Bantmag

ÇOCUKLUK VE ERİŞKİNLİK ARASINDAKİ BİRKAÇ YILLIK DÖNEM, KİŞİNİN KENDİNİ VE TOPLUM İÇİNDEKİ YERİNİ ALGILAMASINDA KİLİT ROL OYNAR. BU DÖNEMDE CİNSELLİĞİN KEŞFEDİLİŞİ, BİR BEBEĞİN HAYATA GÖZLERİNİ AÇMASI MİSALİ İLİŞKİLER DÜNYASINA ADIM ATILMASINI SAĞLAR.

 

İnsanın bilinçsizce cesur ve bir o kadar da kırılgan olduğu bu kritik dönem, tabiî ki yedinci sanatın gözünden kaçmamıştır. 2000’li yıllarda tüketim toplumunun odağına süratle erken dönem ergenlerin yerleşmesinin de etkisiyle, onlar sinemanın figüranları olmaktan çıkmış, bizzat başkahramanları ve inceleme alanları olmuşlardır. Özellikle sinemaya yeni adım atan yönetmenler, ergen psikolojisini ve çoğu zaman küçümsenerek göz ardı edilmiş olan birey olma savaşını filmlerinde konu edinmeyi seçmişlerdir.

 

Son yıllarda durağanlığının altında sakladığı sert duygulanımlarla bir kez daha insanlığın ve sinemanın ilgisini çekmiş olan İskandinav insanına değinen She Monkeys (2011), yönetmen Lisa Aschan’ın ilk uzun metrajı. Film, Emma isimli bir genç kızın atlı akrobasi ekibine dâhil oluşuyla başlar ve kendini ekibin yetenekli üyelerinden Cassandra ile umulmadık bir ilişki içerisinde bulmasıyla şekillenir. Cassandra, bir yandan Emma’yla duygusal anlamda yakınlaşırken bir yandan da onu kendi oyunlarına çeker. Buna karşılık Emma kendini kanıtlamaya ve oyunların kontrolünü ele almaya çalışır. İkilinin yavaş yavaş geldiği nokta gerilimli ve soğukkanlı bir cinsellik barındırır. Cesur ve arzulu görünen Cassandra’nın aksine Emma, tedirgin edici bir ifadesizlik taşımaktadır. Akrobasi takımından gösteriye çıkacak kişilerin seçilmesiyleyse aralarındaki çatışma sportif rekabete dönüşür. Cassandra takımdaki yerini alırken Emma başarısız olmuştur.

 

Kazanmanın ve kaybetmenin olduğu bir ortamda çekişmenin de kaçınılmaz olacağının altını çizen She Monkeys, bunu karakterlerin zıt kutuplara itildiği alışıldık bir çatışma yerine mevcut yakınlıkların içerisine yerleştirilen duygusal saldırılarla ifade eder. Aynı anda hem bedenin sınırlarını eriten arzulu bir yakınlaşma hem de her şeyin kurnaz bir oyuna dönüştüğü kişisel tatminler gösterisi birlikte yürümektedir. Aschan, özellikle Emma karakterine yüklediği ketumluk ile gençlerin karmaşık doğalarını gizleme yönelimlerini gözler önüne serer. Bunun yanısıra filmde, Emma’nın minik kız kardeşinin genç kuzenine olan aşkı ve onu tavlayabilmek için yaptıkları da paralel bir şekilde anlatılmaktadır. Emma’nın çalkantılı ruh hâlini ve ifadesizliğiyle örtmeye çalıştığı utangaçlığını yönetmen, hislerini çocuksu bir şekilde fakat açıkça yaşayan küçük kız kardeş ile zıtlayarak daha da belirginleştirir. Film, henüz çocuk yaştaki bir kıza çevresi tarafından atfedilen cinselliğin minik bir bedende yarattığı etkiyi göstermesiyle de önem kazanmaktadır.

 

She Monkeys, karakterlerinin değişken ve arzulu tasvirleri ile ilginçleşip soyutlanmış çekişmelerine odaklanırken benzer yaşlardaki ana karakterleriyle anımsadığımız bir film daha var: Arzularını kalabalık mekânların karmaşası içerisinde doyurmaya çalışmak zorunda olan gençleriyle The Holy Girl (2004).

 

Lucrecia Martel’in ikinci filmi olan The Holy Girl, Buenos Aires’te bir otelin yöneticiliğini yapan Helena’nın 15 yaşındaki kızı Amalia ve arkadaşı Josefina etrafında gelişir. Katolik öğretilerin ve hikâyelerin tartışıldığı bir gruba mensup olup Tanrı’nın gönderdiği mesajları kavramak üzerine eğitim alan kızların kendilerine verilmek istenen dinî ahlakın zıddına ve ergenliklerinin doğasına uygun şekilde, birbirleriyle konuşmaktan çekinmedikleri müstehcen hayalleri vardır.

 

Filmin gidişatını belirleyen tetikleyici olay bir tıp kongresi nedeniyle otelde konaklayan doktorlardan biri olan Jano’nun, sokakta bir theremin dinletisi esnasında Amalia’yı taciz etmesidir. Tabiî ki Jano kız ile aynı otelde kaldıklarını bilmemektedir. Amalia, beklenenin aksine tacize kötü karşılık vermez, hattâ bu olay genç bedeninden taşmaya başlayacak olan duyguların tetikleyicisi olur. Yaşanan taciz ânını genç kızı gaipten gelen bir ışıkla donatarak sunan yönetmen, cinsel arzunun doğuşunu yaratıcı bir şekilde resmetmiştir.

 

Filmin sıradışılığı ve çekiciliğini sağlayan şey genç kızın, arzu beslemeye ve takip etmeye başladığı bu adamı doğruya yönlendirmesi için Tanrı’nın onu görevlendirdiğine de kendini inandırmasıdır. Toplantılarda tartışadurdukları hikâyeleri içselleştiren Amalia, kendisine verilen bu işaretle birlikte harekete geçer.

 

Gençliğin cinselliğe olan istek ve merakını yoğun ve duyarlı bir şekilde gösteren Martel, dünyayı algılarkenki içsel karmaşaya da ışık tutar. Dış uyaranlarca tetiklenen içsel arzunun her yere bulaştığını, olguların her zaman ayrı ayrı değil, bazen topyekûn olarak da algılanıp özümsenebildiğini gösterir. Din ve cinsellik, bu gençlerin aklında birbirine zıt düşen iki ayrı kutup değildir. Hormonların etkisiyle vücutlarını kaplayan duygular, o yaşın taze zihinlerince bastırılamayacak kadar güçlüdür. Bundan ötürü kızlar, cinsel isteklerine dinî kılıflar geçirmeye yeltenecekler ve “utanılası olayları” üzerlerine konuşmayarak sindirilebilir hâle getireceklerdir.

 

Dinî olan ile erotik, yasaklar ile arzular Amalia’da görüldüğü üzere zihinde aynı anda var olabilir, hattâ bunlar eyleme geçildiğinde de bir aradadır. Her ne kadar Amalia için aslolan olgun bir erkek tarafından fark edilmiş olmaksa da, üstlenmiş olduğu misyonu da unutmayacaktır. Amalia, doktora karşı olan ilgisini bastırmaya çalışmaz, ama onun tarafından reddedilmek de yıkıcı bir darbe olmayacaktır. Arzulanmış bir kadın olmak bu aşamada onun için yeterli tatmini sağlamıştır. Doktor ise Amalia’nın misyonuna uygun şekilde arzusunu dizginlemiş ve ”doğru yolu” bulmuştur.

 

Martel’in bu filminde de öteki filmlerine benzer şekilde orta sınıf yaşamının ve aile kurumunun gediklerini ortaya çıkarma çabasını gençliğin iştahlı arzusu ekseninde ele aldığını söyleyebiliriz. Filmin kaotik ilişkilerinin ana mekânı olan otel, aile için ideal bir mekân olarak görülmez. Geçiciliği ve temelsizliği vurgulayan otel yaşamı, karmaşası, bilinmezlikleri ve ortak alanları kullanma zorunluluğu ile sırların her an fark edilebileceği tehlikeli bir alandır. Fakat Martel, Josefina’nın annesiyle dile getirdiği soyutlanmış ve kutsallaştırılmış ev görüşünün de karşısındadır. Üst katın balkonundan evlerinin önüne düşen çıplak adamın, korunaklı, içe dönük ve münasip olan aile yaşamına karşı hınzır bir müdahale olduğu söylenebilir.

 

Martel, bedenin ve yüzün duygusal değişim anlarını ustaca kavrayabildiği kadrajları ve hem anlatı içerisindeki konumlanışı hem de atmosferik etkiler nedeniyle fazlasıyla yaratıcı bir şekilde ele aldığı ses olgusunu kullanımıyla da sinemanın araçları üzerine derinlemesine düşünen bir yönetmen olduğunu göstermiştir.

 

Gerek She Monkeys gerekse The Holy Girl, gençliğin arzularına ve kendilerini bulma yolculuklarına getirdikleri bakış bağlamında sinemada eşine sık rastlanmayan bir derinlik yakalamışlardır. Yönetmenlerin dayatmacı olmayan üslupları ile şekillenen sinemaları, çağrışımlara açık oluşları ile her izlenişte farklı açılardan yorumlanabilecek zenginliklere sahiptir.

 

Bu bölümün içeriği Fil'm Hafızası tarafından hazırlanmaktadır.