HER GÜN YANINDAN GEÇİP DURDUĞU ÇUKURDAN YENİ SERGİSİNİ OLUŞTURACAK FİKİRLERİ ÇEKİP ÇIKARAN EKİN SAÇLIOĞLU, AYNI ÇUKURUN ETRAFINDA DOLAŞIP KURGU İLE GERÇEKLİĞİN İÇ İÇE GEÇTİĞİ HİKÂYELER ANLATIYOR.
Serginin adını ve serginin tamamını oluşturan fikrin arkasındaki hikâye nedir?
Serginin ismi Çukur. Bu sergi benim evimin yolunda oluşan ve daha sonra üzerine yama yapılan ve sonra tekrar açılan bir çukur ile ilgili. Aslında birkaç senedir ben bu çukurun yanından geçip gidiyordum. Bir gün yine geçerken, ne zaman oradan geçsem çukurla ilgili farkında olmadan düşünceler ürettiğimin ayırdına vardım. İster istemez, düşme ihtimaline karşı üzerinden, yakınından yürümemeye dikkat ediyordum. Bir yandan da, yeraltı kentleri, çocukluğumuzdaki Aslan Vincent’ın dünyasına benzer mekânlar, dünyanın çekirdeğine doğru düşen bir kedi hayal ediyordum. Aslında kurgu ve gerçek bir aradaydı bu düşüncelerde. Belediye çukurunda can veren Orhan Veli’yi hatırlarken ve temkinli davranırken, bir yandan da fantastik yeraltı hayvanlarını düşlerken buldum kendimi.
Çukur’daki çalışmalarında tuvalin dışına çıkıyorsun ve domuz kafatası ya da tavuk kemiği gibi nesneleri birer malzeme olarak kullanıyorsun. Çalıştığın malzemeleri neye göre seçiyorsun ve eserlerini bunlar üzerinden ne şekilde kurguluyorsun?
Malzemeleri bu serginin fikrine uygun olarak seçtim. En kolay bulabileceğim canlının kemiği, tavuk kemiğiydi. Tavuk kemiğini malzeme olarak kullanarak “olmayan canlı iskeletleri” yaptım. Daha büyük bir hayvan kafatası ararken de karşıma domuz kafatası çıktı. Ben inek bulurum diye umuyordum oysa. Kemik, sahte kemik gibi şeylere bu sergide ihtiyacım vardı çünkü yer altında bulunmuş gibi görünen objeler sergilemek istiyordum. Kısaca bu işlerde önce düşünce sonra uygulama geldi. Gerçi ben bazen malzemenin de çıkış noktası olmasına izin vermeyi seviyorum. Yani malzemeyle oynarken de aklınıza başka şeyler gelebilir. Ya da boş boş karalarken birşeyler bulabilirsiniz. Hangisinin öncelikli olduğu konusunda biraz rahat olabilmek lâzım bence.
Çukur ne kadar sürelik bir çalışmanın ürünü? Serginin ortaya çıkış sürecini anlatabilir misin?
Bu serginin fikri ilk aklıma geldiğinde çok heyecanlandım. Bu da yaklaşık 1,5 sene öncesine denk geliyor sanırım. O dönem biraz yazdım çizdim. Zaman içinde biraz değişti aklımdakiler. Ama sergide görülen işlerin ortaya çıkmaya başlaması 8-10 ay önceydi. Önce ufak boyutlu desenleri, kolajları yaptım. Üç boyutlular zaman içine yayıldılar daha çok. Büyük boyutlu resimler ise daha yakın bir zamana ait. İnsan başlarda biraz tutuk olabiliyor. Sonlara doğru ise yoğunlaşmanın sonucu olarak iyice hız almış oluyorsunuz.
Bir taraftan gerçek domuz kafatasını gümüş kaplamalı olarak yeniden sunarken bir taraftan da polyesterden bir kemik ya da boynuz yaratıyorsun. Çalışmalarında “doğal” ve “yapay” kavramları ne şekilde yer ediniyor?
Gerçek hayvan kafataslarının sahte, sahte kemiklerin ise gerçek gibi görünmesinden bahsediyorsun sanırım. “Şeyler”in “durum”ların göründüğü gibi olmaması bana her zaman çekici gelmiştir. Ayrıca kurgu ile gerçeğin (belgeselin) birbirine girdiği, insanı şüphede bırakan sanat yapıtlarını da her zaman sevmişimdir. Bu şüphe, emin olamama durumu insanda bir kafa karışıklığı, huzursuzluk yaratıyor. Ezber bozmaya olanak sağlayabiliyor. Ayrıca sergide, benim orijinal çukurumun görselinin duvar kâğıdı olarak basıldığı, üzerinde çizimlerin ve gazete kupürlerinin asılı olduğu bir duvar yerleştirmesi var. Buradaki gazete kupürlerine baktığımızda dev insan kavminin kemikleri gibi tamamen asparagas birtakım haberler ile doğudaki, güneydoğudaki kazılarda bulunan faili meçhullerin haberleri bir arada bulunuyor. Gazete haberleri de bence günümüzde kimi zaman kurgu ve gerçek arasında gidip geliyorlar. İnandırıldıkları saçma birtakım durumların etkisiyle insanlar birbirine giriyor. Savaşlar çıkabiliyor. Sanatta her ne kadar kurgu-gerçek belirsizliğini sevdiğimi söylesem de enformasyon açısından bu tür bir muallâkta bırakılış elbette tercih edeceğim bir durum değil.
Çukur’da aslında belli bir tema etrafında farklı hikâyeler anlatıyorsun? Bu hikâyelerle nasıl bir ilişki kuruyorsun? Kendini bir “hikâye anlatıcı” olarak tanımlar mısın?
Aslında bu sefer ayrı ayrı pek çok hikâye anlatmıyorum daha önce yaptığım gibi. Mesela geçen sergimde her resmin ayrı bir hikâyesi vardı. Zaten isimlerinden de anlaşılıyordu bu durum. Oysa şimdi devasa bir çukurun etrafında dönüp duruyoruz. Çukur kendi hikâyelerini kendisi anlatıyor. Sanki tek bir kahramanın tüm olası ve belki de olanaksız hikâyeleri gibi.
Serginin hazırlık sürecinde veya öncesinde karşına çıkan en ilginç “çukur” hikâyesi neydi?
Oldukça absürt pek çok durum var aslında ama en akılda kalıcı ve acı olanlardan biri 36 yaşında belediye çukuruna düşmesi sonucu beyin kanaması geçirerek ölen Orhan Veli elbette. Bir de şu birdenbire beliren devasa obruklar bana çok fantastik ve korkutucu geliyorlar.
Gündelik hayatta çalışmalarını yönlendirecek ilhamı nerede buluyorsun? Seni neler motive ediyor?
Pek çok şey. İlgimi çekebilecek herhangi bir durum olabilir. Gündelik bir durum da olabilir, okuduğum bir kitap da, bir arkadaşın rüyası da… Yeter ki ilgimi çeksin ve kafamı meşgul etsin.
Şu aralar gündeminde başka neler var? Oluşmaya başlayan planların neler?
Aslında şu ara altı aylık hamile olmam hayatımdaki en önemli ve farklı durum herhâlde. Öncelikle doğurmayı düşünüyorum. Aklımda ayrıca yapmayı istediğim birkaç şey var ama acele etmeyeceğim. Henüz serginin etkisinden çıkmış değilim za