Bantmag

MİNİMALİZM, “TEKRAR”LAR VE DANS MÜZİĞİ YAZI EMRE KARACAOĞLU
İSRAİLLİ ELEKTRONİK MÜZİK GRUBU INFECTED MUSHROOM GEÇEN AY FACEBOOK SAYFASINDA BİR MEKTUP PAYLAŞTI...

Mektupta, Joseph isimli 11 yaşındaki dinleyicileri, yaptıkları müzikten dolayı gruba teşekkür edip her albümde değişik tarzlar denemelerini tebrik ederken, en sevdiği şarkılarının da “Send Me An Angel” ile “Franks” olduğunu ekliyordu.

 

Ufak sayılabilecek bir yaştaki gencin goa trance isimli, çok katmanlı bir tarza sahip bu müziği takdir etmesi bana çok enteresan geliyor. Bir kez daha görüyorum ki müzik demografik herhangi bir filtrelemeye takılmadan herkese, her ırka, her cinsiyete ve hepsinden ötesi her yaşa ulaşabiliyor. Çevremdeki insanları bu gerçeğin etkisine uyandırmaya çalışırım her zaman: Müziğin insanlık için ne kadar büyük bir buluş olduğunu asla unutmayın! Yeryüzündeki başka kaç tane insan icadı olgu bizi böylesine bir araya getirebiliyor?

 

Konu, Infected Mushroom’unki gibi elektronika temelli dans müziği olduğundaysa, bu tarzın sabit ritim ve minimalizminin insan vücudundaki etkisi bende büyük ilgi uyandırıyor. “Tekrar” üzerine kurulu olan minimalizmin dans müziğinde kendine yer bulması kaçınılmazdı. Dans eden herkes bilir ki dans müziğinin tekrar eden ritim ve melodileri vücut tarafından “filtrelenir”, hattâ vücut, vuruşların –yani beatlerin– içinde “yüzer.” Bu tarz müzik etkinliklerinde performans sergileyen müzisyenlerin amacı bütün dansçıları birbirine bağlayıp, onlara tek bir temponun –yani bir “nabzın”– etrafında yarı-ruhanî bir deneyim yaşatmaktır... Tekrara dayalı müziğin ortaya çıktığı ilk Afrika kabilelerinin ritüellerindeki gibi!

 

Ama “tekrar” kelimesini kullanmama aldanmayın lütfen... Çünkü duyduğumuz şey aslında aynı şey olsa da benliğimiz üzerindeki etkisi her tekrarda değişmektedir. Amerikalı minimalist müzisyen Terry Riley bu olguyu şöyle açıklar: “1960’ların başında, tekrar eden şeylerin kulağa aynı şekilde gelmediğini fark ettim. Ve her tekrarda birşeyler aynı kalırken, bazı şeyler değişiyordu.”*

 

Tabiî bu yaklaşıma şiddetle karşı çıkanlar da olmuştu. Örneğin, Avusturyalı ekspresyonist müzisyen Arnold Schoenberg, bir müzik parçasını, insanın kişisel gelişiminin alegorisi olarak görüyor ve herhangi bir tekrarın “gerileme” anlamına geldiğini düşünüyordu; hattâ kendi özbenliğini bulmada, kişiliğini gerçekleştirmede bir hata veya reddediş. Bu fikir, Karlheinz Stockhausen gibi elektronik müziğin bazı öncü isimlerinde de etkisini göstermişti.

 

Elbette ki bu düşüncenin çağımız müzisyenleri tarafından pek önemsenmediği, hattâ aksine minimalist müziğin “tekrar”ları sayesinde açılan kanallarda yürüyen sanatçıların muazzam parçalar ortaya çıkarttığı gün gibi ortada. Joseph’in yukarıdaki iki tavsiyesinin yanında, Infected Mushroom’un eski bir parçasıyla “tekrar”ları siz de kutlayın. Bakalım bu parçayı kısık sesle ve hiç kıpırdamadan dinleyebiliyor musunuz?