hayranıyım. Orada Daniel Bryan diye bir güreşçi var ve ilk üç Ring of Honor gösterisi için çıkışını “Generation”la yaptı. Tuhaftı, çünkü genellikle Korn veya Limp Bizkit gibi grupların müziğiyle çıkıyorlar. Ama straight edge ve vegan güreşçiyle tanıştığımda, “Sizi çok seviyorum, bana çıkış müziği verebilir misiniz?” dedi, ben de “Kesinlikle!” dedim. Bu benim için bayağı gurur verici bir an oldu.

 

Avustralya'da Foo Fighters'le turnede olmak bayağı muhteşemdi. 20 bin kişiye sandalyelerini bulmaya çalışırken çalıyorduk, ama yine de insan “Buraya nasıl geldik?” diye sorabiliyor kendi kendine. Beni punk müziğine saran film 1991: The Year Punk Broke idi; Sonic Youth ve Nirvana belgeseli. 12 yaşındaydım. Filmi izlediğimde hangi müzikleri dinlemek istediğimi ve bir gün turneye çıkacağımı biliyordum. Bir grupta çalacağımı düşünmüyordum, çünkü hiçbir zaman pek müzikal değildim, ama sadece bir kere turneye çıkmak ve Dave Grohl'la turnede olmak istiyordum. Şimdi de buradayım, onunla turdayım. Yanında durup 1991: The Year Punk Broke'dan replikler söylüyordum; o bana “Nereden bu?” diyor, ben de “1991: The Year Punk Broke'de sen söylemiştin!” diyordum. Geçen gece Tokyo'da bir festivalde çaldık, biraz içmiştim ve otelde Thurston Moore ve J Masics'le “Crucified”ın hangi versiyonunun (Iron Cross'unki veya Agnostic Front'unki) daha iyi olduğunu tartışıyordum. Bu benim gerçek hayattaki 1991: The Year Punk Broke fantazimdi.

 

Bunlar en garip ve en gurur verici başarılar. Müziklerini dinleyerek büyüdüğüm insanlarla tanışabilmek. Belki bizi sevmiyorlar (hiçbir zaman bunu onlara soracak cesaretim olmadı) ama bize tahammül ediyorlar ve benim de tek istediğim buydu. O yüzden gerçekten, eğer grubunu seversen ve kendi şeyini yaparsan, sonunda bir seyirci bulacağına inanıyorum. Jandek'e bak: 30 yılını aldı, ama şimdi adam dünyayı turlayabiliyor. Farklı bir şey yaptığın ve Black Flag'ın doğrudan bir kopyası olmadığın sürece, grubunla ilgili senle aynı hisleri paylaşan insanlar bulabilirsin. İşte ben bunun yaşayan bir örneğiyim.