






DIŞARIDAN BAKINCA MÜNZEVİ GÖZÜKEN MÜZİSYENLER GENELLİKLE SİZİN KENDİNİZİ EN MÜNZEVİ HİSSETTİĞİNİZ ANLARDA HOP DİYE AN YAKIN ARKADAŞLARINIZA DÖNÜŞÜRLER.
Jeremy Jay’in upuzun bir boyu ve 2007’den bu yana yayınladığı beş albümde yer alan çok sayıda iyi pop parçası var. Los Angeles ve Paris ekolleri arasında yetişen Jay, parçalarında hayalci hınzırlıklar, gotik nağmeler ve baş döndüren melodileri, soğuk kanlılık ve bugünlerde mumla aramak durumunda kaldığımız içtenlikte bir vokal kabiliyetiyle sunuyor. Ayrıca albüm kapakları da şarkıları gibi stil sahibi. Parçalarını dinlerken hayallere gömülüp, neden onun da bir Twin Peaks (İkiz Tepeler) hayranı olduğunu anlamak çok zor değil. Dünya ne kadar hızlı dönerse dönsün, İkiz Tepeler’e ve Jeremy Jay gibi yürekli pop şarkısı yazarlarına ihtiyacımız olacak.
Yaşı ilerledikçe büyük ihtimalle daha da ergen (iyi anlamda) bir müzik sevdalısına dönüşen Calvin Johnson’un K Records’unun penceresinden dünyaya açılan Jay, 13 Ekim’de bir Bant Mag. ve arkaoda organizasyonu olan Bomonti Sunar: Ekim’de İki Gün kapsamında arkaoda’da, Türkiye’deki ilk konserini veriyor. Şimdi sadede gelelim, ve onu biraz daha yakından tanıyalım.
Calvin Johnson ile nasıl tanıştınız? Kendisinin, müzik kariyeriniz açısından size ne gibi etkileri oldu?
18 yaşındayken Monterey’den Portland’a taşınmıştım. Calvin Johnson ile ilk karşılaştığımızda kendisinin ne geçmişi ne de kariyerine dair hiçbir bilgim yoktu. Arkadaşlarımın çaldığı bir ev partisinde rastlamıştık birbirimizde. Arkadaşım Ginger’ın evindeydik. Calvin o gece çok hareketliydi. Hatırlıyorum, yanımıza geldiğinde arkaşlarla oturuyorduk. Sanırım ikinci kez biraraya geldiğimizde ise arkadaşımın Johnny’nin evinde kalıyordum. Johnny turnedeyken onun evine ben bakıyordum ve Calvin de bir keresinde bazı kayıtlar almak için Johnny’nin evine uğramıştı. Beni kahveye davet edince birlikte şehre kahve içmeye gittik. Bunun dışında bir gece de kendisine bir kafede rastlamıştım. İkimiz de tek başımızaydık, o yüzden birlikte oturup birlikte çikolatalı pasta yeyip kahve içtik. Calvin benim için aileden biri gibi…
Birlikte çaldığın ilk grup nasıl bir müzik yapıyordu?
15 yaşındayken Blue adlı bir grupta çalıyordum. Birlikte bir kayıt yapıp Sub Pop’a göndermiştik ama bir red mektubu aldık. Bence o kayıtlar gerçekten de çok iyiydi. O sıralarda garajımda analog bir stüdyo kurmuştum. Professor Plum gibi yerli grupların kayıtlarını yapıyordum. Monterey’de gerçekten harika bir müzik sahnesi oluşmuştu. Bikini Kill, Chrome Cranks gibi gruplar gelip konserler vermişti. Ayrıca çok harika bir plak dükkanı da vardı “Recycled Records” diye, ve orada da sıkça konserler düzenlenirdi.
Şarkı yazma tekniğin zamanla nasıl gelişti? Yaptığın kayıtlar tamamen sana ait ama şu aralar daha çok bir grup dahilinde müziğine devam ediyorsun. Nasıl ilerliyor her şey?
Şarkı yazma süreci oldukça yanıltıcı ve bence “gözünün önünde bir görüntü canlanması” şeklinde tanımlanabilir.
Suicide’dan Madonna’ya, Sonic Youth’tan Siouxie and the Banshees’e kadar pek çok farklı dönemden grupların şarkılarını cover’ladın. Konserlerin sırasında da cover parçalar çalıyor musun?
Bence cover yapmak bir tür müzikal gelenek gibi ve buna cesaret edebilen müzisyenlere bayılıyorum.
Yeni kaydın “Abandoned Apartments” için sana neler ilham verdi? Albüm adı ve parçalarda ne gibi konulardan bahsediyorsun?
Abandoned Apartments albümü oldukça garip aslında. Bence gerçekten gotik bir albüm. “Gotik” darken iyi anlamda… Albümdeki ilk parça favorim. Davul sesleri oldukça ilkel ve synth’ler de her notasıyla yakalayıcı. Sözlere baktığımızda ise duyguların bir keşfi söz konusu. Ölümlülüğün, romantizmin, aşkın, yakınlığın, uzaklığın ve hayatın bir keşfi…
Müziğinde erken dönem new wave’den Jonathan Richman’a, Fransızca pop müziğinden darkwave’e, Beat Happening’den Jarvis Cocker’a kadar pek çok farklı dönem ve yerden etkileşimlere yer vererek zamandan bağımsız bir his yakalıyorsun. Peki günümüzdeki yeni müzikleri takip ediyor musun yoksa dinlediklerin genelde eskilerden mi ibaret?
Müzik zevkim oldukça geniştir. Pek çok farklı dönemden farklı farklı türleri sevebiliyorum. Günümüzün müzikleri de buna dahil. Şu aralar en sevdiklerimden biri de Friends diye bir grup. Pek çok single ve bir de Manifest adlı bir albüm yayınladılar.
Turneler dışında şu sıralarda Londra’da mı yaşıyorsun? Neden Londra’da yaşamayı tercih ettin?
Londra’nın benim için çok acayip bir yeri var. Bırak burada yaşamayı, bu şehre geleceğimi bile hayal edemezdim. Yine de üçüncü albümüm Splash ile Dream Diary’deki bazı parçaları burada kaydettim. Abandoned Apartments albümünü de Londra’da kaydettik. Tüm kayıtlar Fortress Studios adında bir yerde kaydedildi. Burası artık yok. Şu sıralarda Tinroom diye harika bir stüdyoda kayıtlarımı yapıyorum.
Turnede değilken ya da herhangi bir yeni kayıt üzerinde çalışmıyorken nelerle uğraşıyorsun?
Dürüst olmam gerekirse tamamen müzik ve filmlere odaklanmış haldeyim.
Dans etmeyi sever misin?
Çok pis kuyruk sallarım!
Takip ettiğin herhangi bir dizi var mı, yeni ya da eski?
Twin Peaks ve Seinfeld.
En sevdiğin kıyafetin hangisi?
10 sene öncesinden kalma kazağım…
Sorularımıza vakit ayırdığın için çok teşekkürler! Seni burada izlemek için sabırsızlanıyoruz.
Ben de öyle! Daha önce İstanbul’a hiç gelmemiştim.