Bantmag

“TEMBEL YUNANLILAR” DA KİM OLUYOR?

2009 yılında su yüzüne çıkan, ardı ardına gelen beş gırtlak sıkma paketiyle geri alınmaya çalışılan 500 milyar avronun üzerinde olduğu iddia edilen Yunanistan devlet borcu, meşum TROİKA'nın planlarına göre (Avrupa Merkez Bankası -AVB-, IMF, Avrupa Komisyonu) Yunan halkını köşeye sıkıştıracak şekilde yeniden yapılandırıldı. Maaşlar yüzde 25 azaltıldı, büyük çapta özelleştirmeler için düğmeye basıldı, gelirden bağımsız zorunlu vergiler (mesela KDV) arttırıldı. Böylece, ironik bir şekilde Yunan devletinin borcu millî gelirin yaklaşık yüzde 110'undan 160 seviyesine fırladı. Bu nasıl bir çözümdü?

 

Krizin nedeni olarak muhafazakâr medya basit bir formül veriyordu. 1- Yunanlılar tembeldi (Oysa Yunanlılar haftada 42 saat ile AB ortalamasından yaklaşık 2 saat daha fazla çalışıyordu). 2- Çok maaş alıyorlardı (Aylık brüt 800 avroluk maaşlar, AB ortalamasının çok altındaydı, mesela İrlanda'dan 500, Hollanda'dan 600 avro daha düşüktü). 3-Devlet boş yere adam çalıştırıyordu (Yüzde 22,3'lük oran AB ortalamasının altında, rakamın yüzde 34'e ulaştığı İsviçre ya da yüzde 30 olduğu Fransa'nın ise çok altındaydı).

 

Kısaca mesele Yunanistan halkının “kaytarmacılığıyla” değil, Avrupa'nın altın çağından çıkışın finansal piyasaların serbestisinin tesisi, bunun da AB ve onun üye ülkelere empoze ettiği anlaşmalarla garanti altına alınmasıyla ilgiliydi. Öyle ki 1992 yılında Avrupa Birliği'ni resmen kuran Maastricht Anlaşması finansal hareketliliği norm hâline getiren ve “AB'nin tek pazar hâline dönüşmesini” amaçlayan dört ilkeye dayanıyordu. 1- Kamu harcamalarının kısılması. 2- Enflasyonun kontrolü. 3- Emek piyasasının yatırımcılar lehine esnekleştirilmesi. 4- Bankalara para akışının sağlanması, böylece düşük faiz ve bol kredi ile insanların ve kurumların borçlanmasının artırılması.

 

Anlaşıldığı üzere bu uygulamalar Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun başta tahayyül ettiği üzere herhangi bir üretim ya da sanayi politikası içermiyordu. AB ekonomisini gelişmesi için gayet muğlak “bilgi endüstrisi” gibi yeni alanlar tanımlamak dışında, sadece birkaç para politikası yürürlüğe sokuldu. Bu süreçte özellikle üretimi ilgilendiren kararlar “ulusal hükümetlerin” uhdesinden çıkarak Avrupa Komisyonu'nun yetkisine kaymaya başladı. Ekonomi ülkeler için giderek dış ilişkilerin konusu hâline geldi. Maastricht kuralları önceleri finansal genişlemeyi sağladı. Örneğin İspanya'yı ele alalım. Kuzeyin büyük banklarından gelen düşük faizli krediler sayesinde tüketim arttı, bu da ihracatçı konumunu koruyan Almanya'ya borçlanmayı tetikledi. Esnekleşen emek piyasası Avrupa işçileri arasındaki adaletsizliği arttırırken, İspanya gibi “yarı çeper” ülkelerdeki sanayisizleşmeyi hızlandırdı. (Bu arada “sanayi devi” Almanya da aslında üretimin bir kısmını Doğu Avrupa ülkelerine kaydırarak yeni düzenlemelerden nemalandı.) Kamu harcamalarının kısılmasına emeklilik sisteminin özelleştirilmeye başlaması, yani özel emeklilik fonları eşlik etti. 1990'lı yıllar boyunca daha sonra İrlanda'da krize neden olacak “mortgage kredileri” hızla artmaya, bankaların bu piyasa için ürettiği menkul kıymetler (yani sadece evlerin kendisi değil, bankalarının onların satılabilirliğine dair ürettiği hayalî kâğıtlar, “bonolar”) Avrupa'nın büyük bankaları tarafından satın alınmaya başladı. İspanya'da borçlanma zinciri o kadar ivme kazandı ki, 2011 yılına gelindiğinde özel borçların (insanların, şirketlerin, bankların, vs.) toplamı millî gelirin üç katından fazlaydı. Sanayi ortadan kalkmış, finansallaşma sonucunda kabaran emlak ve mortgage piyasasında 2 milyon ev satılamamış (ama “kâğıtları” yerel ve uluslararası bankların zarar hanesine yazılmış), işsizlik gençler arasında yüzde 50 sınırını aşmıştı. Bu muazzam eşiğin aşılmasında “avro”nun ortak para birimi ilan edilmesinin payı büyüktü.  (Devam -->)