Bantmag

THE17 YAZI ALEX MAZONOWICZ
The17, Bill Drummond’un, MP3 kültürünün kaydedilmiş müziğin sonunu getireceği konusunda yaptığı bir yorum.

Ben bu konuyu pop müziğin yaşattığı anlık zevklerin yüceltilmesi olarak görürüm aslında. Albümlere birer sanat eseri gibi tapınılmasından hoş bir kaçış gibidir adeta.


CD’lerin başımı döndürdüğü zamanları anımsıyorum. İleri teknolojinin birer temsilcisi olduklarını da hatırlıyorum. Annemin bir arkadaşının evine gittiğimizde bunlardan birinin gerçekten de kullanıldığnı gördüğüm an benim için hala özel bir hatıraya sahiptir. Dokunmama izin verilmemişti. Fakat işler değişti. Birkaç ay evvel bilgisayarımdaki Windows’u yeniden kurmak için başlangıç CD’si arıyordum. Üstünde ne olduğu yazmayan 50’den fazla CD arasında boğuşurken içlerinden birinin “S” harfi ve yanındaki bir numara ile işaretlenmiş olduğunu fark ettim. Bu benim 5 sene evvel, DJ’lik yaparken kullanmak için hazırlardığım CD’lerden biriydi. Garip olan CD’lerin kendi başlarına değer kaybetmesi değildi sadece, CD’yi dinlemeye koyulduğum anda fark ettim ki bu şarkıların hiçbirini hatırlamıyordum bile.

 

Bundan yaklaşık bir hafta sonra gittiğimiz bir partide arkadaşım Simon Johns bana Bill Drummond’ın sanat projesinde yer almak ister miyim diye sordu. Echo and the Bunnymen ve The Teardrop Explodes’un prodüktörü, The KLF’in arkasındaki adam, K Foundation ile birlikte 1 milyon sterlinin yakılmasının sorumlusu… Tabii ki bu projede yer alacaktım! Peki ne hakkındaydı?

 

“Beş dakika boyunca aynı notayı söyleyeceksin. Başka Katolik tandığın var mı?”


Haliç’e doğru giden yoldaki bir duvarın üzerinde şunlar yazılı: “Yarın sabah uyandığınızda bütün müziğin yok olduğunu hayal edin.” The17, Bill Hammond’ın “kaydedilmiş müziğin sonu” fikrinden ilham alarak başlattığı bir proje. Projenin birkaç ayağı dünyanın farklı yerlerinde gerçekleştirilmişti bile ve benim yer aldığım bölümde beş farklı inançtan insanlar beş farklı notayı ayrı ayrı seslendirirken kaydediliyordu. Orkestra şefliğini bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı olan Mark Love üstleniyordu. Mark laptop’unu koltuğunun altına sıkıştırmış, benimle buluşmak için Simon’ın evine gelmişti. Simon’ın “Katolik” karısı ve ben, beş dakika boyunca “Do” sesi çıkarttık. Kıkırdamaya başladığım ve kendimi bayılacakmış gibi hissettiğim anlar oldu.

 

The17, katılımcılarının illa katılımcı olması gerekmediğini belirtmişti. Gerçek bir müzisyen sayılamayacağım gibi gerçek bir Katolik de değilim. Neyse ki Katolik kilisesi sizin dini terketmenize izin vermiyor. Bir tanrıya inanıyorken kendimin Ateist olduğumu da söyleyemem ama Katolik Kilisesi’nin ve tabii Bill Drummond’ın gözlerinde her zaman bir Katolik olacağım.

 

İki hafta sonra İstiklal Caddesi üzerindeki bir stüdyoda buluştuk. Performans sırasında beş farklı kayıt Mark’ın laptop’unda önce biraraya getirilecek ardından da yok edilecekti. Etkinlikten çok fazla etkilenmeyi beklemiyordum. Sadece bir kere çalınacak  bir müziğin bir parçası olmak bana kendimi özel hissettirdiği gibi biraz da hüzünlenmeme sebep olmuştu. Hepimiz neredeyse tamamen sessiz bir şekilde, heyecanlanarak dinledik. Sonra hepimiz bilgisayarın etrafına toplaşarak dosyanın yok edilmesini izledik.

 

Kaydedilmiş müziğin sonu mu gelmişti? MP3’ler müziği değersiz mi kılıyordu? Müziğe veya herhangi bir müziğe bu kadar kolay bir şekilde ulaşabiliyor olmak sanat formu için zararlı mıydı? Şu ara internetten müzik indirdiğim hesaplarımı kapattım ve yeniden CD almaya başladım. Fiziksel bir varlığı olan üretimleri özlemişim. Yine de pop müziğin geçici doğası onu cazip kılan özelliklerinden biri… Bazen bazı şarkıları birkaç hafta sonra unutayım diye seviyorum sırf. Şu anda her koşulda nefret ettiğimi söylediğim bazı grupları çok eğlenerek dinlemişliğim vardır. (U2 değil, U2’dan her zaman nefret ettim.) Hayatım boyunca, bugün sahip olduğum albümlerin çok daha fazlasını kaybetmişimdir. Pek çok kez ev değiştirdim ve birden fazla kere de albüm koleksiyonlarımı tamamen arkamda bırakıp gittim. (Neden mi? Depresyon herhalde ya da tembellikten belki de… Bir sürü eşyamı kaybettim ve açıkçası hiç de umrumda değil.) Bazen şarkılar sadece bir süreliğine ya da belli bir an için güzeldir. Britpop patladığından bu yana baştan sona bir Pulp ya da Blur albümü dinlediğimi sanmıyorum ve çok da önemsemiyorum. Son zamanlarda People’s Choice’tan “Do It Anyway You Wanna” albümünü dinleyip duruyorum. Neden mi? iTunes önüne gelen şarkıyı çalıyor da ondan. Bunların yerine başka bir şey dinlemek istiyor muyum? Hayır, pek de değil. Peki bu sözünü ettiğim albüm bende olmasaydı dert eder miydim? Hayır, pek de değil.

 

Beatles kurulmamış olsaydı da müzik varolmaya devam ederdi ve ben yine de müziği severdim. Paralel bir dünyada belki de Beatles diye bir grup hiç olmamıştır ve kimse de onları özlemiyordur bile. Yazının başında söz ettiğim o DJ mix’imde yer alan şarkıların hiçbirini hatırlamıyor olmam da mühim değil.  Dünyanın farklı yerlerinde, farklı zamanlarda, farklı boyutlarda ya da farklı gezegenlerde müzikleri hiç kaydedilmemiş milyarlarca müzisyen var. Sadece bir iki kişi benim Ayla ile birlikte yer aldığım performansı duydu ve bu da hiç mühim değil. Mühim olan insanların müzik yapmaya devam etmesi çünkü müzik hayatın ölümcül derecede katlanılmaz bir hale gelmesini engelliyor.

 

“Bizde bir kopyasının olmaması ve kimsenin duyamayacak olması çok üzücü” dedi Ayla, performansın ardından süper markete doğru yürürken.

 

“Hayır bence öyle değil. Onu bu kadar özel kılan aslında sadece bir kere çalınmış olması. Eğer bizde de bir kaydı olsaydı hiçbir değeri olmazdı” diye cevap verdim. “Sesimiz rezalet çıkıyordu çünkü.”

 

www.the17.org