Bantmag

Bulunduğum ortamda bir filmden bahsediliyorsa ve eğer ben o filmi seyretmemişsem sinir yaparım, önemsiz bir filmse konuyu geçiştirmeye çalışıp eve gidince izlerim, izlememiş olmaktan utandığım bir filmse kafamı filan sallarım, çeşitli onaylama hareketleri yapıp filmi izlemiş gibi davranırım (yine sonrasında bulur izlerim). Gel gör ki insan ne kadar film izlese yetmiyor, illa bir yerden bir adam çıkıp izlememiş olduğun bir filmden bahsediyor. Güney Kore filmlerini tamamlayayım diyorsun, adam İzlanda sinemasından bahsediyor, hadi İzlanda filmi izleyeyim diyorsun, adam bu sefer Kanada filmlerine sarmış oluyor. Yani olmuyor da olmuyor, her zaman bir yerlerden izlemediğin bir film çıkıveriyor.

 

Şimdi düşündüm, taşındım American Horrror Story’nin tımarhanede geçen yeni sezonu yayına girdiğinde arkadaş ortamlarında tımarhane filmleriyle ilgili bir sohbet açılma ihtimaline karşı hazırlıklı olalım dedim (var böyle bir ihtimal). Üşenmedim bir tımarhane filmleri listesi yaptım, artık sabırsızlıkla o adamın karşıma çıkmasını bekleyeceğim. Şöyle televizyonun karşısına kurulmuş keyifle American Horror Story’mi izlerken, “yalnız tımarhanede geçen ne güzel filmler vardı yaa” gibi bir giriş yaparsa tek tek yapıştıracağım filmleri adama. Evet, artık karar sizde, ya o adam olursunuz ve suratınıza yapışan film isimleriyle boğuşursunuz ya da oturur listede izlemediğiniz film varsa tamamlar eşe dosta hava atarsınız.

 

ONE FLEW OVER THE CUCKOO’S NEST (1975)

Milos Forman’ın, Ken Kesey’nin romanı üzerinden yarattığı mükemmel atmosfer ve esnetilemez otoriteye olan nefret duygusu o kadar güçlü ki, Louise Fletcher’ın canlandırdığı hemşire rolünü öldürme isteği canlanıyor seyircinin içinde (en azından benim içimde). İlk Oscar’ını bu filmle kazanan Jack Nicholson’ın yanısıra  Danny  Devito,  Christopher Lloyd gibi isimlerin yan rollerdeki performansları da inanılmaz.

 

 

AWAKENINGS (1990)

Tımarhaneyi bir hastanın değil de doktorun gözünden görmek ve henüz Robin Williams’ın “bana Oscar verin, bana Oscar verin” diye debelenmediği performanslarından birini görmek için bile izlenebilir. Big filmine hayran olduğum Penny Marshall’ın son iyi filmi diyebiliriz sanırım. Mükemmel olmasa da tam 90’lar akıcılığında bir film.

 

12 MONKEYS - 1995

Devasa bir seti, kimsenin final karede göremeyeceği ufacık bir farenin eksikliği yüzünden saatlerce bekleten bir delinin başyapıtı. Piazzolla eşliğinde mükemmel bir distopya… Tam olarak nedenini bilmesem de benim tüm zamanlar listemde ilk 10’umda…

 

GIRL, INTERRUPTED (1999)

Angelia Jolie’nin bile iyi oynadığı, hattâ Oscar aldığı bu film, bir James Mangold filmi. Identity (yalnızca beklenmedik kırılma noktaları üzerine kurulu, vasat bir gerilim filmi), Walk the Line (Johny Cash biyografisi), 3:10 to Yuma (western), Knight and Day (aksiyon-komedi) gibi birbirinden farklı türlerde filmler çeken Mangold’un en sade ve başarılı rejisi olduğunu düşünüyorum bu filmin.

 

GEN (2006)

Sürprizini en baştan aşırı göstermeci yollarla belli etse (Mahmut Gökgöz’ün suyu kolunu dolayarak içmesi gibi) ve diyalogları altyazı Türkçesiyle yazılmış olsa da, 2006 yılında sinemada izlediğimizde görüntü yönetimi ve ses gibi teknik konulardaki özenini takdir etmiştik. Zaten Veli Kuzlu da Altın Koza’da en iyi görüntü yönetmeni ödülü almıştı. (Bir de jenerikte Jay Jay Johansson çalıyordu tuhaf bir biçimde)

 

SHUTTER ISLAND (2010)

Filmin başlarındaki tuhaf ve yanlış gibi duran kurgu numaralarının ve devamlılık hatalarının gittikçe anlam kazandığı bu Scorsese filmi  şaşırtan ya da hayran bıraktıran bir senaryoya sahip olmasa da fazlaca düşünülmüş rejisiyle yönetmenlik yapmak isteyen herkesi sinir etmeyi başarıyor. Bu listedekiler arasında en son kalmak isteyeceğim tımarhane ise bu filmdeki diyebilirim.

 

IT’S KIND OF A FUNNY STORY (2010)

Bu bağımsızımsı tımarhane filmi ise her zaman bir sonraki adımı tahmin edebildiğimiz senaryosuyla ara sıra sıksa da, tatlı anları yok değil. “Deliler aslında tatlıdır, onları anlamaya çalışırsanız” gibi bir de mesaj çıkarılabilir herhâlde. Depresif ergenin önce çok zorlandığı, sonra da pek sevdiği arkadaşlara sahip olduğu bir tımarhane var bu filmde. İzlenebilir…

 

THE WARD (2010)

John Carpenter’ın bu tımarhane korkusundaki en iyi şey jenerik müziği diyebiliriz. İlle de korku filmi izlemem lâzım, başka izlemediğim filme de kalmadı diyorsanız izlenebilir.

 

GREYSTONE PARK - SECRETSTONE (2012)

Korkutucu imdb puanı ve rezalet eleştiri yazılarına rağmen, Oliver Stone’un oğlu çektiği için bir bakılabilir. Bulunmuş arşiv görüntüleri türündeki filmde birkaç şuursuz genç ellerine kamera alıp eski bir tımarhaneye gidiyor, başlarına korkunç olaylar geliyor. Bu film de ille de korku diyenler için ilginç olabilir.