Bantmag

DVD aldığınız veya kiraladığınız zamanları hatırlayın. Hayır hayır, Rus sitelerinden indirilen ve kopyalanıp satılanları değil. Resmi olarak piyasaya çıkan, kutulu, "orijinal" Dvd'leri. Filmi elle tutulabilir bir obje haline getirmesinin yanında en büyük avantajlarından birisi "Bonus" bölümlerinin olmasıydı. Bu "Extra" materyali izlemek, bizde bir sihirbazın numaralarını açıklaması gibi bir etki yaratırdı. Yapımcılığını ve sunuculuğunu Keanu Reeves'in yaptığı Side By Side belgeseli de bize benzer bir deneyim sağlıyor. 5 yıldızlı yönetmenler, efsanevi kurgucular, başarılı görüntü yönetmenleriyle yapılan röportajlar üzerinden, son 20 yıldır izlediğimiz, film yapımının dijitalleşmesi sürecinin "Bonus" materyalini, "Making Of"unu veriyor.

 

Filmin yönetmeni Christopher Kenneally için biraz üzülüyorum. Çünkü her yerde bu film "Keanu Reeves'in belgeseli" şeklinde geçiyor. Kendisinin de herhalde beklediği bir şey olsa gerek. Neo'yla film yaparsan en azından senin de bir Ajan Smith olman gerekir. Filmin bu şekilde anılmasında aslında pek de haksız bir taraf yok. Zira Keanu olmadan Martin Scorsese, George Lucas, James Cameron, David Lynch, Christopher Nolan, David Fincher, Steven Soderbergh (saymadığım kaldı mı?) gibi yönetmenler ile uzun ve samimi röportajlar ayarlamak pek mümkün olmazdı. Keanu sadece bu röportajları ayarlamakla kalmıyor, aynı zamanda bir gazetecilik başarısına da imza atıyor ve herkesin harcı olmayan bu ağır toplarla röportajları çok başarılı br şekilde gerçekleştiriyor. Bazen sorduğu fazla direkt veya naif sorular, karşısındakinin açılmasına yol açıyor ve bu belgeseli izlemeyi daha zevkli hale getiriyor. Örnek olarak David Lynch'in bir daha selüloid film çekmeyeceğini söylemesi, James Cameron'un, Keanu'nun CGI ile gerçeklikten kopuluyor eleştirisine karşın, film yapımı ne zaman gerçekti ki gibi cevapları akla geliyor.

 

Side By Side, ismine uygun bir şekilde, dijital'i tutanlar ve karşı olanlar gibi bir kamplaşma yaratmıyor. Genel olarak iki formatın beraber yürüdüğünü de göstererek, avantajlarını ve dezavantajlarını tartışıyor. Zaten Christopher Nolan ve görüntü yönetmeni Wally Pfister dışında dijital çekmeyen yok gibi. Tartışma sadece kullanılan filmde kalmıyor. Aynı zamanda kurguda Avid'in ilk kullanılmaya başlandığı zamanlardan, özel efektlerin bilgisayarlarla gerçekleştirilmesine, filmlerin gösterimindeki dijital evrimden, arşivlemeye birçok konuya el atıyor. Ve bütün bu geniş konuyu hiç dağılmadan işliyor.

 

Belgeselde, analogdan dijitale geçişteki değişimlerden en çok etkilenen alan olan sinematografiden bol bol bahsediliyor. Robert Rodriguez, analog film çekmeyi karanlıkta resim yapmaya benzetiyor. Yönetmenin şimdiki dijital çekimlerde olduğu gibi, görüntüyü anında montörden göremediği için, aslında ne çektiğini pek bilmediğini vurguluyor. Dolayısıyla, filmin gerçekte nasıl görüneceğini bilen tek insan olarak, görüntü yönetmeni büyük bir güce sahip oluyor. Ve bir gün boyunca çekilenlerin ertesi gün film basıldıktan sonra izlenmesi sürecinin yarattığı bazen sihirli, bazen de hayal kırıklıklarıyla dolu anlar, yönetmenlerin ve ünlü görüntü yönetmenlerin deneyimlerinden birebir aktarılıyor. Ve tabi Danny Boyle'ın tamamına yakını dijital çekilen "Slumdog Millionnaire"inin en iyi sinematografi Oskarı kazanmasıyla dijital filmin nasıl ana akım haline geldiği konuşuluyor.

 

Daha çok Hollywood veya büyük yapımlar üzerinden yürüyen bu belgeselde kısaca bağımsız filmlere de değiniliyor. Lars Von Trier'le olan konuşmalar, Dogma'nın film yapımcıları arasında dijitalin algılanışını değiştirmesi, "Tiny Furniture" filminin yazarı ve yönetmeni Lena Dunham ile yapılan röportaj ve tezini 7D ile çeken bir NYU öğrencisinin fikirleri, dijital teknolojilerin tüm dünyadaki gençler ve bağımsız sinemacılara olan etkisini anlamamız için biraz yetersiz kalıyor. Ama bu Keanu Reeves'in belgeseli ve konumuz daha çok büyük Amerikan gişe filmleri ve film teknolojilerinin gelişimi ve değişimi.

 

Bu teknolojiler ele alınırken, kamera delilerini mutlu edecek bölümler de dahil edimiş. Bugüne kadar çıkmış olan dijital kameralar ve onlarla çekilmiş olan filmlerden örnekler, karşılaştırmalar ve yönetmenlerin yorumlarını izlemesi çok zevkli. Geleceğe dair çok fazla bir ipucu verilmiyor ama bu aynı zamanda bir teknoloji belgeseli değil. Malesef, Side By Side 'ın müziklerinin bundan pek haberi yok. Bu kadar düzgün bir yapımın nasıl oluyor da 2. sınıf bir "Discovery Channel Teknoloji Belgeseli" müzikleri olabiliyor. Hani şu dijital kelimesi geçtiği anda akla gelen beylik, sıkıcı elektronik müziklerden bahsediyorum. Ha desen kırık programlar yüklerken çalan müzikler gibi. Herkes için çok önemli olmasa da benim bu filmden aldığım keyfi ciddi anlamda törpüleyen müzikler. Bill Ryan ve Brendan Ryan imzası taşıyan müzikler.

 

Genel anlamda bir hayli bilgi dolu ve izlemesi zevkli olan bu filmde ünlü görüntü yönetmenlerini bazı ince teknik detaylardan bahsederken görünce düşünmeden edemiyorum. Dünyanın çok büyük bir bölümünde bütün bu filmler, daha bitmemiş, kurgu masasından kaçırılan, sinema salonlarında gizli gizli el kameralarıyla çekilen kopyalardan izleniyor. Bırakın eve alınan "orijinal" dvd'leri veya iyi projeksiyonu olan bir sinemaya gitmeyi, geçtiğimiz yıllarda internete düşen bir bilim kurguda, uçan uzay araçları daha henüz bilgisayar çizimleri bitmediğinden yeşil gözüküyordu. Havada uçan yeşil objeler birbirlerine yeşil bir şeyler atıyorlar ve bu da Türkiye'de bir internet kafede göz ucuyla izleniyor. Dijital Çağ'a hoşgeldiniz.