Bantmag

DEMOKRASİ VERSUS OTOKRASİ

Aslında Avrupalılar bu gidişe bir kere dur demek istediler. Hatırlayalım. Avrupa Anayasası, Fransa'da yapılan referandumda yüzde 55'le reddedilmişti. Ülkemizdekiler dâhil, liberal cenah ise sonuçlara bakarak “AB milliyetçiliğe kayıyor” diye veryansın ederken, aslında Fransız solunun büyük bir kısmının hayır oyunu es geçiyorlardı. Özellikle küresel finans devlerine karşı mücadele eden ATTAC adlı örgüt ve 200 yerel bürosunun hayır kampanyasının referandum sonucunda etkisi büyüktü. ATTACK aslında 2003 yılında Selanik Avrupa Konseyi toplantısında anayasa önergesinin son ana kadar gözlerden ırak tutulan, “özgür ve engelsiz rekabetten” bahseden üçüncü bölümünü, yani ultra neoliberal projeleri ifşa etmekten başka bir şey yapmamıştı. Öyle ki, üniversite özelleştirmesinden esnek maaşlara, finansal piyasaların denetimsizleşmesinden kamu hizmetlerinin tavsiyesine kadar birçok konuyu içeren 3. Bölüm, anayasanın 448 maddesinin 332'sini barındırıyordu.

 

Fransız halkının “hayır”ı kaale alınmadı. Tıpkı Hollanda'nınki gibi. Aynı çerçeve 2009 yılında Lizbon Anlaşması adı altında, bu sefer referandumsuz kabul edildi. Sonuç ortada. Geriye bu durumdan nasıl çıkılacağı kalıyor. Eğer AB sadece bir banka gibi davranmaz, gerçek bir federasyona evrilir, tüm vatandaşları için gerçek üretime dayalı bir model geliştirirse, bunu yaparken çöküşün nedeni olarak gösterilen şişirilmiş kamu borçlarının üç katı borcu bulunan finansal kuruluşları büyük ölçüde ortadan kaldırırsa, vs... Başka bir AB mümkün. Ancak otokratlar tarafından yönetilen, özellikle merkez ülkelerde orta sınıfların giderek muhafazakârlaştığı bir dönemde bunun tepeden aşağıya doğru yapılamayacağı da oldukça açık. İkinci bir yöntem, oligarkların saldırdığı ülkelerin, mesela Yunanistan'ın birliğe elveda diyerek, 2000 Arjantin deneyiminin güncelleşmiş bir hâlini hayata geçirmesi. Başka bir yazının konusu olsa da, hatırlayalım. 2000 krizi sonrası Arjantin borçlarının büyük bir kısmını reddetti, parası yüzde 65 değersizleşti, ancak 3 senede yüzeye çıktıktan sonra, an itibariyle kişi başına millî geliri kriz öncesinin neredeyse iki katına ulaştı. Üçüncü yöntem ise birkaç senedir Avrupa'da deneniyor. Öğrenciler ayaklanıyor, Yunan halkı parlamentoya cesaretle ayak diriyor, “Öfkeliler” meydanları işgal ediyor. Henüz somut bir kazanım yok. Belki de yakın gelecekte de olmayacak. Ancak üçüncü yol her zaman orada. Üç ay önce madenciliğe yapılan yardımların kesileceğini öğrenince yerin iki kilometre altındaki madenleri işgal eden, hazırladıkları demir barikatlarla otoyolları trafiğe kapatan, yeni çağın en sert yetkileriyle donatılmış polisle çatışmaktan çekinmeyen, ardından başkente yürüyen ve milyonlarca Madridliyle madencilerin isyan şarkısı Santa Barbara'yı söyleyen (https://www.youtube.com/watch?v=y4PlDGvJ5bk&sns=fb), parlamentoyu ablukaya alan Asturiaslı madencilerin gösterdiği yol açık. Bir pankartta içtenlikle ifade ettikleri gibi: “Bizim çocuklarımız açlıktan ölecekse, sizinkilerin de çok kanı akacak” (Si nuestros hijos pasan hambre, los vuestros verterán sangre!) Her ne olursa olsun yakın gelecekte Avrupa’da sert bir değişim rüzgârı esecek.