MÜZİKTEN NEFRET EDİLEBİLİYORMUŞ
YAZI EMRE KARACAOĞLU
“EMRE, NE KADAR HÜZÜNLÜ BİR ŞARKI!”
Hooverphonic’in Blue Wonder Power Milk albümünü dinliyorduk. Onu beş dakikalığına yalnız bırakmıştım; döndüğümde, albüm, onun da bildiği “Eden”a geçmişti. Mutlu olmamız gereken bir anda o, bu şarkıyla, geçmişinden bir hatıraya, belki de bir ara bahsettiği o eski sevgilisine dönmüş, “an”dan uzaklaşmıştı: Aynı kişi değildi artık. Farkında değildi ama ister istemez o da bana bir süre önce ayrıldığım eski sevgilimi düşündürüyordu. Büyük ihtimalle o kişi de başka bir yerlerde, başka birisiyle iken, benle beraber dinlediği Blonde Redhead’in “Pink Love”ını ya da Incubus’un “I Miss You”sunu şans eseri duyuyor ve o da kendi “an”ını kaçırıyordu. Benim şu anda içten içe yaşadığım derin yalnızlığı o da başkasına yaşatıyordu.
Trajikomik olarak, bu “an”ı yaşayamadığım kişiyle daha bir ay öncesinde biz de başlamıştık kimi şarkıları kendi hatıralarımıza hapsetmeye... Nick Cave’in “Sweetheart Come”ını, unutmaya çalıştığı geçmişi için, Ulver’in The Byrds yorumu olan “Everybody’s Been Burned”ünü de yeni bir ilişkide üzülmekten korktuğu için yollamıştım ona. O ise beni daha çok tanıdıkça bana The National’ın “Slow Show”unu gönderiyordu. Kısa bir süre önce böyle şarkıları hapsederken, aramıza mesafelerin girdiği o “an”da benim kafamda dönen şarkıların tonu ise artık ne kadar değişmişti: Tindersticks’in “Trouble Every Day”ini, A Perfect Circle’ın “Sleeping Beauty”si takip ederken, ben, aklımın en derinlerine, en ücra dehlizlerine doğru yuvarlanıyordum.
Bir diğer tanıdığım ise bilgisayarında -Coşkun Sabah’la dalga geçercesine- “Anılar” diye bir çalma listesi yapmıştı kendine. Farklı hatıralara hapsettiği bu şarkılar içinde, ona geçmişindeki insanları, ilişkilerini hatırlatan Mutemath’in “You Are Mine”ı, Queen’in “White Queen (As It Began)”i veya Craig Armstrong’un “Let It Be Love”ı gibi türlü türlü işkence aleti vardı. Bu arkadaşım bilgisayarının başına geçip bu klasörü açıyor, ekran karşısında paket paket sigara bitiriyor, iç geçiriyordu. Penceresinin hemen dışında güzel günler, güneş ışığı ve ihtimaller boşa akıp yitiyordu.
Bir yerlerde eski sevgilim yeniden mutlu olmak için çabalıyor ama belki de sağda solda duyduğu bir şarkı yüzünden sürekli ayağı takılıp tökezliyordu. Dolayısıyla benim o “an” yaşadığım yalnızlığı ve imkânsızlığı da başkalarına çektiriyordu. Ben ve o “an” orada olamayan kız ise zaten hiçbir zaman birlikte olmamıştı, bunu görüyordum. O kendine yeni hatıralar ve onlarla yapışık şarkılar biriktirirken, ben hiç gelmeyecek, gelme ihtimali olmayan bir günü bekliyormuşum.
Hepimiz sefil durumdaydık. Bütün hepimizin arasında yer alan boşlukta bulunması gereken sevgi, şefkat ve mutluluk gibi insani bağların yerini müzik ve ona yapışmış hatıralardan oluşan bir balçık doldurmuştu. Yerimizden kıpırdayamıyor, birbirimize ulaşamıyor, hayatımıza devam edemiyor, hatta geri bile gidemiyorduk.
Hayatımda ilk defa müzikten nefret etmiştim.