Bantmag

SHIGETO, 2000’LERİN BAŞINDAN BU YANA NİTELİKLİ ALBÜMLER YAYINLAYAN GHOSTLY INTERNATIONAL ETİKETİNDEN ÇIKARTTIĞI İKİ ALBÜM VE BİRKAÇ EP İLE MÜZİKAL AJANDALARIMIZA ÜST SIRADAN GİRİŞ YAPMIŞTI.

 

Müziğinde kökeni caz, dubstep, IDM ve hip hop gibi farklı türlere dayanan, ama bunların bileşkesinden sürpriz bir ses paleti ve rengi çıkarmayı başaran kalibresi yüksek bir yapı sunan Shigeto, 29 Eylül Cumartesi Babylon İstanbul’da gerçekleştireceği performansının şerefine sorularımızı yanıtladı.

 

Parçalarınızı yaparken öncelikle minik ses kırıntıları oluşturduğunuzdan ve sonra ana eseri bunlar etrafında şekillendirdiğinizden bahsediyorsunuz. Bu açıdan “kendi sesiniz”i nasıl ifade edersiniz?

Oldukça zor bir soru. Şöyle bir tanım denesek: caz ve hip hop omurgası üzerine eklenmiş, ritmik ve çok katmanlı enstrümantal müzik.

 

Âdeta canlı bir grup çalıyormuş hissiyatı veren organik, canlı ve yaşayan bir havası var müziğinizin. Cazla olan ilişkiniz ve davulcu olmanızın bunun üzerinde bir etkisi olduğunu düşünüyorum, siz?

Küçük bir orkestra düzeninde çalmak benim konfor alanım aslında. Kendimi ifade etmeye çalışırken birşeyleri programlamaktansa, canlı çalmak benim açımdan çok daha kolay ve tercih ettiğim bir şey. İlk aşamada ortaya çıkan her türlü fikri, melodiyi vb. canlı olarak kaydediyorum. Daha sonra da bunların arasından çeşitli seçimler yaparak bazılarını bir araya getirerek parçalarımı oluşturmaya çalışıyorum. Açıkçası detaylı bir prodüksiyon süreci ancak bu bahsettiğim adımlardan sonra başlıyor.

 

Sanırım kayıt aşamasında program olarak Reason, canlı performanslarda ise Ableton’ı kullanıyorsunuz. Tipik bir canlı sahne düzeniniz nasıl? Ayrıca canlı performanslar bir şekilde kayıtlı parçalardan farklı mı?

En önemli fark pek çok canlı performansımda davul çalıyor olmam. Öncelikle kendimi bir davulcu olarak görüyorum zaten. O nedenle bu bölüm yani davul çalmam canlı performansların olmazsa olmazı. Öte yandan Ableton’da parçanın üzerine eklemlediğim pek çok katman ve ses kümeleri var. Ayrıca “külüstür” diyebileceğim eski parçalar ve bilinen parçalarıma ek olarak, yayınlamayı hiçbir zaman düşünmediğim bazı parçaları ya da remiksleri de çalıyorum canlı performanslarda.

 

Bildiğim kadarıyla ailenizin İkinci Dünya Savaşı dönemine ve sonrasına ait travmatik bir geçmişi var. Ayrıca bunun müzikal kimliğinize ve çalışmalarınıza yansıyan etkileri de söz konusu. Bu konu ve müziğinize etkileri hakkında biraz detay rica etsek?

Japon toplama kamplarında savaş esnasında ve sonrasında olanlar, yaşananlar pek çok Japon-Amerikalıyı ve ailelerini derinden etkiledi. Eğer bu konuya çok yakın değilseniz, olanlara bir göz atabilirsiniz. O yüzden çok detaya girmek istemiyorum açıkçası.

Sonuç olarak bu yaşananlar dolayısıyla Japon kökenimle aramda aslında ciddî bir kopukluk var. Son çalışmam hâlâ hayatımda yer tutan büyükanneme ve diğer Japon yakınlarıma yönelik bir saygı duruşuydu. Onları önemsediğimi, sevdiğimi ve tüm bu olanlardan çok etkilendiğimi söylemenin farklı bir yoluydu albüm benim için. Bunu yazdığınız romanı birine ithaf etmeye benzetiyorum.

 

Müziğinizin belli kalıpları olduğunu söyleyebilir miyiz yoksa daha çok doğaçlamaya yakın bir yerde mi duruyor? Ya da bu ikisini nasıl dengeliyorsunuz?

“İçimden ne geliyorsa” bana çok daha yakın bir tanımlama. Bahsettiğiniz dengeyi olabildiğince düşünmemeye çalışıyorum. Asıl odaklandığım parçanın hoşuma gidip gitmemesi. “Çok mu çılgın bir parça oldu?”, ya da “İnsanlar bunun çok garip olduğunu düşünecekler” gibisinden kuşkulara ve düşüncelere daldığım zaman o an uğraştığım şeye olan konsantrasyonumu kaybediyorum. Öte yandan bu tip düşüncelerden hiç etkilenmemek de pek mümkün değil. Sanırım çoğumuz için bu geçerli.

 

Ne zaman bir Shigeto parçası dinlesem bir şekilde kendimi pozitif hissediyorum. Bu bilinçli olarak yaratmaya çalışılan bir ruh hâli mi yoksa dinleyiciyi müziğe ilişkin düşüncelerinde serbest mi bırakmak mı istiyorsunuz?

Bir parçanın ne hissettireceğinin tamamen dinleyene ait olmasını tercih ederim. Asıl kritik nokta sizin bunu isteyip istemediğinizdir aslında. O yüzden de her zaman tercihim enstrümantal müzikten yana oldu. Sözlerin olmadığı bir müzikte dinleyici de parçanın ona ne hissettirdiğiyle alâkalı olarak tamamen kendine ait bir dünya yaratabilir.

Müziğimin sizde pozitif hisler uyandırması mutluluk verici elbette. Aslında genelde “hüzünlü” şarkılar yazıyorum; ama bir şekilde “ümit vaat eden” ya da “her şey düzelecek” türünden şeyler. Ha ha ha! Belki de gerçekten her şeyin iyi olmasını istediğimdendir.

 

Müziğinizde IDM, hip hop, dubstep ve caz gibi pek çok türün ortak bir potada eritildiğini görüyoruz. Ama tüm bu türlerin kaynaşmasından farklı ve parçaların her birinden ayrı tınlayan bir ses paleti çıkıyor sanki. Buna katılır mısınız? Aynı zamanda oldukça “melodik” bir müzik yapıyorsunuz. Aldığınız caz eğitiminin bir etkisi mi?

Müziğimin pek çok türün bileşkesi olarak ortaya çıktığına genel olarak katılıyorum. Aslında yaptığım müziğin “benim tarafımdan yapılan bir müzik” gibi tınladığını düşünüyorum. Ümit ederim ki müziğim onu oluşturan minik parçalardan çok daha farklı hisler uyandırabiliyordur. Farklı tınlamaktan kastınız “Shigeto” gibiyse, o zaman size tamamen katılıyorum. Evet, müziğimdeki melodik yapının aldığım caz eğitimiyle de ciddî bir bağlantısı var.