






GÖNÜL FERMAN DİNLEMİYOR
YOK MU BUNUN İLACI
YO LA TENGO SEVGİMİZ TAVAN YAPIYOR
İZLEYEMEMİŞLER İÇİN ÇOK ACI
Ekin: Hadi Hakan…
Hakan: Ve işte o an geldi…
E: Şimdi yaptık yaptık muhabbeti, Melikşah gelince hiç yapamayız.
H: Evet ya Melikşah ortalıkta gezinirken, espirik yaparken zor o iş. Onun için hemen başlayalım. Evet konumuz nedir?
E: Geçtiğimiz ayki Yo La Tengo konseri. Yo La Tengo sessiz sakin bir şekilde 10 Kasım'da İstanbul'daki ilk konserini verdi.
H: Evet ya... Yılın en güzel konserlerinden, belki de en güzeli. Ama evet sessiz sedasız.
E: Kesinlikle.
H: Ortalıkta posterini dahi göremedik. Oturup önden heyecanını yaşayamadık. "Olm Yo La Tengo çalıyormuş yarın akşam" muhabetleriyle gidildi konsere.
E: O gün öğrenenler bile vardı konseri. Zamansız ve beklenmedik.
H: Gerçi şimdi düşünelim, konserde sence kaş kişi vardı?
E: Ben hiç anlamıyorum bu kişi sayısından ama acaba 250-300 kişi miydi?
H: Herhalde. Bir de gelemeyenleri katalım, toplamda 500 kişiyi ilgilendiren bir mevzudan bahsetmemiz çok iyi bir fikir değil aslında. Okuyucu kazandırmaz bize.
E: Şu an okumayı bırakan bir sürü insan var mesela.
H: Ama işte gönül, ferman ya da okuyucu sayısı dinlemiyor.
E: Evet, yok bunun ilacı sayın okuyucu!
H: Seviyoruz biz Yo La Tengo’yu.
E: Hem de çok seviyoruz, yani aslında konuyu buraya taşımamızın sebebi şu. Yo La Tengo'yu zaten hep çok seviyorduk, ama konserle birlikte neden bu kadar çok sevdiğimizi çok daha iyi anladık ve büyük bir uyanış yaşadık. Bana öyle geliyor en azından. Kayıp konser heyecanlarımı bulmuş gibiydim. Onlara minnetarım.
H: Evet konserde çok fazla şey düşündüm. Neden farklı bir yere sahip olduklarını düşündüm mesela uzun uzun.
E: Ben de neden Sonic Youth’tan daha iyi bir grup olduklarını düşündüm mesela.
H: Müziklerinde onları 90'lardaki birçok gruptan ayrı yere koyan bir tavır var. Hiçbir zaman bir sahnenin tam olarak parçası olmadılar. Ortalıkta kasıntılık yapmadılar. Bir şey olmaya çalışmadılar.
E: Hababam çaldılar.
H: Etkilendikleri şeyler de farklıydı, ilham aldıkları gruplar… Ha bir de sanırım en büyük farkları 90'larda biçok gruba kıyasla enstrümanlarını çok iyi çalıyor olmaları.
E: Evet, bak o çok iyi nokta. Bir de biraz kayıp bir grup olma hissi de büyük ihtimalle bunların hepsiyle ilgili. Evimde çerçeveli bir poster var. My Bloody Valentine konser afişi eski. Ön grup da Yo La Tengo'ymuş.
H: Çok tatlı… Sahne arkası muhabbetlerine merak kestim şu an.
E: İçki içiyorlar mıydı? Dibine vurmuşlardır.
H: Kesin. Kadeh tokuşturmaca falan.
E: Sigara?
H: Vardır. Bitik sigara paketleri, yerlere dökülmüş biralar, dibi kalmış viski şişeleri, geleceğe dair pozitif hayaller…
E: Uyuşturucu?
H: Şimdi afaki tahminlerde bulunup insanları zan altında bırakmayalım…
E: Bu arada konserden önce konserin 2.5 saat sürebilme ihtimali çok fazla gelmişti fikir olarak, ne kadar salakmışım. İçkiymiş, sigaraymış, hiçbir şey gelmedi aklımıza.
H: Evet o da enteresan. Konser vermeyi bilen bir grup ve bilmeyen bir grup arasındaki bir farkı daha iyi anlamak isteyenlerin o konserde olması gerekirdi.
E: Evet, aslında farkında olmadan bir döngüye girmişiz, çok iyi konserler izliyoruz orası kesin, ama bu kadar kopup gidebilme hissini seneler sonra yeniden yaşamak büyüleyiciydi. Çıkışta tüm yaşlılar, yaşı ortaya çıkanlar 2001’deki ilk Stereolab konserini filan konuşuyordu.
H: O da enfes bir konserdi ama. Yeni dönem gruplardan bi’çoğu konser nasıl verilir bilmiyorlarmış onu da anladık. Gerçi adamlar tecrübe konuşturuyorlar o ayrı. Ama bir yandan “bu herifler 18 yaşlarındayken de herhalde böyle çalıyorlardı sahnede” diyorsun.
E: Şu an 18 yaşında gibi gözüküyorlarsa çalarken, muhtemelen 18 yaşında da böyle çalıyorlardır Hakan.
H: Peki merak ettiğim bir şey var. Şimdi grup böyle "baba" mertebesine ulaştı ya,
neye göre oluyor bu? 90'lardan canlı çıkıp, 2000'leri aşıp, 2010'lara gelince otomatik olarak “baba grup” mu oluyorsun? Nedir bunun kriteri? Çünkü mesela bir sürü albümleri olmasına rağmen sadece eski parçaları çaldılar. Son 3 albümden sadece 1 parça çaldılar.
E: Bir de çok yeni bir iki parça çaldılar galiba. Ya bana neredeyse şöyle geliyor...
90'lar çok tuhaf bir dönem, müzik adına. Sanırım müzik adına en geçici trendlerin işlediği 10 yıl filan olabilir. Orda kendi başının dikine iyi takılan grupların değeri 90’lar anca bitince net anlaşıldı. 90’larda bizim algıladığımız dünyada kayıp mesela bu müzikler. Dolayısıyla zamanla baya ilgili bir durum bence. 2000’lerdeki gruplara 2030’da aynı şey olmayabilir, o 80’ler ve 90’lar dinamikleriyle ilgilidir kesin. Zira Yo La Tengo'ya benzeyen bir grup düşünemiyoruz hala tam olarak. Bir de tabii bizim memlekette hepten tuhaf dinamikler var… Yo La Tengo'nun buradaki karşılığı hakkında fikir edinmek adına da ilginçti konser, çünkü öncesinde tam olarak bir fikir oluşamıyordu kafada.
H: Aslında bi’çok grupla ilgli öyle. Türkiye ya da İstanbul bilinmeyen bir alan.
Bazı gruplar var, kesin tutacaklarını bildiğimiz ama azlar. Biliyorum ki bizim seyirciler damar müzik seviyorlar. Karanlık. Hüzünlü.
E: Mesela My Bloody Valentine çok daha fazla tutar di mi?
H: Evet bana da öyle geliyor.
E: O her yerde mi öyle olur acaba?
H: Sanmıyorum, bizim buralara has bir durum var. Mesela Yo La Tengo hiçbir zaman damar müzik yapmadı. Piano Magic örneği mesela…
E: Bu arada korkunç +24 mevzusu vardı bir de, tam bir karşılık da alamadık dolayısıyla.
H: Evet doğru. O korkunç yasa geri geldi. Çaktırmadan. Fark ettirmeden. Şlaaaap diye bir tokat gibi geri geldi.
E: Yo La Tengo'da baya sıkı uygulandı, ama sonra daha bir rahatladı.
H: Arada görüyorum tatlı tatlı deliyor bazı yaşı küçükler bu yasayı. Helal, devam...
E: Aynen, girebilen girsin.
H: Nihayetinde 90'lar boyunca geçrekten muhteşem albümlere imza atmış bu üç samimi ve içten müzisyeni bir arada görmek bazı kaybolan duyguları geri getirdi. Ben müziklerinden ziyade işte bu temsil ettikleri duyguları seviyorum.
E: Evet birbiriyle bu kadar olağanüstü bir kimya içinde müzik yapan insanlar… Herkesin kolay kolay altından kalkabileceği bir şey değil. Onları baba yapan en temel şey budur büyük ihtimalle. Bu birbirleriyle çalma hali.
H: Evet, dağılma, yeniden bir araya gelme durumu yok. Bu önemli bir şey. Para için birbirine tahamül etmek zorunda olan müzisyenlerden oluşan gruplardan değiller. Mesela aynı festivalde Mice Parade de çaldı.
E: Ben onda yoktum.
H: Tarz değiştirdiği ve kendine yeni bir çizgi tutturduğu için eski parçaları çalmıyormuş normalde. Ama bu festivale özel tek konserlik bir grup kurmuş kendine. Eski parçalardan da çalmak için. İki prova yapıp çıkmışlar. O kadar belli oluyordu ki… Zar zor bir arada tutuyorlardı müziği.
E: İlk duyuşta bile biraz zorlama geliyor kulağa.
H: Birbirlerine bakmaktan müziğe odaklanamıyorlardı. Ama mesela Yo La Tengo’nun sesi ve gitarı Ira Kaplan… Adam gitarına abanmaya ve solo atmaya başlayınca etrafında bir enerji alanı oluşuyor resmen. İçinde ne var ne yok döküyor.
E: Öyle yaşayabiliyor gibi.
H: Diğerleri tamamen onun hislerinin rehberliğinde çalıyorlar.
E: Ve ona bunu yapabilmesi için çok sağlam ve elverişli bir zemin hazırlıyorlar.
H: O esnada stres yok. Nerdeyiz şu anda demek yok. Sadece müziğin içinde var olan 3 tane beden.
E: Çok özel bir kimya. Bunu teknik adamlarını sahneye çıkarmalarından bile anlayabiliyoruz aslında. Bence adamın gitarları sahnede hazırlaması ve konsere dahil olması harika bir his kattı performansa. Bilinçli yapılmış bir şey gibiydi. Bir daha ne zaman görücez bakalım böyle konser. Neyse ki sorun bizde değilmiş en azından.
H: O zaman bence en sevdiğimiz Yo La Tengo parçalarını yazalım. Önce sen. Tek geçeceğin Yo La Tengo parçası.
E: Dünyanın en zor sorusu be.
H: Di mi? Salla bir tane yaaa. 500 tane parçaları var adamların. Ama iyi olur, video link'i falan da verebiliyoruz ya. Basar izler okuyucularımız. Gerçi Yo La Tengo seven ve Türkiye’de yaşayan, Bant Mag. okuyucusu olan, muhabet sayfalarını okuyan ve yazının şu noktasına kadar gelebilmiş olan sayısı çok fazla değildir ama olsun…
E: Doğru, hatırlattığın iyi oldu. O zaman en sevdiğim değil de ilk dinlediğim Yo La Tengo parçasını dillendirerek sıyrılırım bu işten. Yo La Tengo’nun aklımı alan ilk parçası "Big Day Coming" idi. Lise 2’deydim, ki bu parça konserin de ilk parçasıydı.
H: Evet ya. Ben de hafiflerden seçeyim. “Can’t Forget” diyorum ben de.
E: Ha şöyle, biraz çeşit yap.