Bantmag

SÜPERGRUP'LAR GERÇEKTEN SÜPER MİDİR? YAZI CEM KAYIRAN
İLLA ÜÇ-DÖRT FARKLI ROCK YILDIZINI BİR ARAYA GETİREN HER GRUBA “SÜPER” DEMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ!

Yıllardan beri deri pantolonunu giymiş, elinde gitarıyla kafasını sallayan her insanı gördüğümüzde tekrarlanan bir söz var; Rock müzik bir ifade biçimidir! Kulağa çok iddialı bir tanım gibi gelse de, aslına bakarsanız yapılan müziğin içeriği ne olursa olsun zaten müzik bir ifade biçimidir. Yine de rocker ağbilerimiz genellikle kitlelere içlerinde bastırdıklarını iddia ettikleri “asi” tavırlarıyla seslendiler ve ortaya çok büyük gösteriler, şovlar çıkardılar. Kimisi sahneye motosikletle çıktı, kimisi tüm ekipmanını parçaladı, kimisi de neredeyse sahnede yangın çıkarttı. Tüm bunlarla birlikte rock müziğin temelini oluşturan bol distorsiyonlu gitar riffleri de zaten başlı başına bu tavırla örtüşür ve dinleyicide bir anlamda adrenalinin tavan yapmasını amaçlar.

 

İşin müzikal boyutu bir yana, rock konseptini bir şova dönüştüren en önemli şeylerden biri her zaman imaj olmuştur. Bir grubun kendini nasıl tanımladığı, dinleyicilerine nasıl sunduğu (bilhassa 80'lerde) neredeyse yaptığı müzikten daha önemli hâle gelmiştir. Kendi başlarına veya dâhil oldukları diğer gruplarda ünlü olmuş insanların bir araya gelip başka bir grup ismiyle şarkılar yapması olayının müzik tarihine geçen karşılığı da bana hep bu imaj meselesini düşündürür: SÜPERGRUP! Peki süpergrup gerçekten süper midir? Kimi zaman aslında yapıyor oldukları müziği hiç değiştirmeden sadece ünlü insanlar bir araya geldiği için süpergrup oluveren topluluklar oldu. Yalan da değil, satış rakamlarına falan bakarsanız dudak uçuklatan rakamlar görürsünüz muhtemelen. Ama 70'ine merdiven dayamış Mick Jagger'ın yanına Joss Stone ve Damian Marley gibi zaten popüler olmuş isimleri alıp, dinleyiciyi herhangi bir şekilde şaşırtmayan şarkılar yapıp ismine de Mick Jagger's Superheavy ismini vermesinde 'süper' olan ne var ben anlamıyorum.

 

Guns N’ Roses ve Stone Temple Pilots kırması Velvet Revolver veya zaten teknik olarak en ileride olduğunu yaklaşık on beş albümle ispatlamış olan Dream Theater üyelerinin yanına Tony Levin'i alınca daha iyi müzisyenler olmalarını sağlayamayan Liquid Tension Experiment'te de olduğu gibi maalesef süpergrup olarak adlandırılan birçok grup içinden böyle can sıkıcı örnekler bulabiliriz. Yakın dönemden süpergrup olarak akla gelen ilk örnek Audioslave'dir muhtemelen. Ama Audioslave de benim ismi süpergrup olan bir şeyden beklentilerimi karşılamıyor. Muhtemelen Zack De La Rocha'yla bir albüm daha yapsalardı ilk Audioslave albümünün büyük kısmındaki riffleri Rage Against The Machine şarkıları olarak dinlerdik. Az rastlanan ise heyecan verici yenilikler deneyen karma gruplar bana kalırsa. Belki yukarıdaki örnekler kadar ana akıma hitap etmeyen Beak> bana kalırsa gerçekten süper bir grup. Portishead'den Geoff Barrow'un İngiltere'den takip ettiği iki gruptan Billy Fuller ve Matt Williams ile bir stüdyoya kapanıp 12 günde yazıp kaydettiği ilk Beak> albümü, Barrow'un belli başlı tabuları kesinlikle kabul etmediğini gösteriyordu örneğin. Portishead albümlerinde alıştığımız cilalı soundun tamamen aksine çiğliği ve basitliği ön planda tutan Beak>'in albümlerinde davulun ritim kaçırdığını ya da birbirine uymayan notaları bir arada duymanız rastlantı değil, bilinçli bir şekilde yapılmış şeyler.

 

Keza Thom Yorke'un solo albümünden sonra ortaya çıkan Atoms For Peace de süperdir bana kalırsa. Bas gitarda Red Hot Chili Peppers'dan Flea ve klavyelerde Radiohead prodüktörü Nigel Godrich'in yer aldığı Atoms For Peace, Radiohead'i andıran akor dizilişlerine sahip olsa da, gruptaki herkesin farklı yanlarını ortaya çıkarıyor. Örneğin Flea'yi hep funky, hareketli bas yürüyüşleriyle duymaya alıştıktan sonra Atoms For Peace'in herhangi bir şarkısında bas çalan kişinin o olduğunu tahmin edemezsiniz. Flea'nin yeni yayınladığı solo albümünde gördüğümüz farklı ilgi alanları aslında bu grupta da kendini gösteriyor.

 

Belki de süpergrupların 60'lara kadar uzanan geçmişinde en büyük heyecan yaratını yıldızlar karması gibi bir ekibin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. John Lennon'ın Keith Richards, Eric Clapton ve Mitch Mitchell ile birlikte olduğu The Dirty Mac, tek canlı performansını The Rolling Stones Rock And Roll Circus adlı televizyon programında yapmıştı. Kısa sürede bir blues rock fenomenine dönüşen “Yer Blues” adlı şarkı ve Yoko Ono'nun da dâhil olduğu “Whole Lotta Yoko”nun dışında başka bir şarkısı yayınlanmayan grubu bu kadar efsanevî kılan unsurlardan biri de belki sadece iki şarkılarının biliniyor olmasıdır.

 

Yaklaşık 50 yıllık süre içerisinde Temple of the Dog, Nick Cave & The Bad Seeds, Mad Season, A Perfect Circle ve Fantomas gibi gruplar birçok müzisyeni, ya da daha doğru bir tâbirle, rock yıldızını bir araya getirdi. Yakın dönemde de Them Crooked Vultures, The Dead Weather ve Shrinebuilder gibi heyecan yaratan isimleri aynı şekilde bir araya gelmeleri sonucunda dinledik. Önümüzdeki haftalarda yayınlanacak bir albüm de şu günlerde bir grup insanın ağzı sulanarak beklemesine sebep oluyor. Deftones'dan Chino Moreno, hayranı olduğu ve yakın geçmişte dağıldığını duyuran Isis üyeleri Jeff Caxide, Clifford Meyer ve Aaron Harris'le Palms adlı bir grup kurdu. Sonbaharda yayınlanması beklenen albümden 20 saniyelik gürültülü bir prova görüntüsünden başka hiçbir şey yayınlanmadı şu ana kadar. Ama bu yazıda yer alan diğer örneklerdeki gibi bu grup hakkında insanları meraklandıran şey farklı perspektiflerden müzisyenlerin bir araya gelerek bir şey hazırlıyor olması. Bir dinleyici olarak önceden takip ettiğim bir grubun beni her albümüyle şaşırtmasını bekliyorum aslında. Süpergrupların varoluşları sebebiyle de dinleyicileri sürprizlere boğması gerektiği kanaatindeyim. Her önüne gelenin adına “süper” eklenmesin istiyorum kısaca. Bir bekleyelim, dinleyelim, sonrasında süper olup olmadıklarına biz karar veririz zaten.