Bantmag

POPÜLER AMERİKAN SİNEMASININ KENDİ GİZLİ TEŞKİLATLARIYLA İLGİLİ MESELELERİ DEŞİFRE EDEN AJAN FİLMLERİ, İÇ İŞLERİ KARIŞIK ŞİRKET HİKÂYELERİ YA DA ÇEŞİTLİ POLİTİK GERİLİMLERİNDE KARŞIMIZA SIK SIK AMERİKALILARIN ORTADOĞU’YA DAİR BAKIŞLARI YA DA BU YERLERDEKİ KAYNAKLARA YÖNELİK PLANLARI KENDİNE ÇEŞİTLİ ŞEKİLLERDE YER BULUR.

 

Özellikle 70’li yıllarda sayısı bir hayli artan avantürlerin sıkça konu ettiği Ortadoğu meseleleri ve Amerika’nın dışişleriyle ilgili birtakım paranoyaları 11 Eylül’ün ardından, beyazperdede daha farklı ve daha sert uçlu örneklerde karşımıza çıkmaya başladı.

 

İlk dönem örneklerde daha çok Amerika’nın kendi iç politikalarıyla ilgili eleştirel tavır kendini hissettirirken, 11 Eylül’ün ardından işin içine giren asker, ordu ve ulusal güvenlik paranoyalarıyla birlikte hikâyenin ve meselenin gidişatı da biraz değişti.

 

Geçtiğimiz ay gösterime giren Argo ve önümüzdeki aylarda izleyeceğimiz Zero Dark Thirty öncesi, bu meselenin minvalinde dolanan filmlere şöyle bir göz atıp, Amerika’nın Ortadoğu ilişkilerini bir gözden geçirelim istedik.

 

 

3 DAYS OF THE CONDOR (1975)

Sydney Pollack imzalı bu ajan filmi klasiği, CIA’in, CIA ile yüzleştiği ve teşkilat içinden bir ajanın, CIA’in tüm kirli çamaşırlarını gözler önüne sermesini konu alıyordu. Robert Redford’un canlandırdığı Turner adlı bir memurun, ortaya çıkarmaması gereken bir sırrın fitilini ateşlemesinin ardından kaçak pozisyonunda kalıp, teşkilat tarafından ortadan kaldırılmaya uğraşıldığı filmin finalinde, tüm hikâye boyunca peşinde dolandığımız mesele dönüp dolaşıp Ortadoğu’daki petrole bağlanıyor ve kahramanımız da bu hikâyeyi New York Times’a sızdırıyordu. Özellikle filmin finalinde geçen bir diyalogda Amerika’nın Ortadoğu’yla ilgili planlarına dair açık seçik bir ifadenin yer alması –ki filmin uyarlandığı romanda daha net bir biçimde dillendirilir–  zamanında epey tartışma yaratmış ve film,

 

SYRIANA (2005)

Stephen Gaghan’ın yazıp yönettiği ve biçimi itibariyle Steven Soderbergh imzalı Traffic’e benzetilen bu politik gerilim, ele aldığı meseleleri, çok kahramanlı bir öykü içerisinde, paralel kurgu marifetiyle iç içe geçirip, seyircisini çok katmanlı bir olay sarmalının ortasında bırakıyor. 11 Eylül sonrası Amerika’nın “dışarıdan gelen” tehlikelerle ilgili ürettiği komplo teorilerini gözler önüne seren film, terör paranoyalarıyla ilgili kurduğu cümlelerde çuvaldızı Amerika’nın bizzat kendisine batırmaktan çekinmeyen üslubuyla dikkat çekmişti. Gösterime girdiği yıl boyunca özellikle senaryo kurgusu ve bu filmle yardımcı erkek oyuncu Oscar’ının da sahibi olan George Clooney’nin performansıyla övülen film, Amerikan hükümetinin ikiyüzlü tavrına da atıfta bulunmaktan geri kalmıyordu.

 

THE HURT LOCKER (2008)

Ele aldığı bir hayli hassas konuyla ilgili tavrını açık ve net bir biçimde Amerika’dan ve neredeyse Amerikan ordusundan yana göstermesi nedeniyle bir hayli tartışılan film, özellikle Mark Boal’un incelikli senaryosu ve Kathryn Bigelow’un göz alıcı rejisiyle dikkat çekiyordu. Sürpriz bir biçimde ve epey geriden katıldığı Oscar yarışında en iyi film dâhil altı dalda ödül kazanan ve Amerika’da o yıl verilen ödüllerin hemen hepsinde kendini gösteren The Hurt Locker, Amerika’nın Ortadoğu stratejileri ve uygulamaları üzerinden sert uçlu bir cümle kurmaktan kaçınırken, meseleyi yer yer Ortadoğuluların kendi küçük çıkarları uğruna harcadığı hayatlara tanıklık eden hassas Amerikalı askerler noktasına indirgemesi, epey tepki çekmişti. Ortada bir işgal değil de bir savaş ve bu savaşın da acı içinde kıvrılan piyonlar olduğuna işaret eden film, Amerikalı seyirciyi ajite etmeyi de başarmıştı.

 

ARGO (2012)

Gone Baby Gone ve The Town’la yönetmenliğe iyice ısınan ve bu işi de oyunculuktan çok daha iyi beceren Ben Affleck’in bu yılki Oscarların da şimdilik en güçlü adayı olarak gösterilen son filmi Argo, 1980 yılındaki İran’daki Amerikan konsolosluğundaki rehine krizi etrafında dolanan bir sahte film hikâyesini konu alıyor. İranlı protestocuları önlemek amacıyla hareket eden CIA ajanlarının, film ekibi kimliği altında önlemeye çalıştığı rehine krizini anlatırken, politik açıdan bir hayli hasarlı cümleler kurmaktan geri kalmayan Argo, her ne kadar teknik anlamda etkileyici bir iş gibi dursa da hikâyenin detaylarında dolanıldığında Amerikan halkının gözünden bakan en klişe şekliyle Ortadoğulu terörist kimliğinin üzerine çıkamıyor.

 

ZERO DARK THIRTY (2012)

The Hurt Locker’ın dört sene sonrasında yine tartışmalı bir hikâye ve atmosferle karşımıza çıkmaya hazırlanan Kathryn Bigelow, bu kez 11 Eylül saldırısından, yakalanıp öldürüldüğü döneme kadar genişleyen bir süreçteki Usame Bin Ladin meselesini masaya yatırıyor. Bigelow’un nasıl bir iş çıkarmış olduğuyla ilgili durum şimdilik meçhul olsa da bir grup seyirci, bu film ve filmin Araplara bakışı ve yaklaşımıyla ilgili şimdiden büyük önyargılara sahip. Bigelow’un bu önyargıları yıkıp, makûl bir filmle karşımıza çıkacağını umuyoruz şimdilik.