Bantmag

GOD SPEED YOU! BLACK EMPEROR’DAN BRUCE CAWDRON VE SILVER MT. ZION’DAN REBECCA FOON’UN TEMELLERİNİ ATTIĞI ÇOK SESLİ VE DOKUNAKLI POST-ROCK EKİP ESMERİNE MAYIS AYINDA İSTANBUL’DAN TAHMİNİ KOLAY AMA ETKİLİ BİR FİKİR İLE DÖNMÜŞTÜ ÜLKESİNE… YERLİ MÜZİSYENLERLE KAYDEDİLECEK YENİ BİR ESMERİNE ALBÜMÜ.

 

Ekim başında İstanbul’a dönen 4 kişilik Esmerine ekibi İstanbul’da 4 müzisyenle bir araya geldi. Hakan Vreskala’nın başı çektiği 4 yerli müzisyenin katılımıyla birkaç gün kapanıp üretimlerde bulundular, ardından bunları 12-13 Ekim tarihlerinde Salon IKSV’de gerçekleştirdikleri konserlerle paylaştılar. Sonra yine kapanıp beton deryasının arkasında usulca akan Boğaz’a bakan dairelerinde bu parçaları kaydettiler. Sonuçlar 2013’te heniz bilinmeyen bir tarihte bizlerle olacak. Grubun elebaşlarından, Marimba ustası ve akapunktur doktoru Bruce Cawdron’a İstanbul deneyimlerini ve şehirdeki müzikal paslaşmalarını sorduk.

 

Esmerine’in İstanbul macerası nasıl başladı? Yerli müzisyenlerle ortak bir çalışmaya girişme fikri nerden çıktı?

Mayıs 2012’de İstanbul’da konser vermiştik ve şehirde 3 gün geçirmiştik. Ve tabii ki şehre aşık olmuştuk. Garip bir şekilde bana Montreal’I hatırlatıyor, çünkü bir arada yaşayan çok fazla kültür var, yemekler harika ve insanlar çok dostane – bu da insanlara harika üretimlerde bulunmaları için yardımcı oluyor. Tabii Montreal’in İstanbul’a yetişmek için birkaç bin yıla ihtiyacı var, o ayrı...  

 

Parça yazımı aşamasında Türk müzisyenlerinin rolü neydi?

Grupta ne kadar müzisyen varsa müzikteki nüans da o kadar artıyor. Biraz yemek yapmak gibi; yemeğin lezzeti elinizde bulunan malzemeye ve baharatlara, şefin yetenek ve deneyimine göre şekillenir, tabi biraz şansın da yardımı fena olmaz. Aslında Ekim ayında İstanbul’a bir albüm kaydetmeye geldiğimizde neye benzeyeceğine dair hiçbir fikrimiz yoktu. Müzisyenlerin hiçbiriyle tanışmamıştım ve yaz boyunca yapmış olduğumuz yazışmalara rağmen son dakikada bir sürü değişiklik oldu.

 

Tüm bu deneyimlerden ortaya çıkan üretimlere baktığım zaman, yanımızda İstanbul’a getirdiğimiz parçaların çok değiştiğini söyleyebilirim. Kendi tınılarımızı Anadolu tınıları içerisinde eritmek gibi bir fikrimiz vardı ve işe yaradı. Ortaya çıkan şey ne Türk müziği ne de (bazı insanların müziğimizi bazen etkiketlediği) chamber rock. Mutant bir bitki bu; Kanada suyuyla Türk toprağında İstanbul’da yaratılmış bir bitki.

 

Salon IKSV’de verdiğiniz iki konser gösterdi ki müziğiniz Türk müziği elementleri sizin tınılarınızla çok iyi uyum sağlıyor. Birbirlerinden uzakta durmuyorlar, birlikte büyüyorlar. İki taraf da birbirini anlıyor ve benzer duygular taşıyor gibiler. Böylesi bir girişim son derece sıkıcı ve yapay bir sonuç doğurabilecekken Esmerine’in ulaştığı sonuçlar çok etkileyici. Peki siz sonuçlardan memnun musunuz? Bu projeye girişirken kafanızda soru işaretleri var mıydı?

Sonuçlardan fazlasıyla memnunum. Hem konserlerden, hem de sonrasında yaptığımız kayıtlardan. Başta bazı endişelerim vardı ama daha çok organizasyonla ilgili soru işaretleriydi bunlar. Aynı odada bir araya gelip enstrumanlarımızı çalmaya başladığımızda her şeyin yolunda gideceğine ve başaracağımıza emin oldum.

 

Salon’daki konserin akşamında gruptan bazı arkadaşlarımla konuşuyordum ve aniden her şeyi (İstanbul’da, Salon’un arkasında karanlık ara sokakta olduğumu, sigara içteğimi ve Türkçe bi’şeyler gevelemeye çalıştığımı) bir ay öncesinde bir rüyamda gördüğümü hatırladım. Benim için bu olmam gerektiğim yerde ve zamanda olduğum anlamına geliyor. Kaderimi yerine getiriyormuşum gibi geliyor bana, tabii eğer bu tip şeylere inanıyorsanız.

 

Kayıtları ne zaman yayınlamayı düşünüyorsunuz? Aynı ekiple başka konserler olacak mı?

Evet kayıtlar mutlaka yayınlanacak. Şu an üzerine sıkı sıkıya çalışıyoruz ve albüm 2013’de yayınlanmış olacak. Konserlere gelecek olursak, bu kesinlikle tek seferlik bir şey değildi! Istanbul’a döndüğümüz zaman (ve Türkiye’deki diğer şehirlere) grubu tekrar bir araya getireceğiz. Bir dahaki sefere yanımızda Clea Minaker’ı da getireceğiz, enfes müziğe muhteşem görseller yapsın diye.

 

 

Peki İstanbul deneyimleriniz? Şehir ile ilgili sevdiğiniz ve sevmedikleriniz nelerdi?

İlk söyleyebileceğim şey yemekler! Sonra şehirde tarihi his, insanların yakınlığı, Boğaz’da vapura binmek, Adalar’a gitmek, çarşılarda alışveriş yapmak sevdiğim şeyler oldu.

 

Sevmediğim şeyler büyük şehirlere has şeyler: hava kirliliği, trafik ve yeşil alan ve parkların eksikliği. Ama ben şehir dışında yaşayan biriyim, onun için şaşırtıcı değil bu tip şeylerden rahatsız olmam.

 

Şehirde en sevdiğin yer neresi oldu?

Bu biraz garip gelebilir ama şehirde en sevdiğim yerler vapurlardı ve imkanım olsa sürekli binerdim onlara. Vapurda oturup elimde çayla ortalığa bakmayı çok sevdim. Bunun yanı sıra her yerdeki dar sokakları çok sevdim.

 

Şehirdeki en iyi yemek deneyimin?

Bazı iyi arkadaşlarım bizi Anadolu yakasında enfes bir balık restoranına götürmüştü. Orada yediğimiz her şey çok lezzetliydi! Bir de sabahları kahvaltıya gittiğimiz ve çok sevdiğimiz bir yer vardı, Café Privato. Şehirde çok gezindik, oğlum ve ben kestanelere bayıldık. 

 

Bruce sen aynı zamanda God Speed You! Black Emperor üyesisin ve geçen ay yeni bir albüm yayınladınız. Bu albüm ile ilgili hislerini alabilir miyiz?

Nihayet grubun bir araya gelerek uzun bir zamandır kaydedilmeyi bekleyen bu parçalar üzerine çalışıp bir albüm haline getirebilmesine çok seviniyorum.