Bantmag

“NOMADIC” DİNLEME VE FELSEFÎ ÇAĞRIŞIMLARI YAZI EMRE KARACAOĞLU
2011’DE LONDRA’DAYKEN, YANIMDAKİ ARKADAŞIMIN TAVSİYE VE ISRARI ÜZERİNE, KENDİSİNİN DAHA ÖNCEDEN GEZDİĞİ TATE MODERN MÜZESİNİ BİRLİKTE ZİYARET ETMİŞTİK.

Şansımıza, ünlü İspanyol sürrealist ressam Joan Miró’nun sergisi de koca binanın katlarından birinde yer alıyordu. Hayatımda ilk defa bir sergiyi kulağımda müzikle gezmeye karar verdim ve MP3 çalarımdaki listeyi taramaya başladım. 2 GB’lık alana sahip çalardaki 20-25 albüm içinden şu albüme rastlamam ne harika bir tesadüftü: İspanyol besteci Joaquín Rodrigo’nun meşhur kompozisyonu “Concierto de Aranjuez”in de yer aldığı Miles Davis albümü, Sketches of Spain. Kulaklığımı takıp, “PLAY”e bastım ve grup arkadaşlarım ile etraftaki bütün kalabalıktan soyutlanarak başka bir dünyaya kendimi naklettim.

 

Mayıs ayındaki Bant Mag. yazımdaacousmatic dinleyici”den bahsetmiştim... İşte üstte tasvirini yaptığım benim kulaklıklı hâlim ise bu dinleyici türünün modern bir alt kümesini temsil ediyor: “nomadic” (göçebe) dinleyici. Yirminci yüzyılda müziğin kaydedilerek kaynağından bağımsız bir şekilde bize “saf ses” olarak ulaşmasının ardından hayatımızın her alanına (örneğin araba kullanırken, alışveriş yaparken ya da bir resim sergisini gezerken) girmesi, bizi “çevreleyip” ambient sıfatını hak etmesi kaçınılmazdı. Ta 1920’li yılların başında bu olgu Fransız müzisyenler Erik Satie ve Darius Milhaud tarafından öngörülmüştü. Hattâ ikilinin “musique d’ameublement” (yani Fransızca “mobilya müziği”) ismini verdikleri, geri plana uyan kompozisyonları bile vardı.

 

İletişim Kuramı felsefecisi, Kanadalı Marshall McLuhan’ın internetin ortaya çıkmasından otuz sene önce ortaya attığı “Küresel Köy” kavramı ise bulunduğum sahneyi başka bir açıdan da çok güzel açıklıyor. McLuhan, iletişim ve bilişim teknolojilerinin insanın öznel ve toplumsal hayat deneyimlerini nasıl etkileyeceğini anlatmış, elektronik ortamlar sayesinde bütün insan ırkının “birbirine bağlı bir ağ, bir küresel köy” olacağını tarif etmişti. İşte bakın: Londra’ya tatil için gelen İstanbullu bir genç, kulağında İspanyol bir bestecinin Amerikalı bir trompetçi tarafından yeniden yorumlanan meşhur bestesini dinlerken yine İspanyol bir ressamın resimlerini geziyor. (Eğer bir iPhone’um olsaydı, “TuneIn” gibi bir uygulamayla İspanya’daki Katalan radyolarından birini de açarak Miró’nun anavatanını da anabilirdim.)

 

Peki ya “göçebe” hâlde dinlenen bu ambient müziğin insan üzerindeki etkisi? Bu tip “pasif dinleme”nin ideolojik etkileri üzerine Theodor Adorno ve Aldous Huxley’nin fikirleri hâlihazırda mevcuttur. Hattâ 1940’larda iş verimliliğini arttırması için bazı fabrikalarda kullanıldığını da belirteyim. Benim o sergiyi gezerkenki hâlim ise bunlardan farklı olsa da çoğunuza çok tanıdık bir his olarak gelecektir: Bu sergiyi müziksiz, kalabalığın gürültüsüyle beraber geziyor olsaydım, kendimi bir üçüncü kişi olarak görecektim. Şöyle açıklayabilirim: Miró’nun İspanya İç Savaşı sonrası yaptığı savaş karşıtı resimlerine bakarken, tamamen bir neden-sonuç ilişkisi ve sıralaması içinde o savaşın yıllar önce bittiğini, Miró’nun gözümün önündeki bu resmi yıllar önce hazırladığını ve benim de 2011 yılında Londra’da bu resme bir gözlemci olarak baktığımı duyumsayacaktım.

 

Oysa kulaklığımda Davis, konçertonun ikinci bölümündeki o uhrevî melodiyi çalarken ben, tamamen zamandan (ve hattâ mekândan) bağımsız bir şekilde, İspanya İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşayan bir insanın çaresizliğini duyumsuyor, Miró’nun o resimleri yaparken neler hissettiğini onla eşzamanlı olarak derinlerimde bir yerde deneyimliyordum. Marshall McLuhan’ın “Visual and Acoustic Space” isimli makalesinde tarif ettiği şekilde, neden-sonuç ilişkisinden çok uzakta, tamamen “öz”ün içindeydim.

 

Aktardığım bu an, kulaklıkla müzik dinleyen herkese çok tanıdık olmalı, öyle değil mi?