












AMSTERDAM’DAN YARIM SAAT UZAKLIKTA, HAARLEM ŞEHRİNDE YER ALAN GEERTRUIDA EVİNE MÜZİK ÇALMAK ÜZERE ŞİMDİYE KADAR İKİ KERE GİTTİM. İLK KONSERİN ARDINDAN UĞURLANIRKEN, BOZULDUĞUNDAN ÖTÜRÜ AYVAYI YEMİŞ OLDUĞUMUZ ROLAND ADAPTÖRÜN ORİJİNAL VE GICIR BİR HÂLİ ÖNÜMÜZE KONDU, İKİNCİSİNDE İSE 2012’DE DUYMUŞ OLDUĞUM EN İYİ MÜZİKLERDEN BİRİNE AİT PESPEMBE BİR PLAK…
Ama asıl kazanım her ikisinde de müthiş muhabbet, harika dostluklar ve müziğin kurtarıcımız olduğundan kesin olarak emin olmaktı… Geertruida, Hollanda’nın ortasında, müzik ve umut dolu bir dünyaya açılan bir kapı gibi ve bu yüzden de onu daha yakından tanımamız gerekiyor.
Geertruida içinde konserler düzenlenen iki katlı bir ev. Evin salonu bir iki koltuk dışında tamamıyla ekipmanlara ayrılmış, ama aklınıza ne gelirse... Salonun bir köşesinde plak ve fanzin, kitap gibi seçilmiş ürünlerin satıldığı bir bölüm, karşısındaki duvarda ise, A Place To Bury Strangers’ın gitaristinin ürettiği Death by Audio pedallarının dağıtımını da üstlenen mini bir gitar dükkânı(!) Yukarı katta ise grupların uyuması için ranzaların olduğu bir oda var. Yemek, yatak ve sevgi karşılığında konser vermek isteyen gruplara bu evde çok iyi bakılıyor. Aynı şekilde konserlere gelen izleyicilere de... Konserlere giriş tamamen ücretsiz, hattâ Geertruidacılar konserlerden önce izleyiciler ve gruplara ikram için mutfağa kasalarca bira yığıyor. Tek beklenen salonun ortasında kafanıza çarparak sallanan suluğun içine bağış yapmanız, tabiî cebinizde birşeyler varsa.
Geertruida, 2012 itibariyle plak şirketi bayrağını da çekmiş durumda. İzlandalı elektropop rüyası Berndsen’in albümünü plak olarak bastılar, ayrıca türlü toplama albümler Geertruida’nın kataloğunu şekillendirmeye yavaştan başlıyor. İlham verici, iyi fikir ve niyetlerle dolu bu evin sahibi Yannick Tinbergen ve yol arkadaşı Bert Zaremba’yla feyz almak adına neyi nasıl yaptıklarını, Iceland Airwaves Festivali’nin neden özel olduğunu, hayatı idame etmek için kazanılan para ve insanın aslen yapmak istedikleri arasındaki ince dengeyi konuşuyoruz…
Geertruida faaliyetlerine başlamaya karar verdiğiniz ilk ânı tasvir edebilir misiniz?
Yannick: Çok sevdiğimiz İsveçli grup, Agent Side Grinder, Avrupa turnesindeydi. Konserlerinden biri iptal olmuş, onlar da Facebook sayfalarından çalabilecekleri başka bir mekân olup olmadığını sormuşlardı. Ben onlara mesaj gönderip bir yer arayacağımı, ama olmazsa evimde çalabileceklerini söyledim. Fikir o kadar hoşlarına gitti ki, direkt onu yapmak istediler. Bunu niye söylediğimi tam olarak bilmiyorum, ama muhtemelen yaşadığım şehirde yapacak pek bir şey olmadığındandır. Niye yabancı bir grubu salonunda ağırlayarak ortalığı biraz karıştırmayasın? Evet demelerini beklemiyordum tabiî... Bir hafta sonra, altı uzun boylu İsveçli kapımı çaldı ve hep beraber bir konser ayarladık. Hem konser, hem de tüm deneyim o kadar muhteşemdi ki bunu daha sık yapmak istedik.
İzlanda'dan yeni döndünüz. Orada neler yaptınız?
Bert: Öncelikle güzel adayı bir turladık, açık hava jeotermal sularda yüzdük, buzulların üzerinde yürüdük, yanardağlar gördük! Oraları sırf arabayla dolaşmak bile herkesin yapması gereken bir şey. Ondan sonra en sevdiğimiz Avrupa müzik festivali, İceland Airwaves zamanıydı. Çılgın bir festival, o kadar iyi grup var ve o kadar da ucuz ki! Sırf Amerika'dan gelen ana gruplarla ilgili değil, Reykjavik'in o kadar canlı ve coşkulu bir müzik sahnesi var ki. Aşağı yukarı 400 tane mekân dışı etkinlik düzenleniyor ve buna resmen şehirdeki her bar, hostel ve lokanta katılıyor. Bu yerel grupların çoğu da, uçmak bayağı pahalı olduğu için, ana Avrupa kıtasına pek sık inmiyor. Sanırım biz oradayken çoğunlukla yerel İzlandalı grupları izliyoruz. Sevdiğin müzisyenlerle tanışmak çok kolay oluyor, çünkü onları hem her tarafta görüyorsunuz (Reykjavik küçük bir yer), hem de İzlandalı insanlar dünyanın en dost canlısı insanları. Her yıl gidip yerellerle takılırsanız, bir süre sonra herkes sizi tanımaya başlıyor ve selamlaşmak istiyor. Kulağa biraz çevre yapmak gibi geliyor, ama hiç öyle değil. Biz oraya kendi grubumuzla birkaç konser vermek için de gittik. Kendi enstrümanlarımızı bile götürmedik, çünkü oradaki herhangi bir müzisyene sorarsanız, büyük bir mutlulukla ihtiyacınız olan her şeyi size ödünç verirler. Berndsen'le de böyle tanıştık. Videolarının ve müziğinin hayranlarıydık, Yannick de bir gün ona albümünün plağı olup olmadığını sordu; olmadığını öğrenince de pembe vinilde yayınlamayı teklif etti.
OMD-stili, melankolik elektropopun İzlanda'da tuttuğunu bilmiyordum. Gerçekten öyle mi?
Bert: Mm, bilmiyorum. Bunu seven birkaç grup var, ama o kadar fazlalar ki ve her zaman müziğin üzerine bir İzlanda sosu koyuyorlar. Ama Thorunn Antonia var, İzlanda'nın Kylie Minogue'u o. Bir de Hermigervill inanılmaz, ama bu isimlerin ikisi de İzlanda dışında pek meşhur değil. Uluslararası anlamda Sykúr ve Gus Gus var. Belki bir bağlamda FM Belfast da bu janra eklenebilir, ama ben onları tamamen farklı bir şey olarak görüyorum. Aslında bu janrdan gerçekten bir etki var, ama şu anda İzlanda'da önde gelen müzik akımı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmem.
“BU PARANIN BİR KISMININ BİZE BİR GÜN GERİ DÖNECEĞİNİ ÜMİT EDİYORUZ, AMA BENCE, MUHTEMELEN KENDİMİZE BİR MAAŞ VERMEDEN ÖNCE BUNU YENİ BİR YAYIN İÇİN HARCARIZ.”
Plaktan kaç kopya basıyor, dağıtımını nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
Yannick: Genelde 500 kopya basıyoruz. Daha az basınca, genellikle albüm başına düşen gider artıyor. Dağıtımını kendi online dükkânımızda, Hollanda'daki başka online dükkanlarda ve dünya çapında müzik dükkânlarında yapıyoruz; kendi evimizde de satıyoruz; bir de albümleri başka mekânlarda düzenlediğimiz konserlerde yanımıza alıyoruz.
Albüm basma parasını nasıl çıkarıyorsunuz? Hayatınızı nasıl geçindiriyorsunuz?
Yannick: Daha yeni başladığımız için plak şirketine kendi paramızın çoğunu yatırmak zorundaydık. Bir albümle zararı kapamak zaman alır, ama biz bunu beklemek istemiyoruz. Olabildiğince hızlı bir şekilde kataloğumuzu büyütmek, şirketimize içerik katmak istiyoruz. Bu yüzden de hepimiz, hâlâ bir yandan rezil işlerde çalışıyoruz, gerekmeyen şeylere parça harcamıyoruz ve varımızla yoğumuzu şirkete veriyoruz. Bu paranın bir kısmının bize bir gün geri döneceğini ümit ediyoruz, ama bence, muhtemelen kendimize bir maaş vermeden önce bunu yeni bir yayın için harcarız.
Bert: Ben bir de hukuk okuyorum, o yüzden, okulu bitirince, inşallah, düzgün bir yarı-zamanlı iş bulup şirketin para makinesi olabilirim. Bizi müzik yapmaktan ve plak şirketiyle uğraşmaktan alıkoyan işlerimiz zorunlu bir kötülük gibi. Ama sanırım bu problemle uğraşan bir tek bizler değiliz. Bir işi parası için yapmak istemiyorsun, ama aynı zamanda da berbat işlerde çalışmak istemiyorsun; bunun için de işi potansiyel olarak üzerinden geçim sağlayabileceğin bir noktaya getirmek lâzım. Bu denge her zaman mevcut. Fakat, aynı zamanda, bir plak şirketi ve müzisyenler olarak fakir olmak, insanı daha yaratıcı olmaya zorluyor. Bize gideri olmayacak bir promosyonu nasıl yapacağımızı kestirmek neredeyse romantik bir his gibi.
“YAZI TAHTASI KULLANMIYORUZ, EVRAK ÇANTALARIMIZ YOK, TAKIM ELBİSELER GİYMİYORUZ; SADECE BİZ, BİRALARIMIZ VE ELİMİZDE ESKİ USÛL KÂĞIT, KALEM.”
Geertruida evi hakkında daha iyi fikir edinebilmemiz için oradaki ekipman ve gitar dükkânı hakkında biraz detay verebilir misiniz?
Yannick: Geertruida bizim hem kayıt stüdyomuz, hem de prova alanımız. Yüksek kalitede profesyonel kayıt ekipmanımız yok, ama idare ediyoruz. Otomatik ayarlı, büyük mikserlerimiz yok, ama üzerinde düzgün prodüksiyon yapılabilecek, iyi, dijital kayıtlar çıkaracak derecede donanımlıyız. İyi mikrofonlarımız, enstrümanlarımız ve amfilerimiz var; çoğu da bizden yaşlı. Aşağı yukarı 12 farklı gitar amfimiz; piyanolar, synthler, orglar gibi 40 kadar tuşlu müzik âletimiz; bir yığın da eski gitar ve basımız var. Ortada duran parçalardan da sanırım üç tane eksiksiz bateri seti çıkarabiliriz.
Bir de kendi koleksiyonumuzla Marijn'in işlettiği gitar dükkânı Digitaar'ın koleksiyonu arasında ince bir çizgi var. Marijn enstrümanlarını Airline ve Univox gibi eski, havalı markaların kopyalarını yapmaya odaklanan bir marka olan Eastwood'dan ithal ediyor. Aynı zamanda oldukça geniş, fevkalâde bir efekt pedalı koleksiyonu var. Mesela, A Place to Bury Strangers'in gitaristinin yaptığı çılgın pedallar olan Death by Audio gibi bir sürü özel markanın Hollanda'daki tek ithalatçısı.
Kararlar aldığınız, tipik bir Geertruida toplantısını biraz anlatabilir misiniz?
Yannick: Tipik bir toplantı genellikle bir AKH/Geertruida toplantısı olur. Evet, işleri daha da zorlaştırmak için Geertruida aslında Haarlem'deki başka bir plak şirketiyle beraber çalışıyor. Plak şirketimizi başlatırken yapılıp yapılmaması gerekenler konusunda AKH Records'u yöneten arkadaşlarımızdan tavsiye istememizden dolayı oldu bu. Sonunda da, çalıştığımız alan her zaman kesişmediği için, isimlerimizi ayrı tutarak AKH'yi Geertruida'yla birleştirmenin hepimiz için iyi olacağına karar verdik. Bu yüzden toplantılarda dördümüz oluyoruz. Genellikle, akşam 8:30 civarında, koltukta otururken güzel bir albüm dinleyip iyi Belçika birası içerek başlıyoruz. Ondan sonra da, bazen gece yarısına kadar, konuşmaya başlıyoruz. Yazı tahtası kullanmıyoruz, evrak çantalarımız yok, takım elbiseler giymiyoruz; sadece biz, biralarımız ve elimizde eski usûl kağıt, kalem.
“Geertruida sunar” konserlerindeki bağış sistemi nasıl çalışıyor?
Yannick: Evimize gelip bir konser izlemek için insanlardan bir ücret talep etmiyoruz. Tavanda, sinir bozucu bir yerde asılı durup insanların sürekli çarparak hatırladıkları bağış sulama kabımız için birazcık para ve kendi biralarını getirmelerini tavsiye ediyoruz. Gruplarla olan anlaşmamız da gelip bir konser vermeleri karşılığında kalacak yer, yiyecekleri yemek temin etmek ve güzel vakit geçirmek. Onlara yiyecek ve hem kendileri, hem de seyirci için bolca da bira alıyoruz. İsteyen herkes buzdolabımızı açıp bedava bir bira kapabilir, ama giderlerimizi karşılayıp gruplara biraz para verebilmemiz için sulama kabımıza birşeyler koyduklarını umuyoruz. Ne yazık ki bu her zaman olmuyor. Bazen 60 avro kadar ekside oluyoruz, ama düşününce bu üçümüz arasında kişi başına 20 avro oluyor. Bu fiyata, oturma odamızda muhteşem bir grup dinleyebiliyoruz! Buna kesinlikle değer!
“Geertruida sunar” konserlerinde ortalama kaç şişe bira tüketiliyor?
Yannick: Olay şu ki, ne kadar bira aldığımız fark etmiyor, gecenin sonunda her zaman açıkta kalacağız. Sanırım en aşırı gece 60 kişi gelmişti ve 14 kasa bira vardı, yani 336 şişe. Sanırım hayal meyal şarap ve viski de olduğunu hatırlıyorum.
Ama her zaman o kadar aşırı olmuyor; bu genellikle müziğe bağlı. Daha sessiz gecelerimizde insanlar çok daha sorumluydu. Biranın yaptığımız herş eyde anahtar kelime gibi durmasına rağmen, alkolizmi teşvik etmiyoruz, ama buna engel olma konusunda da gerçekten iyi değiliz.
“SIRF MÜZİKLE DE İLGİLİ DEĞİL, MÜZİKTE O KADAR ÇOK ÖNEMLİ İNSAN VAR Kİ… MESELA FOTOĞRAFÇILAR, YAZARLAR, AYNI ZAMANDA DA KONSERLERİ ORGANİZE EDENLER, GRUPLARA KALACAK YER VERENLER, ONLARA YEMEK PİŞİRENLER. BUNLARI DESTEKLEMELİYİZ.”
Geertruida'nın planlarına dair bize biraz bilgi verebilir misiniz?
Yannick: Treasure of Grundo adlı bir grubun çıkış albümünün yayınlanması üzerinde çalışıyoruz. Aynı zamanda oda arkadaşım ve şirket ortağımız Marijn, kendi grubu Those Foreign Kids'in ilk albümünü kaydetti ve onu da gelecek senenin başında çıkarmayı planlıyorlar. Sonra da başka bir Hollanda şirketi olan HeilsKabaal'la birlikte Şubat 2013'te yayınlanacak yeni Sexton Creeps albümü, Alex Hotel var. Bir de İzlanda'lı grup Ff2'yle çalışacağız ve yakında Hollandalı grup İnterracial Wedding'den bir şey yayınlamak istiyoruz. Ajandada daha belirginleşmesi gereken bir sürü şey daha var. Konserleri başka mekânlarda organize ettiğimiz, Geertruida Turne'de konserlerinden daha fazla yapmayı umuyoruz. Nisan civarında, kendi gruplarımızla bir Avrupa turnesi yapabilmeyi, belki gelecek yılki Iceland Airwaves'te kendi mekân dışı sahnemizin olmasını, kataloğumuzu kitaplar, sanat çalışmaları ve çeşitli ürünlerle genişletmeyi de umuyoruz. Şu anda bir video üzerinde çalışıyoruz, ki o da muhtemelen yılın sonunda veya önümüzdeki yılın başında yayınlanır. Those Foreign Kids ve Treasure of Grundo'yla yaptığımız ortak bir şarkı için bir video bu ve her şey yolunda giderse, bence oldukça özel bir çalışma olacak.
Bert: Gevşek yapıda bir grup, plak şirketi ve müzik hosteli derlemesinden çok, bir müzikal platforma dönüştüğümüz söylenebilir. Veya bir topululuğa. Biz bunların hepsiyiz. Sırf müzikle de ilgili değil, müzikte o kadar çok önemli insan var ki... Mesela fotoğrafçılar, yazarlar, aynı zamanda da konserleri organize edenler, gruplara kalacak yer verenler, onlara yemek pişirenler. Bunları desteklemeliyiz. O yüzden, biz de bütün bu hemfikir insanları elimizden geldiğince bir araya getirmek istiyoruz. Hedeflerimizden biri bu, sanırım.
Dünyanın farklı yerlerinde Geertruida'ya benzer “müzik evi/plak şirketi projeleri”ne rastladınız mı?
Yannick: Tamamıyla aynı olan, bizim gibi yaptıkları her şeyi tek isim altında toplayan bir oluşum yok, bildiğim kadarıyla. Her şeyi yapmak da biraz zor, ama sayılarımız bunu deneyebilecek kadar fazla ve umarım, edindiğimiz tüm kontaklarla, insanları bir araya getirip el ele, hep beraber adımızı duyurabiliriz.
Bert: Hollanda'da bizim yaptığımızı gerçekleştirmenin daha zor olduğunu biliyorum, çünkü birçok insanın bizimki gibi bir alanı yok. Bu konuda şanslıyız. Komşularla başını derde sokmadan çok ses çıkarabilmek zor bir şey. Ama çok özel olmadığımızı düşünüyorum. Bu sadece kafa yapısıyla ilgili ve biz dünya çapında bizimle aynı kafada olan bir sürü insan bulduk.